6 Temmuz 2012
Sayı: SYKB 2012/27

 Kızıl Bayrak'tan
İçerde faşist baskı ve teröre, dışarda saldırganlık ve savaşa karşı; Birleşik-militan bir kitle hareketi!.
KCK davasında keyfiyet ve saldırı
Savaş çığırtkanlığı
düzen medyası eliyle büyütülüyor
Makyaj tazeleme operasyonu:
“Terör mahkemeleri”
Katliamcı devletten
hesap sorma çağrısı
BDSP’den 2 Temmuz
eylem ve etkinlikleri..
4+4+4 yasasına yönelik tepkiler sürüyor
İş cinayetleri
Temmuz’da da sürüyor
Havayolu direnişinde
sorunlar ve görevler
Birleşik Metal’de
temsilciler kurulu
Kristal-İş Sendikası TİS Dairesi Müdürü Can Şafak ile
MESS Grup TİS süreci üzerine...
İşçi sınıfı hareketinin
tablosu üzerine
Mısır’da dinci-gerici aday
cumhurbaşkanı oldu
20. AB Zirvesi gerçekleştirildi
General Motor’un Opel saldırısı
ve kaçırılan direniş fırsatı
Her kıtada eylem, direniş!.
Lefkoşa Belediyesi’nde işgal!..
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için;
3-4-5 Ağustos’ta
9. Mamak Kültür-Sanat Festivali’nde buluşuyoruz!.
Ya sendika girecek ya kepenkler inecek!.
Samsun’da rant dönüşümü can aldı
ekimgencligi.net yayında...
Bir savaşın kirliliği çocukları ne kadar hedef aldığıyla anlaşılır!.
Rüzgar eken fırtına biçer!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kristal-İş Sendikası TİS Dairesi Müdürü Can Şafak ile MESS Grup TİS süreci üzerine...

“Yapılması gereken öncü ve belirleyici olmak”

Sınıf mücadelesinde özel bir önemi olan metal işkolu MESS Grup TİS süreci hazırlıkları başladı. 2010-2012 Grup TİS sürecinde gösterdikleri mücadele kararlılığıyla MESS-Türk Metal ittifakında gedikler açan ve özgüven kazanan metal işçileri yeni bir mücadele dönemine girdiler. Geçtiğimiz dönemlerde Birleşik Metal-İş Sendikası’nda TİS uzmanlığı görevinde bulunmuş olan Kristal-İş Sendikası TİS Dairesi Müdürü Can Şafak ile içinden geçilen dönem, metal işçilerinin mücadele geleneği ve grup TİS sürecinin yaratabileceği imkan ve olanaklar üzerine konuştuk.

- Metal işkolunda 2012-2014 MESS Grup TİS sürecinin hazırlıkları başladı. Böylesi özel bir sürece nasıl bir tablo içerisinde giriyoruz?


