=

3 Haziran 2011
Sayı: SİKB 2011/21

 Kızıl Bayrak'tan
Kitle hareketinde militanlaşma eğilimi
AKP eliyle gerçek olan asalak burjuvazinin hayalleridir
Kürt halkı baskı ve inkara karşı
direnişini sürdürüyor!
Her yer Hopa!
İzmir’de seçim paneli 
İstanbul’da yaygın seçim faaliyeti
Aydınlı’da işçilerin birliği, halkların kardeşliği gecesi
Legrand’da sendikaya rağmen direniş 
Ontex/Canbebe direnişinde 100. gün deklarasyonu
Boykot çağrısı büyüyor...
İşçilerden düzen partilerine oy yok!
Ortadoğu’da halk isyanları emperyalist kıskaç altında
Filistin’de siyonist
abluka parçalanıyor!
Bir köprü kadar uzaktı ve isyan ateşi Cebelitarık’tan geçti
Yunanistan’da kriz derinleşiyor
Avrupa’da sınıf mücadeleleri - Volkan Yaraşır
Almanya’da nükleer
santraller kapatılacak
Douwe Egberts’de greve doğru
“Bologna Süreci”ne de devlet terörüne de teslim olmayacağız!...
Gençlik Yükseköğretim Kongresi’ni sokaklarda karşıladı.
Petrol-İş Sendikası Genel Eğitim ve Örgütlenme Sekreteri Nimetullah Sözen ile Kamu TİS süreci
üzerine. konuştuk.
Sağlıkçılar çok ses çıkaracak
AKP’den Alevilere seçim oyunu
“Onurumuzu savunuyoruz”
Kayıplar mücadelesinde 16 yıl
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ortadoğu’da halk isyanları
emperyalist kıskaç altında

G8 şeflerinden gerici hamleler

Emperyalist güçlerin şefleri, “devrim” diye tanımladıkları Arap dünyasındaki halk isyanlarını destekleme yarışına girmiş görünüyorlar. Önce ABD başkanı ile İngiliz başbakanı “devrimlere destek”lerini ilan ettiler. Son olarak ise Fransa’da toplanan G8 Zirvesi’ne katılanlar da aynı telden çaldılar.

Bu kaba ikiyüzlülüğün bir nedeni sefil çıkarlar uğruna yaşanan emperyalist rekabetse, diğeri emekçilerin meydanlardan yansıyan iradelerini kırmak, olmuyorsa yozlaştırıp amacından saptırmaktır. Başını ABD ile bölgedeki İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye gibi suç ortaklarının çektiği karşı-devrim hamlesi yeni değil. Bahreyn’den Libya’ya, Yemen’den Suriye’ye, diktatörleri alaşağı eden Tunus ve Mısır’a kadar uzanan geniş bir alanda bu uğursuz faaliyet devam ediyor. Farklı araç, kişi veya kurumlar üzerinden devam eden bu gerici faaliyet, G8 şeflerinin “Arap devrimlerini destekliyoruz” şeklinde karar almaları karşı-devrimci bozgunculuğa farklı bir boyut katmış oldu.

Diktatörlerin hamileri halkların safına mı geçtiler?

Alaşağı edilen, tahtı sarsılan veya halen diken üstünde olan diktatörler, düne kadar emperyalistlerle sıkı işbirliği içindeydiler. Devrilen her iki diktatörü de son ana kadar savunan emperyalistler, halkların isyanı karşısında işbirlikçi uşaklarını savunamaz duruma düşünce, “artık çekilin” mesajı vermek zorunda kaldılar.

İkiyüzlülük bununla sınırlı değil. Demokratik yönetimlerden yana olduklarını vaaz eden emperyalistler, silahsız sivil halkı işgalci Suudi ordusunun desteği ile ezen, onlarca kişiyi kurşunlayarak veya işkencede katleden, muhaliflere karşı sürek avı gerçekleştiren Bahreyn despotu el Halife’yi halen destekliyorlar. Zira bu despot, ABD ordusuna bağlı 5. Filo’nun Bahreyn’de üslenmesine izin veren kişidir.

