8 Haziran 2012
Sayı: SYKB 2012/23

 Kızıl Bayrak'tan
Parti, sınıf, devrim!
15–16 Haziran Büyük İşçi Direnişi
CHP Kürt sorununa ilişkin çözüm paketini açıkladı
Faşist baskı ve terörde yeni dalga
Sınıf devrimcileri 15-16 Haziran Direnişi’ni selamlamaya hazırlanıyor
Grev yasağı, sınıfa yönelik
karşı-devrimci bir saldırıdır!
Volkan Yaraşır
Hava işkolunda grev yasağı ve sendikal hareketin mecalsizliği
“Grev yasağına karşı birleşik mücadele!”
THY’de bekleyiş sürüyor
Deri-İş ve sınıf sendikacılığı
üzerine
Metal İşçileri Birliği
Merkezi Yürütme Kurulu
Haziran Ayı Toplantısı
Gerici cephe Suriye’de etnik, dinsel, mezhepsel çatışmaları kışkırtıyor
“Direnişler yeniden okunmalı,
bilince çıkarılmalı!”
Aliağa OSB’de direniş!
Mısır’da öfke yeniden
Tahrir’e aktı!
Dinci-gericilik kadın düşmanlığında
sınır tanımıyor!
Kürtaj tartışmaları üzerine
Kadınlar kürtaj yasağına karşı sokaklarda!
Kapitalist sömürü düzenine karşı tek alternatif sosyalizmdir!.
Üniversitelerde faşist saldırılar
“Barınma hakkımızı savunalım!”
TMMOB 42. Olağan Genel Kurulu gerçekleştirildi
Devrimci sanatçılar anıldı.
‘84 Ölüm Orucu direnişçileri
ölümsüzdür!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürtaj tartışmaları üzerine...

 

Uludere katliamını kaldıramayan ve oluşturduğu bu gündemle kendini suçlu ilan eden Erdoğan, söz konusu katliamda söylenecek sözün tükendiği noktada faşizmin bir diğer yüzünü göstererek kadın sorununa dair gerici tutumunu tekrar sergilemeye başlamıştır. Sermayenin kirli ellerinin kadın bedenine dokunan bu halini tartışmaya ise tam da bu noktadan başlamıştık; yani yarattığı insanlık suçunu unutturmaya çalışan iktidarın spekülatif bir gündem yaratma gayesinden..

Her ne kadar yaratmaya çalıştığı gündem spekülatif bir amaç ile ortaya atılmış olsa da işin aslı, söz konusu bu gündemin yaşamakta olduğumuz çağa dönük bir gerçeklik olduğudur. Uzun bir süredir dillerinden düşürmedikleri “en az 3 çocuk” sözü, sınıfını temsil ettiği sermayenin daha büyük bir işçi ordusuna gereksinimini bizlere anlatmaktadır. Emeklilik yaşının uzatılması, tazminat hakkının gaspı, güvencesiz çalışma koşulları, işçilerin sendikal örgütlenme haklarının ellerinden alınması, grev yasağı, ticarileşen eğitimin 4+4+4 sistemi ve üniversitelerde Bologna Süreci ile sermayenin laboratuarı haline gelmesi her hanede niçin 3 çocuk olması gerektiğini bizlere anlatıyor. Sermaye sömüreceği/ezeceği daha büyük bir sınıf istiyor. Bunu gerçekleştirmek için işçi sınıfının çalışma koşullarını gün be gün zorlaştırıyor, emeklilik yükünü yeni nesle yüklüyor, küreselleştiği dünyaya yeni ucuz işgücünü eğiteceği sistem ile hazır hale getirmeyi amaçlıyor..

Peki bu iktidar Uludere’de ne yapıyor?

