6 Temmuz 2012
Sayı: SYKB 2012/27

 Kızıl Bayrak'tan
İçerde faşist baskı ve teröre, dışarda saldırganlık ve savaşa karşı; Birleşik-militan bir kitle hareketi!.
KCK davasında keyfiyet ve saldırı
Savaş çığırtkanlığı
düzen medyası eliyle büyütülüyor
Makyaj tazeleme operasyonu:
“Terör mahkemeleri”
Katliamcı devletten
hesap sorma çağrısı
BDSP’den 2 Temmuz
eylem ve etkinlikleri..
4+4+4 yasasına yönelik tepkiler sürüyor
İş cinayetleri
Temmuz’da da sürüyor
Havayolu direnişinde
sorunlar ve görevler
Birleşik Metal’de
temsilciler kurulu
Kristal-İş Sendikası TİS Dairesi Müdürü Can Şafak ile
MESS Grup TİS süreci üzerine...
İşçi sınıfı hareketinin
tablosu üzerine
Mısır’da dinci-gerici aday cumhurbaşkanı oldu
20. AB Zirvesi gerçekleştirildi
General Motor’un Opel saldırısı
ve kaçırılan direniş fırsatı
Her kıtada eylem, direniş!.
Lefkoşa Belediyesi’nde işgal!..
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için;
3-4-5 Ağustos’ta
9. Mamak Kültür-Sanat Festivali’nde buluşuyoruz!.
Ya sendika girecek ya kepenkler inecek!.
Samsun’da rant dönüşümü can aldı
ekimgencligi.net yayında...
Bir savaşın kirliliği çocukları ne kadar hedef aldığıyla anlaşılır!.
Rüzgar eken fırtına biçer!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mısır’da dinci-gerici aday cumhurbaşkanı oldu...

Mısır’ın geleceğini sınıflar mücadelesi belirleyecek!

Mısır’da çekişmeli geçen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin galibi, dinci-gerici Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi oldu. 22-23 Mayıs’ta düzenlenen seçimlerin ilk turunda % 25.5 oy alan Mursi, ikinci turda %51.73 oy alarak Mısır’ın 5. cumhurbaşkanı oldu.

Müslüman Kardeşler adayının küçük bir farkla cumhurbaşkanı seçilmesi, “dinci-gericiliğin büyük zaferi” olarak yansıtıldı. Oysa seçimlere katılımın %50 civarında kalması, Mursi’nin, seçmenlerin sadece %25’i tarafından desteklendiğini gösteriyor. Bu sonuçlar, 80 milyon nüfuslu Mısır’da, Mübarek diktatörlüğü döneminin tek örgütlü hareketi olan Müslüman Kardeşler adına büyük bir başarı sayılmaz. 

Mübarek döneminde baskıya maruz kalsalar da, örgütlü hareket etmelerine göz yumulan tek güç Müslüman Kardeşler örgütü idi. 1920’li yıllardan beri faaliyet halinde olan bu hareket, uzun yıllar başta Suudi Arabistan olmak üzere körfezdeki ortaçağ kalıntısı rejimler tarafından petro-dolarlarla finanse edilmiştir. İlk yıllardan beri emperyalistlerle ilişki kuran bu dinci akım, hiçbir zaman düzen içi bir muhalefet olmanın ötesine geçmemiştir.

Mübarek diktatörlüğü döneminde bile hak arama mücadelelerine ve grevlere karşı düşmanca tutum alan Müslüman Kardeşler için esas sorun, iktidar ve ranttan daha büyük pay alabilmek olmuştur. Bu eğilim son yıllarda daha belirgindi. Örneğin, Mübarek döneminde parlamentodaki tek muhalefet gücü Müslüman Kardeşler’di. Halk hareketine ilk günlerde mesafeli duran dinci akım, olaylar isyan düzeyine sıçrayınca devreye girdi. Elbette hedefleri aynı idi; iktidar ve ranttan daha büyük pay alabilmek. Nitekim Tahrir Meydanı’nda isyan devam ederken de, Amerikancı ordu ile görüşmeye başlayan Müslüman Kardeşler’in tek talebi, Hüsnü Mübarek’in yönetimden çekilmesiydi.

Mübarek’in alaşağı edilmesinden sonra kitle hareketlerine karşı tutum alan, emekçileri evlerine hapsetmek için uğraşan dinci-gerici akım işçilerin, eğitim ve sağlık emekçilerinin grevlerine karşı çıkmış, tüm emekçi kesimleri ilgilendiren taleplerin kazanılmasını önlemek için, grev kırıcılığı yapmaktan çekinmemiştir.

Hüsnü Mübarek rejimi ve onun arkasındaki burjuvazinin milyonlarca işçi, emekçi ve genç nezdinde teşhir olduğu, ancak baskı ve zorbalığa maruz kalan sol/sosyalist güçlerin devrimci öncü partiyi inşa etmeye fırsat bulamadığı koşullarda patlak veren isyan, objektif olarak dinci-gerici akımın elini güçlendirdi. Vurgulamak gerekiyor ki, bu olgu, halk isyanının muazzam görkemi ve kazanımlarını zerre kadar etkilemez. Sadece zayıf noktasını gösterir.