Her tür demokratik hak ve özgürlüklerin azılı düşmanı olan Suudi Arabistan’ın şeriatçı rejimine de destek veren emperyalistler, Körfez ülkelerindeki diğer kokuşmuş petrol zengini kralları da himaye ediyorlar.

Görüldüğü üzere emperyalistler, Arap dünyasındaki en rezil rejimlerle halen çok iyi geçiniyorlar, hatta bu ortaçağ kalıntısı rejimleri özellikle koruyan bir politika izliyorlar. Zira bu ülkelerde halkın iradesinin yönetime yansıması, bizzat emperyalistler için kabus olurdu. Çünkü o durumda ne bu ülkelerdeki zenginlik o kadar kolay yağmalanır, ne de bu ülkeleri emperyalist orduların üssü olarak kullanmak mümkün olurdu. Geriye halkların isyanıyla gayr-ı meşru duruma düşen rejimler kalıyor ki, zaten bunların savunulacak bir tarafı kalmadığı için, emperyalist şefler “halklardan yana” olduklarını ilan edebiliyorlar.

Demek ki, emperyalistler halkların kendi kaderini belirlemesini değil, tersini, yani halkların “güdülen sürüler” olarak kalmasını istiyorlar. Bundan dolayı halen en rezil diktatörlerin arkasındalar. Bu kaba riyakârlık hiç şaşırtıcı değil, zira emperyalizmin varlık koşullarından biri, halkları köleleştirip rahatça sömürebilmektir.

Ortaçağ kalıntısı rejim için Yemen’i iç savaşa sürüklüyorlar

Yemen’de aylardan beri milyonlarca emekçi ve genç alanlarda eylem yapıyor; buna karşın diktatör Abdullah Salih’in defolmasını isteyen milyonların iradesi, emperyalistleri ilgilendirmedi. Amerikan işbirlikçisi Salih’i korumak için uğraşan emperyalistler, Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez İşbirliği Konseyi aracılığıyla Yemen’e müdahale ettiler. Salih’i kurtarıp halk isyanını yatıştırmaya çalışan bu gerici güçler, alanları dolduran milyonların, diktatör karşıtı net tutumlarına rağmen son ana kadar Salih’e destek verdiler. Suudi rejiminin çıkarları için Abdullah Salih’e destek veren gerici cephe, Yemen’i iç savaşın eşiğine taşımaktan çekinmedi.

Eğer ABD onayıyla Suudi Arabistan üzerinden sağlanan destek olmasaydı, Yemen diktatörünün olayları bu aşamaya taşıması mümkün olmazdı. Oysa bu gerici cepheden güç alan Abdullah Salih, ülkeyi iç savaşın eşiğine getirebildi. Bu vahim durumun ortaya çıkmasından diktatör Salih kadar onu destekleyen Suudi Arabistan ve ABD de sorumludur. Yemen’deki olayların aldığı boyut, “halkların iradesine saygılıyız” söyleminin iğrenç bir uydurmadan ibaret olduğunun çarpıcı kanıtlarından biridir.

Tunus ve Mısır’a destek mi köstek mi?

Önce ABD başkanı ile İngiltere başbakanı, ardından G8 şefleri, “Tunus ve Mısır halklarının arkasındayız” türünden açıklamalar yaptılar. Ardından IMF ve Dünya Bankası eliyle “mali destek” vereceklerini ilan ettiler. Haydut takımı, “mali destek” vaatleriyle halkları destekledikleri zırvasına inandırıcılık kazandırmaya çalışıyorlar.

Uzun süren isyanların ekonomileri sarsması kaçınılmazdır. Bu durumu kullanan emperyalist güçler, Tunus ve Mısır’da işbaşında bulunan geçici hükümetlere “yağlı krediler” vaat ederek, bu yönetimleri kontrol altına almaya çalışıyorlar. Emperyalistlerin mali tetikçisi İMF’ye elini verenin kolunu kaptırdığı herkesin malumu iken, isyan ederek diktatörleri alaşağı eden hakları “mali yardım” masalına kimse inandıramaz. Zira emekçiler, çektikleri kahrın sadece diktatörlerden değil, onları destekleyen emperyalistlerden de kaynaklandığının da farkındalar.