-
Türkiye’de sendikal hareketin içerisinde bulunduğu koşullara baktığımızda, her bakımdan en sorunlu dönemini yaşadığını görüyoruz. Türkiye’de sendikalaşma oranı yüzde 6, yüzde 3 bandında -ILO’nun açıklaması yüzde 3 gibiydi- görünüyor. Benim tespitlerime göre yüzde 5-6 görünüyor. Memur sendikalarını da dahil ederek yaptığımız bir hesaplama sonucunda bu rakamlara ulaştık. İkinci olarak, sendikaların artık sadece birtakım köklü firmalarda örgütlü olduklarını görüyoruz.
Sözgelimi, Sabancı ve Koç’un firmalarında, Şişecam’da, çok uluslu şirketlerin Türkiye’deki kuruluşlarında, kamuda ve özelleştirilen bazı kurumlarda… Sendikalar çekirdek işgücünü temsil eden tipik işkolu sendikaları özelliklerini taşıyorlar. Buna karşılık işçi sınıfının geniş katmanları taşeron firmalarda sendikasız, her türlü güvenceden yoksun biçimde çalışıyor. Bu kesimin, yüzde 6’nın dışındaki kesim olduğunu düşünürsek milyonları buluyor. Bu işçiler sendikalaşamıyorlar. Bunun üzerinde düşünmek gerekir. Bu konuda çok değerli çabalar var. Birleşik Metal’in bazı taşeron firmalardaki sendikalaşma çabaları, Dev Sağlık-İş ve Nakliyat-İş’in birtakım çabaları var. Ne var ki sendikalar birkaç örnek dışında taşeron firmalara giremiyorlar. Sendikaların bu alana neden girmediğinin araştırılması gerekiyor. Sendikaların yeni döneme, değişen koşullara uyum sağlaması gerekiyor. Üretim biçiminde birtakım değişiklikler oldu. Kitle sendikalarını örgütlerken fordist üretim ilişkileri temelinde örgütledik. Bugün bu durum değişti. Çok çeşitli bazlarda mücadele yürütebilecek -sendikal birlik, işkolunda birlik tartışmalarına da bir başka açıdan bakmamızı gerektirebilecek- yeni yaklaşımların geliştirilmesi lazım. Çok geniş bir özgürlük ortamı yaratılması gerekiyor. Sendikaların, her türlü sendikal modelin kurulabileceği koşulların oluşturulabilmesini talep etmeleri gerekiyor. Bunu Türk-İş ve Hak-İş zaten yapmıyor. Bunu DİSK de yapmıyor. DİSK de işkolu esasına göre örgütlenmeye ağırlık veren öneriler sunuyor. DİSK, işkollarının devlet tarafından yasayla belirlenmesini önerdi. İşkolları devletin belirleyebileceği bir alan değildir. İşkollarını işçiler kendileri belirlerler. Sendikanın, hangi işkolunda faaliyet göstereceği kendi bileceği bir iştir. ILO’nun genel standartları da “Sendikalar, kendi faaliyet alanlarını kendileri belirler” der. Sendikalar mantalite olarak da özgürleşmeye çok yatkın ve hazır görünmüyorlar. Kendilerini bu kadar yetkin görmüyorlar ya da gerçek anlamda özgürlüğün ne olduğunu kavrayabilecek bir teorik donanım henüz yok. Sendikalar, sendika politikaları açısından da en kötü günlerini yaşıyorlar.

Burjuvaziye bu kadarı da yetmedi. 1475 Sayılı İş Kanunu’nun yerine 4857 Sayılı İş Kanunu getirildi. Bu değişimin amacı esnek çalışmanın oturtulmasıydı. Daha önceki İş Kanunu, işçiyi koruma ilkesine dayanan bir temele sahipti. Şimdi ise, işin korunmasını savunan, esnek üretimi savunan bir İş Yasası getirildi. Sermaye örgütleri bunu da yeterli bulmadı. Ulusal İstihdam Stratejisi’yle esnekliğin daha da yaygınlaşması, işkollarında daha da derinleştirilmesi çabaları var. ILO’nun zorlamalarıyla sendika yasalarının demokratikleştirilmesi 12 Eylül’den beri gündemde. Aradan geçen 30 yıla rağmen hiçbir ilerleme yok. Toplu İş İlişkileri Yasası’nın da işçi açısından ve sendikalar açısından herhangi olumlu bir katkısı olmayacak. Ben bu yasaya karşıyım ve sendikaların da bu yasanın önünde durmaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu yasa çıktığında demokratikleşme talepleri de ötelenecek. Egemen sınıflara yeni bir sözde değişim üzerinden savunma imkânı sağlayacak. Ne yazık ki sendika hareketi genel olarak bunun da farkında değil. Bu durumun, Türk-İş’in umurunda olduğunu da sanmıyorum. Toplu İş İlişkileri Yasası temelde hiçbir şeyi değiştirmiyor.

Bu tasarıya baktığımızda görüyoruz ki yine sadece işyeri düzeyinde sözleşme yapmak zorundasınız. İşkolu sözleşmeleri yasak. Sendikalar yine işkolu esasına göre Türkiye çapında örgütlenmek zorunda. Onun dışındaki bütün örgüt biçimleri yasak. Toplu pazarlık prosedürü son derece detaylı, antidemokratik sınırlamalarla, tuzaklarla dolu. Grevin önünde bir dizi engel var. Bu antidemokratik engeller yeni yasada da korunuyor. Türkiye’de sendikaların penceresinden baktığımızda böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.

Sendikal faaliyetler durduruldu”

- Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı tartışmaları metal işkolundaki grup TİS sürecini nasıl etkiler?

- Türkiye’de sendikal faaliyetler durdurulmuş durumda. Sendikaların en temel faaliyet alanı toplu pazarlık ve Bakanlık 1 Ocak’tan bu yana sendikalara yetki vermiyor. 2011’den kalan müzakereler dışında toplu pazarlık 1 Ocak’tan itibaren engellenmekte. Bunu daha önce 12 Eylül’de cuntacılar yapmışlardı. DİSK’in kapısına kilit vurmuşlar ancak Türki-İş’e bağlı sendikalar açık kalmıştı. Sendikamız Kristal-İş’in de bir süre faaliyetleri durdurulmuş ve yöneticileri gözaltına alınmıştı. Ancak daha sonra Türk-İş’e bağlı sendikalar toplu pazarlık dışındaki faaliyetlerini sürdürmüşlerdi. Devletin sendikalara yaklaşımı açısından bugün ile 12 Eylül arasında çok da bir fark görmüyorum.