Mübarek’in alaşağı edilmesi, burjuvazi ve emperyalistlerin elinde ordu ve Müslüman Kardeşler dışında kayda değer bir güç bırakmadı. Ancak Mübarek’in defedilmesinden sonra iktidara iyice yerleşen ordunun, Mübarek’le aynı zihniyeti temsil ettiğini kısa sürede göstermek zorunda kalınca, maskesi düştü. “Halkın ordusu” diye taltif edilen militarist güç, işçi ve emekçiler tarafından -olması gerektiği gibi-, “Mübarek rejiminin uzantısı” olarak değerlendirilmeye başlandı.

Ordu ve onun arkasındaki güçlerin teşhir olması, Müslüman Kardeşler’in elini daha da güçlendirdi. Zira emperyalistler ve burjuvazinin, en azından verili koşullarda dayanabilecekleri tek güç bu dinci-gerici akımdır. Bu olgu, ordu ile arkasındaki güçlerin yok sayıldığı anlamına gelmiyor. Tersine ortada açık bir iktidar paylaşımı var. Mübarek’in saf dışı edilmesinden sonra kurulan Yüksek Askeri Konsey’in başkanı olan Mareşal Hüseyin Tantavi’nin yeni kurulacak hükümette Savunma Bakanı olarak yer alacak olması -ki Mübarek döneminde de aynı görevi yapıyordu- iktidar paylaşımının açık göstergesidir. 

Gelinen yerde iktidar paylaşımında Müslüman Kardeşler’in büyük parsayı ele geçirdiği ise bir gerçek. Bunda, dinci-gerici hareketin, burjuvazi ve emperyalistlerin tutunabileceği tek dal olarak kalmasının da önemi bir payı olduğunun altını çizmek gerek.

“Dinci-gerici, neo liberal, emperyalistlerle işbirliği yapan” bir hareket olarak Müslüman Kardeşler’in, en azından bir dönem için Mısır’da etkili bir güç olması kaçınılmaz görünüyor. Şeriatı esas alacaklarını ilan eden birinin Cumhurbaşkanı olması, dinci-gericiliği Mısır toplumunda daha da yaygınlaştıracak bir iktidarın işbaşına geldiğinin göstergelerinden biridir. Bu gerici zihniyetin şeriat özlemi olsa da, bu hedefe ulaşmaları kolay görünmüyor. Zira toplumun %75’i dinci-gericiliğin adayına destek vermemiştir. Bundan da önemlisi, halk isyanı şimdilik dinci-gericiliğe alan açmış olsa da, isyana katılan milyonlarca işçi-emekçi halen hareket halindedir. Sık sık yüzbinlerin katılımıyla eylemlerin gerçekleştirilmesi, dinci akımın önündeki esas engeli teşkil ediyor.

Burjuvazi ve emperyalistlerin desteği ile Mübarek rejiminin kalıntılarıyla birlikte iktidara yerleşen Müslüman Kardeşler için en büyük handikap, halk isyanına yol açan sorunlara çözüm üretebilecek niyet ve nitelikten yoksun olmasıdır. Diktatör alaşağı edilmiş olsa da, işçi sınıfının, emekçilerin, yoksul köylülüğün ve sistemin geleceksizliğe mahkum etmek istediği genç kuşakların hiçbir temel sorunu çözülmüş değil. Neoliberal Müslüman Kardeşler’in de, Mısırlı emekçilere ve ezilenlere -sadaka dağıtmak dışında- sunabileceği hiçbir şey yoktur. Sömürü, işsizlik, yoksulluk, yıkım ve zorbalık devam edecektir.

Salt bu olgu bile, Mısır’da sınıflar mücadelesinin kesintiye uğramadan sürmesinin kaçınılmaz olacağını kanıtlar. İsyan ederek 30 yıllık diktatörü alaşağı eden emekçilerin, Müslüman Kardeşler’in gerici iktidarına karşı mücadeleden uzak durmaları için bir neden yoktur.

Mısır burjuvazisi, emperyalistler ve ortaçağ kalıntısı, şeriatçı/Amerikancı Suudi rejiminin başını çektiği körfez şeyhleri, Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı olmasından memnun görünüyorlar. Bu memnuniyetin uzun süreceği ise şüphelidir. Zira hem neoliberal politikalara devam edeceği hem dinciliği yaygınlaştırmak için dayatmalarda bulunacağı dikkate alındığında, dinci-gerici akımın da Mübarek’ten çok farklı olmadığının anlaşılmasının uzun sürmeyeceğini öngörmek mümkündür. Burjuvazi ve emperyalistlerin elindeki tek etkili gücün emekçiler nezdinde teşhir olmasının ise, düzen içi arayışlara darbe vurması ihtimal dahilindedir. Süreç bu yönde ilerlediğinde, işçi sınıfı ve emekçiler için tek alternatifin devrim ve sosyalizm olduğu gerçeğinin kavranması kolaylaşacaktır.

Mısırlı devrimci güçlerin, bu süreçte devrimci öncü parti inşa sürecini başarıyla ilerletmeleri ve bunu pekiştirecek şekilde partiyi işçi sınıfı hareketiyle organik bir bütünlük içinde geliştirip güçlendirmeleri hayati bir önem taşıyacaktır.