16 Aralık 2011
Sayı: SİKB 2011/47

 Kızıl Bayrak'tan
Mücadelenin geleceğini sınıfın bağımsız inisiyatifi belirleyecektir!
“Sıfır sorun”dan “herkesle çatışma”ya
İktidar ve rant uğruna cemaat savaşları.
Ankara’da binler haykırdı:
Hepimiz eşkıyayız!
Polis-yargı-Adli Tıp işbirliğiyle
kadına işkence!
Türk-İş’te “değişim” olmadı
DİSK: “Mücadele... mücadele... mücadele...”
Armine'de direniş kazandı
Mersin Büyükşehir Belediyesi’nde örgütlenme deneyimi
Sınıf sendikacılığı bayrağı altında birleşelim!
19-22 Aralık katliamı ve direnişi
11. yılında!
“Bedenlerini aldılar ama bilinçlerini teslim alamadılar”
“Operasyonun yapılacağı
biliniyordu”
“F tipi cezaevleri kapatılmalıdır”
Sermaye devletinin “insan hakları”
sicili: Dizginsiz baskı ve terör!
Maraş’ın katili sermaye devleti!
Erdal Eren mezarı başında anıldı.
AB’nin periferisi
Çinleşiyor… - Volkan Yaraşır
Rusya’da onbinler gerici rejime
karşı alanlara indi
‘İşgal et’ eylemleri ABD limanlarına sıçradı
BM Dünya İklim Zirvesi’nden
sonuç çıkmadı.
Devlet bizi sevmesin - G. Umut
Çetinsaya YÖK’e, Özcan Köşk’e!.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“F tipi cezaevleri kapatılmalıdır”

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Sekreteri Ümit Efe, 19 Aralık katliamını ve F Tipi cezaevlerini gazetemize değerlendirdi...

F tipi cezaevleri sadece bir mimari proje değildir, ideolojik bir konseptin ürünüdür. F tiplerine geçiş ve geçiş sonrasında yaşanan bütün dramatik sonuçlar bu ideolojik konseptin kendisiyle ilgiliydi. Bu bir CIA projesidir aslında. Bizim ülkemizde uygulanan güvenlikli izolasyon modelleridir. Stammheim gibi Baader-Meinhof mensuplarını tecrit ettikleri yerler “yüksek riskli güvenlikli” biçiminde tarif ediliyor. Özü itibariyle siyasal iktidarlarının kendilerine muhalefet eden insanları yok etmek için kullandıkları ve giderek de daha fazla insandan bir şey çalan, daha fazla insana sessiz bir işkence yapan, daha fazla insana sadece kimliğinden ve kişiliğinden değil, insan olmasını belirleyen varoluş koşullarından uzaklaştıran bir proje. İktidarların zalim metodlarla varlıklarını ikame ettikleri bir sistem...

Türkiye’de F tiplerine geçilmeden önce biz dünyada tecrit edilmiş insanlarla konuştuk. Cezaevlerinde uzun yıllar, 15-30 yıl geçirmiş insanlarla. Emperyalist ülkelerin savunma bakanlıklarının yaptıkları deneyleri inceledik, bu deneylerde hep mahkumlar kullanılmış. Shenes’in 24 maddelik listesi çıkıncaya kadar, insanlar kobay gibi kullanılmış. F tipleri aslında insan üzerinde yapılan deneylerle ikame edilmiş bir giyotin. Sadece yalnız bırakmakla yetinmiyor. Her gün bir parça daha şiddetini arttırıyor. Bu anlamda da hapishanenin kendisi zaten bir saldırı mekanizması, bir şiddet konsepti ama F tipleri, en üst işkence metodu olarak biliniyor. BLA (Siyahlar Ordusu), Kızıl Tugaylar, Baader-Meinhof , bizim ülkemizde de devrimci, muhalif tutsaklara ve yurtseverlere uygulandı. Zaten o kadar ideolojik bir plandı ki F tipi cezaevlerine altyapısız geçildi. 21 cezaevine saldırılarak aynı anda onlarca insanöldürüldü. Korkunç bir katliam gerçekleştirildi. İnsanlar cayır cayır yakıldı. Tanınmayacak kadar işkence edildiler. Müthiş bir şiddet uygulandı ve bu her gün televizyonlardan topluma yedirildi.

Ardından İnfaz Hakimliği yasası çıkarıldı, bir takım genelge ve yasalar dereye sokuldu. İnsanlar açlık grevine girdiği zaman Üçlü Protokol’ü aşan bir genelge çıkarıldı. Yeni Ceza İnfaz Kanunu oluşturuldu. Polis Salahiyetleri yasasında değişkiler bir biçimde hapishanelere yansıtıldı. Bugün de biraz daha fiziki müdahaleyi güçlendirecek önlemler almaya çalışıyorlar.