Ekonomik yönden bağımsız olmayanın siyasal yönden bağımsız olması mümkün değildir. Zira ekonomik bağımlılık siyasi, askeri ve diplomatik bağımlılığı da peşinden sürükler. Fransa’nın Deavull kentinde G8 Zirvesi’ni toplayan haydut takımının Tunus’la Mısır’a mali yardım vaat etmesi, “demokrasi isteyen halklar için” ise 20 milyar dolarlık bir fonun oluşturulacağının ilan edilmesi, Arap dünyasında yeni kurulan veya kurulacak yönetimleri ilk günden işbirlikçi konuma düşürmek içindir. Bunun anlamı ise, işbirlikçileri kovan halkların iradesinin bir kez daha ipotek altına alınmasıdır.

Halk isyanlarını gözden düşürme çabası...

Halk isyanlarının patlak vermesine yol açan nedenler, onyıllara yayılan vahşi neo-liberal saldırılar ve kapitalizmin küresel krizinin yıkıcı sonuçlarıydı. Baskı ve terör ile işçi ve emekçileri, hatta düzen içi muhalefeti ezen zorba rejimlerin gözü dönmüşlüğü ise, biriken öfkenin tuzu biberiydi. Aslında neo-liberal yıkımla diktatörlük birbirini tamamlıyordu. Zira bu kadar pervasız saldırılar, ancak diktatörler eliyle hayata geçirilebilir. Tıpkı Türkiye’de 24 Ocak istikrar programının 12 Eylül askeri faşist cuntası eliyle hayata geçirilmesi gibi.

Hal böyleyken, emperyalist şeflerin isyanların temel kaynaklarından biri olan IMF reçetelerini yeniden gündeme getirmeleri, küstahlığın dikalasıdır. Ancak mesele bundan ibaret değil. Bu pervasızlığın esas hedefi, “G8 şefleri desteklediğine göre, halk isyanlarının kapitalist/emperyalist sistemle bir alıp/veremediği yoktur...” yanılsamasını yaratmaktır. Halk isyanları öyle bir şekilde sunuluyor ki, sanki diktatörleri alaşağı edenlerin tek derdi yolsuzluğa, rüşvete karşı çıkmak ve ilk fırsatta seçimlerin yapılmasını istemekten ibarettir.

Oysa diktatörlük de yolsuzluk da rüşvet de neo-liberal saldırıyı tamamlayan icraatlardan başka bir şey değiller. Sonuç olarak, bağımlı ülkelerde emperyalistlerle işbirliği yapıp neo-liberal saldırıları hayata geçiren bir yönetimin zorba olması kaçınılmazdır. Buna karşın son günlerde emperyalistlerle işbirlikçileri, olguyu nedenlerinden ayırarak, halk isyanları üzerinden kapitalist/emperyalist sistemi aklamaya çalışıyorlar.

Emekçileri meydanlardan kovmak istiyorlar

Tunus ve Mısır’a dönük çok yönlü müdahaleler ise, biran önce emekçilerin iradesini kırıp, onları “güdülen sürü” konumuna düşürmeyi hedefliyor. “Diktatörü devirdiniz, artık özgürsünüz, eskileri unutmak gerek, barışalım, yeni kurulan geçici yönetimlere iş yapmaları için zaman tanıyalım, işimize gücümüze bakalım, sokaklara çıkmaya gerek yok artık, nasıl olsa demokratik yönetimler inşa ediliyor. Artık işlerimizi bu yönetimler görecek, meydanlara çıkmanın zamanı geçti vb. vb....”

Bu retorik özelikle Tunus ve Mısır’da pek çok çevre tarafından dillendirilmektedir. Yönetimden pay alma olanağına kavuştuğunu varsayan düzen partileri, emperyalistlerin fonladığı “sivil toplum” kuruluşları, yayınlar, kitle hareketinden korkan gerici çevreler, din adamları ve bir takım liberaller... Üslup farklı olsa da, bu söylemde birleşiyorlar.

