23 Kasım 2012
Sayı: SİKB 2012/13 (46)

 Kızıl Bayrak'tan
25 yılın birikimi ile
Açlık grevleri sona erdi
İdris Naim Şahin Alevilere yönelik tehditlere destek verdi
“Ulusal İstihdam Strateji” saldırıları devam ediyor
Oyak Renault’da işten atılan işçilerden Yaşar Kula ile konuştuk
Sağlık alanının kapıları sermayeye açılıyor
31 DHF’li tutuklandı
Emekçiler devrim ve sosyalizm için buluştu!
İstanbul “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği” etkinliğine
gelen mesajlardan
“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” etkinliğine katılan
işçi ve emekçilerden
“Binlerce Alaattin olacak, sosyalizmi kuracağız!”
TKİP IV. Kongresi
Açılış Konuşması
Alaattin yoldaşın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz
Ekim devrimi ve kadın sorunu
Kadın, şiddet ve şiddetin türleri
İşçi direnişleri ve eylemlerinin
karakteri ve özellikleri
Volkan Yaraşır
Otomotiv sanayiinde kriz yayılıyor
Taksim Meydanı
Yayalaştırma Projesi
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Açlık grevleri sona erdi...

Kim kazandı, kim kaybetti?

 

KCK ve PKK davasından tutsakların başlattığı açlık grevi, 68. gününde Öcalan’ın yaptığı “tereddütsüzce bitirin” çağrısı üzerine sona erdi. Direniş bu biçimde sona erdi fakat tartışmaları devam ediyor. Şoven çevreler AKP hükümetini “terörle müzakere etmek” ve “teröre büyük tavizler” vermekle suçlarken, açlık grevlerinin bitirilmesi AKP ve devlet cephesinden büyük bir rahatlama yaratmış görünüyor. Kürt hareketi cephesinden ise varılan sonuç memnuniyetle karşılanıyor, ortaya çıkan ılımlı havanın yeni bir müzakere sürecinin başlaması için değerlendirilmesi isteniyor, bu yönde çağrılar yapılıyor. Örneğin BDP Genel Başkanı Demirtaş, “kim kazandı?” sorusunu “herkes kazandı” şeklinde yanıtlarken, kendi kazanımlarını direnişin taleplerinden Öcalan ile müzakerelere başlanması beklentisiyle ilişkilendiriyor. Açlık grevlerini bitirin çağrısının Öcalan ile devletin yaptığı görüşmelerin ardından gerçekleşmesi bu beklentilere dayanak yapılıyor.

Aslında büyüyen bu beklentinin dışında direnişin taleplerinin kazanılıp kazanılmadığı sorusuna olumlu ve kesin bir yanıt vermek mümkün değil.

Bilindiği üzere direnişin üç ana talebi vardı: Anadilde eğitim, anadilde savunma ve Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması. Direniş bitirilirken bu taleplerle ilgili bir anlaşma olup olmadığı ya da nasıl bir anlaşmaya varıldığı konusunda bir açıklama yapılmadı. Bu olmaksızın devlet cephesine bakılırsa, anadilde eğitim konusunda herhangi bir çalışma bulunmuyor. Direniş henüz başlamadan önce AKP’nin kongresinde açıklanan anadilde savunma konusundaki yasa değişikliğinin ise önümüzdeki günlerde meclise sunulacağı söyleniyor. Fakat yasada anadilde savunma için tutulacak tercümanın ücretinin tutuklu tarafından ödenmesi biçiminde bir düzenleme var. Bu biçimiyle de düzenlemenin son derece meşru bu hak talebini karşılaması mümkün değildir. Öcalan’ın üzerindeki tecritin kaldırılması konusunda ise herhangi bir somut gelişme bulunmuyor. Öcalan ile görüşmek isteyen avukatların talepleri hala geri çevriliyor.

Varılan aşamada Kürt hareketi de aslında direnişin taleplerinin ne ölçüde kazanılıp kazanılmadığından çok müzakerelere yeniden başlanıp başlanmayacağı konusuyla ilgileniyor. Direnişin bitirilmesinde devlet-Öcalan görüşmelerinin belirleyici rol oynaması, AKP’nin şeflerinin Öcalan ile görüşmeler yapılabileceği yönünde açıklamalar yapmaya devam etmeleri Kürt hareketi cephesinden umutları arttırıyor. Bu nedenle temkinli ve AKP’yi teşvik edici bir dil kullanmaya özen gösteriyorlar.

Bu haliyle de direnişin en büyük sonucu müzakere beklentisini büyütmek olmuştur. Fakat açlık grevlerinin bitirilme sürecinden başka, ne Öcalan’ın üzerindeki tecritin kaldırıldığına dair bir gelişmeden, ne de henüz başlamış bir müzakareden sözedilebilir. Elbette görüşmelerin başlaması olasılıklar arasındadır, ancak buradan sonuç beklemek hayal kurmaktan başka bir şey değildir. Sermaye devletinin olası bir müzakere sürecinde daha önce olandan başka türlü davranmasını beklemek için hiçbir neden yoktur. Devlet en az ödünle Kürt hareketini güçten düşürmek ve mümkünse tasfiye etmek istiyor. Müzakere masasına da başka bir niyetle asla oturmaz, oturamaz da. Bunun için önümüzdeki dönemde devlet cephesinden çözüme yönelik adımlar atılacağı yolundaki beklentilerin bir kez daha çökmesi kaçınılmaz olacaktır.