Sendikalar, Ocak ayından bu yana yaşanan bu sürece karşı herhangi bir arayış içinde de değiller. Sendikalar, toplu sözleşme yetkisi almadan, işverenlere toplu pazarlık çağrısı yapabilirler. Toplu pazarlık hakkının doğrudan kullanılması biçiminde bir çeşit sivil itaatsizlik önerilebilir. Kaldı ki, anayasa’nın 90. maddesi ve uluslararası sözleşmelere göre sendikaların bunu yapması haklarıdır. Sendikaların, yasanın çıkmasını beklemeleri inanılmaz bir durumdur. Biz, cam işkolunda toplu sözleşme yetkisini 1 Ocak’tan önce aldığımız için grup sözleşmesi sürüyor. Metalde, yetki isteme süreci 1 Ocak’tan sonraya rastladığı için MESS grubunda yetki kimseye verilmiş değil. Halbuki bugünlerde görüşmelerin başlamış ve sürüyor olması lazımdı.

MESS Grubu’nda Türk Metal, Birleşik Metal ve Çelik-İş olmak üzere üç ayrı sendika var. MESS Grubu sendika rekabetinin hâkim olduğu, farklı özellikler taşıyan bir grup. Bu çerçevede MESS Grubu’nda işler daha zor. MESS, örgütlülüğünü koruyabilen bir işveren sendikası. MESS’in dışındaki gruplarda toplu pazarlığın kapsamı bakımından çok ciddi gerilemeler görüyoruz. Deri grubu azaldı, tekstilde çok dramatik bir düşüş yaşandı. Gıda İşverenleri Sendikası’nın birkaç üyesi kaldı. Gruplar açısından baktığımızda işveren sendikalarının genel olarak çözülmüş olduklarını görüyoruz. Burada MESS grubunun yine bir ayrıcalığı var. MESS’te herhangi bir çözülme olmadı. TİSK’e baktığımızda MESS’in dışında Kiplas var. Cam İşverenleri Sendikası, Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası var. Bizim örgütlü olduğumuz Şişecam dışında başka bir firma Cam İşverenleri Sendikası içerisinde yer almıyor. Eskiden pek çok işverenin de içinde bulunduğu bir sendikaydı. Buna karşılık MESS üye sayısını koruyor. Büyük bir işçi kitlesini kapsayan bir gruba hakim.

MESS’in sınıfsal açısından baktığımızda da ayrı bir yeri olduğunu görüyoruz. Türkiye’de grup pazarlığı meselesinin ilk ortaya atıldığı 70’lerin başında MESS sınıf perspektifiyle kendi politikalarını ortaya koyuyordu. MESS işkolu sözleşmesinden yola çıkarak grup sözleşmesini savundu, bunun savaşını verdi. Grup sözleşmesinin işkolu sözleşmesine dönüşmesine yönelik politikalar oluşturdu. Bu politikalara karşı ‘77 grevi örgütlendi, “grup sözleşmesine hayır!” ve “DGM’yi ezzdik, sıra MESS’te!” sloganının arkasında ise bir işçi sendikasının, DİSK’in ve Maden-İş’in politikaları vardı. Bir yanda MESS diğer yanda Maden-İş, politik kaygıları olan ve kendi çıkarları temelinde iki düşman kutuptular. MESS, meseleye ideolojik bakan bir sınıf örgütü oldu her zaman. Onun için kolay çözülmüyor.

1980 cuntasının ardından 1983’te yeniden yasalar çıktı ve sendikal faaliyetler başladı. O dönemde Türk-İş’te birlik politikaları savunuldu. Bunun istisnası metal işkoluydu. Metal işkolunda verilen referans Türk Metal değil Otomobil-İş’ti. 90’ların başında DİSK açılıp Maden-İş ve Otomobil-İş sendikaları birleşip Birleşik Metal kurulduktan sonra yeniden DİSK faktörü ortaya çıkmış oldu.