“Türkiye’deki mahpusların örgütlülüklerini bozamadılar”

Mahpuslar açısından ne oldu? İktidar aslında planını hem şiddet ayağıyla hem de ideolojik-politik alt yapısıyla kurdu ve mahpusları içeri tıktı. Biz Türkiye’deki mahpusların dünyadaki diğerlerinden çok daha direngen olduğunu düşünüyoruz. Çünkü örgütlülüklerini bozamadılar. Bir örgüte ait olmayı kastetmiyorum. Birey olarak varolabilme örgütlülüğünü kastediyorum. Çünkü izolasyon önce bunu ortadan kaldırıyor. Fakat onlar hayatlarını sürdürdüler, eylemlerini yaptılar, bir biçimde birbirleriyle iletişim kurabilmek için azim gösterdiler. Bu yüzden Türkiye’deki ve Kürt coğrafyasındaki mahpusları tamamen yalnızlaştırmayı başaramadılar.

Dünyadaki örneklere baktığımızda bir parça İtalyan Kızıl Tugaylar dışında örgütlülükler korunamamış. Ama bizim ülkemizde hakikaten bunu beceremediler. Bizim ülkemizin politik mahpusları insan olma bilincini ve direnme ruhunu baskıya karşı direnme diyalektiğini, direnme hakkını son derece iyi kullandılar.

“F tipi koşulları fizyolojik olarak hastalanmalara yol açıyor”

Ama tabi işkence, baskı, yalnızlaştırma, şiddet, birebir tahakküm ve gözetleme mahpuslar üzerinde değişik fonksiyonlar yaratıyor. Bu onların hem fiziksel hem ruhsal direngenliğini etkiliyor. İçeride bir yığın hasta insan var. Kanser gibi çok ciddi hastalıkları olanlar var. Hayati tehlike riski taşıyan 300’ün üzerinde hasta mahpus var. Tabi siyasal iktidar bunların hiçbirini önemsemiyor. Adli Tıp Kurumu bilirkişi olma özelliğini yitirmiş faşizan bir kurum. Oralardan insanların tahliye olması çok zor.

Mesela kanser hastalığını havasızlık, hijyen olmayan koşullar tetikliyor. Değişik dönemlerde birçok kez açlık grevi yapmış insanlar, yani direnme güçleri, bağışıklık sistemleri çok zayıflamış durumda. Sürekli baskı ve şiddet altındalar. Konseptin kendisi de öyle. 8 metrekarede, küçük bir camdan hava aldığınızı ve günde birkaç saat havalandırmaya çıkabildiğinizi düşünsenize... Bu fizyolojik olarak hastalanmalarına neden oluyor. Tedavileri engelleniyor. Serbest bırakılmaları da  engelleniyor. İnsanlar bir veda hakkını bile kullanamadılar. Abdullah Akçay, Güler Zere, Osman Kezlere en son kaybettiklerimiz.

Bununla beraber İnfaz Yargıçlığı’nı kurdular; her içeri giren yayını denetliyorlar, yasaklıyorlar, savunma hakkını engelliyorlar. Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde geçen gün kaloriferleri yakmadılar, sıcak su vermediler. İnsanlar yüz felci geçirdi.

Bunlar bizim ülkemizde her zaman oldu. Bütün hapishane tarihinde mahpusu insan saymayan inkar ve imhaya dayalı bir politik iktidar hakimiyeti vardı. Baskı ve yasaklar şimdi planlı bir biçimde yapılıyor. Master planının önemli bir parçası olarak yapılıyor. Hücrede yakılan elektriğin parasını mahkumdan almaya kalkıyorlar. Kapatamıyorlar da, çünkü kapatsalar mahpusu denetleyemeyecekler. İşkence hala devam ediyor. Hastalar eli kelepçeli muayeneye götürülüyorlar, tedavi olamadan geri dönüyorlar. Suzan Zenin örneği... Bir gazeteci, haksız yere tutuklanmıştır. Sırf kelepçesi çözülmediği için muayene olamamıştır  ve çıktıktan iki ay sonra ölmüştür. Böyle çok örnek var.

F tiplerinde açıktan yok ediyorlar. Siyasal iktidar tarafından açık açık ilan edilmiş, şiddetin dozajı ve biçimi açısından bir meydan okuyuştur.