Bu iktidar Uludere’de burjuva “demokrasisi”nin gerçek yüzünü, öldürdüğü 34 insanın canı ile hafızalarımıza kazıyor. Unutma diyor; senin canın benim mülkiyetimdir. Katlettiği 34 insanın canı ile kulaklarımıza bunu fısıldıyor Erdoğan. Böylece her zaman popülerliğini koruyan bir gündem olan kadın bedenini kullanıyor. “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyor. Yani katlettiği 34 insanın canı ile doğacak olan insana ait tüm tasarruf hakkını kendinde görüyor.

Yarattığı bu faşist gündemine yabancı olmadığımız AKP hükümeti sözünü ettiğimiz kürtaj karşıtlığını yasalaştırma çabalarına başladı. Yasalaştırma gayretleri esnasında ise bilimsel olmayan dilini tüm burjuva medya ve sosyal medya aracılığı ile çekinmeden kullanmaya devam etti. Kürtaj yasağına kurumsal bir destek arayan AKP hükümeti bunu hem kendi açıklamaları ile hem de Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığı ile gerçekleştirme yolunu seçti. Söz konusu bu durumda hükümetin dini kullanma yolu ile kamuoyunu kürtaj karşıtlığına hiddetle yöneltme gayreti açıkça belli olmaktadır. Ayrıca dikkat çeken bir diğer durum ise medyada şekillenen tartışmaların AKP hükümetinin sarf ettiği sözler üzerinden ilerlemesidir. Bu durum AKP hükümetinin kanun tasarısını hazırlama süreci içerisinde destek kazanmasına zemin hazırladığı gibi başlı başına kadın sorununa dair yeni tartışma konuları da açmıştır. Medya kürtaj hakkının öncelikli olarak tecavüz mağduriyeti üzerinden tanımlanma gayreti “genel ahlaki” yargıların çizgisini aşamayarak yeni bir ahlaki baskı ortamı kurmayı sağlamaktadır. Tüm tartışmaların çerçevesinde kadının çocuğuna bakmakla yükümlü birey olduğu vurgusu ise kullanılan bir diğer toplumsal cinsiyet yanılgısını gözler önüne sermektedir. Toplumsal cinsiyet rejimi içindeki konumlaması aile üzerinden tanımlanan kadınlar, tek başına birey olarak algılanamaması sonucunda bireysel özgürlüklerini isteme çabaları büyük bir ayıp/günah/suç olarak algılanmaktadır. Kadınların kararlarının ve dolayısı ile bedenlerinin üzerindeki tasarruf haklarını ifade ettikleri eylemlerin gözaltılarla sonuçlanması ise tanık olduğumuz bir diğer zor gücüdür. Dolayısıyla kurumları ve medya aracılığı ile sermaye devletinin yeniden ürettiği bu toplumsal cinsiyet rejimi, kadının özgürlüklerini hak olmaktan çıkarıp, bedeni üzerindeki tasarruf hakkını da günah olarak nitelendirmektedir.

Kadın bedeninin adeta bir toplumsal üretim aracı haline getirilip “doğur” komutu verilmesi ve üzerindeki tüm hakların halka günah diye tanıtılarak kendi tasarrufundan alınması sermaye devletinin gelecekte yaratmak istediği nesil ile oluşturacağı ekonomik, politik ortama zemin hazırlamasıdır. Söz konusu bu durum tüm önemi ile güncel olmak ile birlikte bizleri mücadeleye çağırmaktadır. Kadının kurtuluşu hayatı ile mücadeleyi bir bütün olarak gören bir bakış açısı gerektirmekte olup, bütünlüklü bir sistem eleştirisini de beraberinde getirmelidir. Getirmelidir ki sermaye iktidarının nihai amacı olan kendini var etme ve bunu kullanma yolu olarak benimsediği kadın bedeni, kadına dair diğer tüm sorunların çözümünde yapıcı olgular ve eylemlilikler geliştirilebilsin.

E. Ada

 

 

 

 

Aynı gericilik, aynı zihniyet!