Asıl faktör cesaret”

- Bir önceki TİS sürecinde yıllar boyunca kanıksatılan bir ihanet çarkında ilk gedikler açılmış ve bu çarkın nasıl kırılacağı gösterilmişti. Sizce, böyle bir sonuca ulaşılmasında en büyük etken neydi? Daha ileriye gidilebilir miydi?

- Asıl faktörün cesaret olduğunu düşünüyorum. Birleşik Metal büyük bir cesaret gösterdi. Kolay bir karar değildi. Bu kararın ne kadar zor olduğunu sendikacılar daha iyi anlarlar. Birleşik Metal’in MESS’teki mücadelesine baktığımızda, Birleşik Metal 2010 yılına kadar kendisini ‘kaya balığı’ olarak tanımlardı. Süleyman Üstün Hoca’nın tespitidir. Urfa’da Balıklıgöl’de kutsal balıklar yaşarlar. Bu balıklara herkes yem atar ve balıklar yemi kolayca almaya alışmışlardır. Bu yüzden son derece hantal ve hımbıl balıklara dönüşmüşlerdir. Mücadele etmezler, sadece verilen yemi yerler. Belediye gölün daha doğal bir görünüm kazanması amacıyla göle bir avuç kaya balığı atar. Kaya balıkları küçük ama olağanüstü mücadeleci balıklardır. Kaya balıkları, atılan bütün yemleri kapmaya başlarlar. Böylece hımbıl balıklar da mücadele etmeyi öğrenirler. Kaya balığı gölü hareketlendiren bir faktördür. Birleşik Metal bir dönem kendisini kaya balığı olarak niteledi. Verdiği mücadeleyle işkolundaki hakları asıl yükseltenin kendisi olduğunu söylüyordu. “Bizim mücadelemiz olmasa MESS Türk Metal’e bu hakları da vermezdi. Bunun çok daha gerisinde metal işçisi çalışıyor olurdu” diyordu. Doğruydu. Ama işçiye bu tespit yetmez. İşçi, tespitler yerine somut adım bekler. Bu görünmeyen bir başarıydı. 2010-2012 sürecindeki değişim tam da bu noktada oldu. Düşmanının yenilmez olduğuna inanırsan, yenilmez olur! 2010’daki değişim bu inancın yıkılmasıydı. Düşmanın da yenilebileceği fikri Birleşik Metal’de galebe çaldı. “Biz Türk Metal’in üzerinde, farklı bir sözleşme yapabiliriz” inancı gelişti. Bu başarı bence buraya dayanıyor. Sendikal taktikler ve toplu pazarlık taktiklerinden çok buraya dayanıyor. Buna çok değer veriyorum.

Birleşik Metal öncü ve belirleyici güç olmalı”

- Bu birikim önümüzdeki TİS sürecine nasıl yansır? Geçmiş grup TİS süreciyle karşılaştırırsak bu dönemki TİS’te metal işçileri payına avantaj ve dezavantajlar nelerdir?

- Geldiği yere baktığımızda Birleşik Metal-İş’in, Maden-İş geleneği ile yıllardır DİSK’in karşısındaki Otomobil-İş geleneğinin birleştiği bir ırmak olduğunu görürüz. 2005 yılında Birleşik Metal-İş’te bir toplantıda, DİSK ilkelerinden bahsettiğimde “DİSK’in ilkeleri değil sendikamızın ilkeleri” diyenler oldu. Gelenekler temelindeki bu ayrım artık giderek flulaşıyor. Ve artık bu ayrımı farketmek çok da kolay değil. Giderek yeni ve özgün bir Birleşik Metal-İş geleneği doğuyor. Bu geleneğin, böyle cesur bir karar üzerinden yürüyor olması işçi sınıfı hareketi açısından çok önemli bir katkı getirecek. Kaya balığı hikayesi geçmişte kalmıştır. Bundan sonra Birleşik Metal’in yapması gereken şey, metal işkolunda öncü ve belirleyici güç olmak, bunun mücadelesini yürütmek, yöntemlerini araştırıp bulmak olmalıdır. Sendikanın 30 Haziran’daki genel temsilciler meclisine katıldım, bu toplantıda Adnan Serdaroğlu’nun da bu yönde mesajları vardı.

Bir önemli nokta da Birleşik Metal’in MESS’teki üye sayısının da artıyor olmasıdır. 2004-2005’teki görüşmelere katıldığım günden bugüne MESS’teki üye sayısı önemli artış gösterdi. Bu güç, nitelikli olduğu için metal işkolunda MESS’e karşı asıl güç olabilir. Bu güç, MESS-Türk Metal ittifakına karşı yeni bir koşul yaratabilir. Birleşik Metal’in bu gücü ve cesareti var.