“Tredman uygulanamıyor”

Bugün dikkati çekmek istediğimiz konu şu: Hapishanenin kendisi sektörel bir mantıktır.  Hapishaneler kapitalizmin doğuşuyla başladı ve ucuz işgücü ucuz emek gücünü kullanmak için oluşturuldu. Bütün donsuzlar, klaşörler, sokakta yaşayanlar hapishaneye dolduruldu. Bunun için ilk Fransa’da Bastille’i bastılar. Bu kapitalizmin ütopyası oldu. Tek merkezden kontrol edilebilir bir sektör. Şimdi hapishaneler oraya gidiyor. F tipi cezaevlerinin içinde de işlikler, iş atölyeleri var. Fakat siyasi tutuklulara tredman uygulanmaz. Çünkü onları “iflah olmaz” kabul ediyorlar. Tretman ıslah olabilir, tedavi edilebilir hastalara uygulanan bir tedavi yöntemi olarak tarif edilir. Siyasiler iflah edilmez olarak kabul edildikleri için, onların tek karşılığı şiddettir. Adli mahkumlar açısından da direnenlere yine tredman uygulanmaz. Maltepe’de haksızlıklara karşı direnen çocuklar var. Bakırköy Cezaevi’nde kendilerini yaktılar. Onlara da tredman uygulanmadı. Çünkü onlar da sisteme uyum göstermediler. Sisteme uyum gösterenlere tredman uygulanır. Tredmanın bu yüzden altını çizmek istiyorum. Siyasi tutsakların ekmeği baskı ve işkencedir, yok etmedir. Her yol denenir. Psikiyatristler de bunu tartmak için hapishanelere girerler. Onun için siyasi mahpuslar psikolojik testleri yapmayı reddederler.

Bir master planı vardı. Yazılmış bir master planı ortaya çıkmadı ama F tipleri izolasyonu, tecridi ele geçirmeyi, tek merkezden kontrol edebilmeyi, kişiyi yok etmeyi hedefleyen çarkını sürdürdü. Biz 3 kapı, 5 kilit gibi formülasyonları tartışmak yerine açık açık F tipi cezaevleri kapatılmalıdır diyoruz. Biz insan hakları savunucuları hapishanesiz bir dünya savunuyoruz. Hapishanelerin bir ıslah yöntemi olamayacağını söylüyoruz. Hümaniter insan hakları felsefesi açısından da başka yolların denenmesi gerektiği düşünüyoruz.

“19 Aralık topluma verilen mesajdır”

19 Aralık’a dönecek olursak 2’si asker 32 kişi yaşamını yitirdi. Cezaevlerinde katliamları  yaşamadık mı, yaşadık. Ulucanlar’ı yaşadık. Diyarbakır’da demir çubuklarla kafalarını parçaladılar, anneleri bile çocuklarını tanımadı. Fakat bir çok katliam bir gerekçeye dayandırılarak yapıldı. Mahpusların sosyal talepleri öne sürüldü. Bir biçimde ideolojik hakimiyetini kurabilmek için lokal saldırılarında gerekçeler buldular. 19 Aralık’ın ayırt edici iki özelliği vardı. Saldırısına hiçbir gerekçe göstermemiştir. “Açlık grevi, ölüm orucu” demiştir ama o güne bu ülkenin cezaevlerinde  yüzlerce kez açlık grevi yapıldı. Planlı bir şekilde 22 cezaevine aynı anda saldırılmıştır. Bu saldırının da 1 yıldır planlandığı söylendi. 19 Aralık yeni bir hapishane modeline daha şiddetle yok eden bir modele geçiş için açık açık yapılan bir katliam.

Fakat asıl Türkiye’nin siyasal konjoktürüne bakıldığında gelişen bir muhalefet var, işçi hakları gaspediliyor, siyasal iktidar kendini yapılandırmaya ve kabul ettirmeye çalışıyor. Açıkça 19 Aralık topluma dayatılan bir mesajdır. Ondan sonra insanlar sokağa çıkamamıştır. Katliamlar yaşandı, ertesi gün biz basın açıklaması yapan 5 kişiydik.

“Unutmamalı, unutturmamalıyız”

Hapishaneler şiddet, ölüm üretmeye devam ediyor. Bugün yapılacak olansa örgütlü mücadelenin yükseltilmesi, bütün bu gelişmelerin karşısında bilinçli bir dirayetle durulmasıdır. Saldırı bilinçli ve planlıysa, ideolojik ve planlı bir karşı çıkışla yıkabilirsin.

Toplumsal bellek unutmaya dayalıdır. Toplum bu katliamları, baskıyı ve şiddeti unuttu. Ne  19 Aralık’ı unutmalıyız, ne Ulucanlar’ı, ne de sesini duyuramayacak kadar yalıtılmış insanları... Onlar bizim insanlarımız, bizim değerlerimiz. Yarın bizler de orada bulunabiliriz. F tipi hapishaneleri yıkıncaya kadar unutmamalıyız, unutturmamalıyız.

Kızıl Bayrak / İstanbul