Diğer taraftan bu bağlam dışında, açlık grevi direnişinin politik-moral sonuçları olduğu açıktır. Bunların başında Kürt halkının dışarıda gösterdiği mücadele gücü gelmektedir. Büyük kitlelerin katıldığı sayısız gösteri, militan sokak çatışmaları, kitlesel açlık grevleri ile sermaye iktidarı büyük bir basınç altına alınmıştır. Oysa KCK operasyonlarıyla Kürt hareketinin örgütsel omurgasında ve kitlesel mücadele gücünde büyük yaralar açılmıştı. Fakat açlık grevleriyle anlaşıldı ki devletin bu hesabı zindan duvarlarına çarpıp bozuldu. Zira hem zindanlara kapatılanlar yaptıkları büyük bir eylemle toplumun gündemine oturdular, büyük kitleleri peşlerinden sürüklediler, hem de bu süreç içerisinde dışarısı kendisini yeniden güçlü bir toplumsal-siyasal hareket olarak üretmeyi başarabildi.

Denebilir ki açlık grevleri böylelikle bir kez daha devletin Kürt sorunu karşısındaki inkar ve imha politikasının iflası oldu. Sermaye iktidarı, baskı, zor ve zorbalıkla binlerce insanı zindanlara kapatsa da, Kürt hareketini bitirme olanaklarına sahip değildir. Çünkü Kürt hareketi, bu düzenin çözmeye muktedir olmadığı sosyal ve siyasal dinamiklerden beslenmektedir. Dahası, bir de son dönemde iyiden iyiye belirginleştiği üzere, sınırları aşan dinamiklerle buluşmaktadır. Sermaye iktidarı da bunun bilincindedir. Bu nedenle de politikasını Kürt hareketini inkar ve imha ile müzakere masası arasında sıkıştırmak üzerine kurmuştur. Bu yönde elde edilebilecek her sonucu da başarı saymaktadır. Nitekim açlık grevlerinin sonucunu da böyle değerlendirmektedir.

Bunun için açlık grevleri Kürt hareketinin gücünü gösterdiği gibi, aynı zamanda bu gücün sınırlarına da ışık tutmuştur. Öyle ya, bu büyük direniş dışarıdaki kitlesel ve militan sahiplenme ile birlikte iktidarı açmaza almasına rağmen, sonunda taleplerini söküp alamadan müzakere umutlarının diriltilmesi karşılığında bitmiştir. Bu haliyle de hareket açısından varılan sonuç başarı gibi görülse de, gerçekte mevcut açmazın sınırlarına bir kez daha gelinip dayanılmıştır sadece. Bunun en önemli nedeni kuşkusuz ki müzakere odaklı stratejik bakış açısıdır. Bundan sonra ise başka nedenler sıralanabilir. Bu nedenleri ise direniş sürecinde yaşananlardan hareketle açıklayabiliriz.

Dikkat edilirse direniş sürecinde dışarıdaki kitle desteği hemen tümüyle Kürt halkından gelmiştir. Bunun dışında ilerici bazı sendikaların yaptığı açıklamalar ve sınırlı eylemler bir yana bırakılırsa, işçi sınıfı ve emekçiler direnişi kayıtsızlıkla karşılamış ya da ona soğuk bakmıştır. Elbette sol hareket gücü ölçüsünde destek ve dayanışmayı büyütmek için çalışmıştır. Fakat bu destek örgütlü güçlerden ibaret kalmıştır. Bu arada belirtmek gerekir ki Kürt hareketinin toplumsal desteklerini büyütmek için gündeme getirdiği HDK’nin bu beklentiye yanıt veremeyeceği de bir kez daha anlaşılmıştır. Zira HDK tarafından yapılan eylemlerin kitle katılımını da esas olarak Kürt halkı oluşturmuştur. Kürt hareketiyle bağımsız bir siyasal ve toplumsal güç olmayanların birliğinden başka da bir sonuç çıkmaz da.

Son olarak belirtelim, açlık grevleri Kürt hareketinin gücünü bir kez daha gösterirken, Kürt sorununu çözmek için daha fazlasına ihtiyaç olduğunu da ortaya koymuştur. Düğümü çözecek ve Kürt hareketini de açmazdan kurtaracak olan bağımsız devrimci bir sınıf hareketidir. İşçi sınıfı siyasal bir sınıf hareketi haline gelir ve devrimci partisi önderliğinde siyasal-toplumsal alana ağırlığını koyarsa, Kürt halkının inkar ve imha ile müzakere sarmalını aşarak ulusal hak ve özgürlük mücadelesini devrimci bir sonuca ulaştırması da zor olmayacaktır.