Bosch’taki direnç yayılacak”

- Bosch’taki sendika değiştirme süreci önümüzdeki dönemki mücadeleyi nasıl etkiler? Bu durum, basitçe bir sendika değiştirme midir?

- Bosch eskiden Maden-İş’te örgütlüydü. 1970’lerde Çağdaş Metal-İş diye bağımsız bir sendikada örgütlüydü. Bu sendikanın başkanı Fehmi Işıklar’ın Maden-İş’e katılmasıyla bu fabrikalar Maden-İş’e geçti. Bu süreçten önce Maden-İş zaten buralara girmişti. Bosch, Coşkunöz, Mako, Renault gibi fabrikalarla birlikte Bosch da Maden-İş’in elinin değdiği bir fabrika. ‘77’deki büyük grevde Bosch greve çıkmıyor ama bu grevin müzakere sürecine katılıyor. Bosch’un Birleşik Metal’e gelmesi, Bursa’daki Türk Metal hegemonyası ya da işgalinin kırılabilmesi açısından ilk adım olabilir. Bugün başarılmaması için devlet-bakanlık elinden gelen her şeyi yapıyor. Burada önemli bir direnç başlamıştır ve bu direnç dilerim kısa sürede Bursa’ya, Türkiye geneline yayılsın. Bosch’ta yaşananlar, sadece sıradan bir sendika değiştirme olarak algılanmamalıdır. Ve Bosch’taki mücadelenin yanında olmak gerekir. Verilecek desteğin soyut değil açık ve somut bir destek olması önemlidir.

Bosch’un ve giderek Bursa grubunun MESS sürecinde Birleşik Metal saflarında olması, Birleşik Metal’in işkolundaki öncü karakteri ve niteliği açısından çok önemlidir.

Metal işkolu belirleyicidir”

- Metal işçisinin Maden-İş’ten günümüze mücadele deneyimleri üzerinden bakarsak izlemesi gereken hat ne? Bu mücadele mirası bugüne nasıl taşınır?

-Metaldeki mücadele her zaman önemliydi. Bugün daha da önemli çünkü bunun dışındaki mücadeleler daha tali kalmaya başladı. İşçi sayısı açısından baktığımızda metal grubu diğer grupların çok üzerinde bir işçiyi kapsıyor. Özelleştirmelerle birlikte kamunun giderek erimesi sendikal hareketteki dengeler açısından farklılıklar getiriyor. Türk-İş’in etkisini giderek azaltıyor. Metal işkolundaki bu süreklilik, istikrar, oransal olarak da metal işkolunun etkisini arttırıyor. Metal işçisinin sektörden gelen farklılıkları var. Amerika’daki metal işçisi de Tanzanya’daki metal işçisi de, Türkiye’deki metal işçisi de kimi farklı ve özgün niteliklere sahiptir. İşkollarının işçiye kattığı farklılıklar var. Sıcak mücadeleye yatkın oluyorlar. Metal işkolunun belirleyici rolü, kapitalizm tarafından ona atfedilmiştir. Metal işkolunda çalışan işçilerin yapacağı çok şey vardır.

İşçi sınıfı hareketi politikleşmeli”

- Metal işçisi, MESS-Türk Metal ittifakını yere sermek için ne yapmalıdır? Sınıf hareketini geliştirme açısından imkan olanaklar nelerdir?

-Grup sözleşmeleri üzerinden geliştirilebilecek olan şeyler sınırlıdır. Grup sözleşmeleri, yaklaşık 150 bin işçiyi kapsamaktadır. Burada asıl değiştirecek olan şey, işçi sınıfının bütünü üzerinden örgütlenme politikasını başarmaktır. Taşeronlarda çalışan işçi katmanlarının sendikalaşmasıdır. Bunun yollarının bulunması gerekir. Bu olmadan, mevcut sendikalarla alınacak yol sınırlı bir yoldur. 600 bin sendikalı işçi vardır ama 25 milyon işçi vardır Türkiye’de. Buralardan kalkışmak gerekiyor. Taşeronlara neden girilemiyor sorusunun yanıtı açık yüreklilikle verilmelidir. Ve işçi sınıfı hareketinin mutlaka politikleşmesi gerekiyor. Sendikaların önünde politik bir önderlik olmazsa alınacak yol yine sınırlıdır. Bu iki nokta son derece belirleyicidir.

Kızıl Bayrak / İstanbul