 

Sermaye hükümetinin sözcüleri son olarak giriştikleri manipülasyon çalışmalarına 12 Eylül darbesi vurgusunu eklediler.

Dinci-gerici partinin Sağlık Bakanı Recep Akdağ konuşmasında kürtajın kanunlaşmasının 1983 yılında olduğunu ve darbe yönetiminin oldu bittiye getirerek yasayı geçirdiğini ifade etti. Bu açıklamadan sonra söz alan dinci-gerici koro, kürtaj hakkının 12 Eylül darbesinin ürünü olduğunu ve gelinen aşamada kürtajı savunmanın 12 Eylül darbesini savunmak olduğunu ifade ediyor.

Kendi meşruluğunu mevcut yasayı çıkaran yönetimi yermekte arayan gericiler “kötünün iyisi” seçimini dayatıyor. 12 Eylül anayasa referandumunda da benzer bir dile sarılan AKP şefleri temel bir gerçeği gizlemeye çalışıyor.

1983 yılında, her yıl 10 bin kadının sağlıksız koşullardaki kürtaj nedeniyle hayatını kaybettiği bir tablo içerisinde kürtaj yasası hazırlandı. Yarım milyon kadının yaptırdığı ifade edilen kürtaj için yasal düzenleme getirilerek kürtajın devlet kontrolüne alınması amaçlandı.

Danışma Meclisi’nde yapılan tartışmalar sırasında Beşir Hamitoğulları adlı İktisatçı üyenin “Kadın rahmi kalas veya bir kereste deposu değildir. İstenildiğinde yüklensin, istenmediğinde tahliye edilsin.” diyerek kürtaja karşı çıkması da bugünün açıklamalarını anımsatmaktadır.

Sağlık Bakanı Kaya Kılıçturgay’ın açıklamasıysa bugün sermaye hükümetinin temel argümanı olan çocuk katilliği meselesine o günden verilmiş bir cevap niteliğinde. Kılıçturgay, “Biz, öldürülecek bir çocuk olmadığına inanıyoruz. Canlılık kavramı tartışıldı. Sprem de canlıdır, yumurta da. Döllenme başka bir olaydır, canlılığın devamıdır.” diyerek bilimsel bir çocuk tanımı yapmaya çalışıyor.

Söz alan Doktor Yıldırım Avcı dinci parti AKP şefine eşlik edenlerden. Danışma meclisindeki üyelerin çocuklarına dair istatistiki veriler sunup 3 çocuk ortalamasını sunuyor.

Danıştay Üyesi Süleyman Sırrı Kırcalı’nın konuşmasıysa kürtaj, çocuk sayısı tartışmalarının devlet cephesinden mantığına işaret ediyor. Hizmet ettiği sınıfın bilincinde olan Kırcalı “Çocuk bir millet için büyük bir güçtür. Çocuk, evlat; tezgâhı yürütecek, sabanı yürütecek, çapayı yapacak...” diyerek ucuz işgücü için kanun tasarısını reddetmeye çağırıyor.

Tüm bu açıklamaların bugün ifade edilen kapitalizmin kadın algısından bir farkı yoktur. Darbecilerin Danışma Meclisi de AKP’nin hükümeti de aynı gericilikten beslenerek burjuvaziye kan taşıyor.

12 Eylül darbesi sonrası çıkarılan anayasadan yasalara kadar her madde emekçilerin sefalet ve sömürüsünü katmerlemiş, burjuvaziye engin kaynaklar sunmuştur. AKP eliyle çıkan her yasa ve uygulama da aynı efendilere hizmet etmektedir. Bu yanıyla ‘83 Danışma Meclisi’nde kürtaj yasası için yapılan tartışmaların tutanaklarına bakmak bile arada fark olmadığını göstermektedir.

O dönem yasanın çıkarılması sırasında da bugün yasaklanması tartışmasında da aynı gericilik, kadını ikinci cins gören aynı zihniyet iktidardadır.