Obama’nın açıklamaları ve G8 şeflerinin “halkları destekleme” hamlesi de bu söylemleri tamamlıyor. Gerici güç odaklarının bu seferberliği tesadüf değil. Zira Ortadoğu gibi bir coğrafyada kapitalizmin geleceksizliğe mahkum ettiği genç kuşaklarla emekçilerin meydanlarda söz söylemeleri, dünyanın efendileri için istenecek son şeylerden biridir. Emekçilerin evlerine hapsedilmesi, tüm gerici güçlerin ortak kaygısıdır. Zira emekçiler meydanlarda oldukları sürece onları denetlemek, safsatalarla kandırmak, onları hiçe sayarak iş yapmak, emperyalist/siyonist güçlere gönül rahatlığıyla uşaklık etmek mümkün değil. Dahası, meydanlara çıkmaya devam eden emekçilerin daha da bilinçlenmesi, egemenlerin karşısına yeni taleplerle çıkması da kaçınılmazdır. Bu ise düzenin efendileri için can sıkıcı bir toplumsal basınç anlamına gelir ki, bundan dolayı tüm gerici güçlerle emperyalist efendileri, emekçiler meydanları terk edene kadar diken üstünde kalacaklardır.

İsyanın kazanımları, ancak isyan
ruhunun diri tutulmasıyla korunacaktır!

Halk isyanlarına aktif katılım sağlayan genç kuşaklarla emekçiler, hem meydanlarda bilinç sıçraması yaşadılar hem yarattıkları direniş destanları içinde yoğruldular. Dolayısıyla kazanımlarını gaspetmeye dönük hemen her hamlenin farkındalar. Bunun farkında oldukları içindir ki, meşru/militan mücadelede ısrar ediyorlar. Hem Tunus’ta hem Mısır’da eylemlerin devam etmesi bunun göstergesidir. Her iki ülkedeki deneyimler, sadece diktatörü devirmek için değil, diğer taleplerin gerçekleştirilmesi için de eylemlere devam etmenin zorunlu olduğunu gösteriyor. Zira şu ana kadar tüm kazanımlara bu sayede ulaşılmıştır. Tunus’ta “devrimin kazanımlarını koruma komitesi”nin kurulması, bununla birlikte sokak eylemlerinin devam etmesi, en azından isyanda aktif rol alan kesimlerin sürece müdahale etmeye devam ettiklerini gösteriyor.

Mısır’da ise, Tahrir Meydanı eylemleri ile Yüksek Askeri Konsey üzerinde basınç uygulama taktiği sürdürülüyor. Geçen Cuma yapılan eylemin “Devrimi kurtarma” veya “İkinci öfke günü” olarak adlandırılması ve eylemlere yüzbinlerce kişinin katılması, sınıflar mücadelenin devam ettiğini göstermektedir.

Hem Tunus’ta hem Mısır’da devam eden mücadele, bir arınma süreci olarak da işliyor. Zira iktidardan pay alma aşamasına gelen burjuva partiler, artık sokak eylemlerinden, meydan işgallerinden rahatsız olduklarını açıkça dile getiriyorlar. Müslüman Kardeşler’in geçen Cuma Tahrir Meydanı ve diğer kentlerde yapılan eylemlere karşı çıkmaları, hatta karşı devrimci bir girişim” olarak suçlamaları, bu gerici partinin sokak eylemlerinden rahatsız olmaya başladığının, dahası açıktan gerici cephede konumlandığının göstergesi olmuştur.

Eylem sonrasında bu tutumu teşhir olan Müslüman Kardeşler, farklı argümanlar kullanmaya başlamış, harekete bağlı gençlik örgütünün isterse eylemlere “bağımsız” olarak katılabileceğini açıklamak zorunda kalmışlardır.

Tunus’ta AKP’yi “model” alan An Nahda adlı dinci parti de benzer bir tutum sergiliyor. “Arınma”, bazı çevrelerde isyancı güçleri zayıflatan bir etkenmiş gibi algılansa da, olumlu bir gelişmedir. Zira diktatör alaşağı edildikten sonra çıkarlar farklılaşmıştır. Bu da her sınıfın kendi bayrağı altında mevzilenmesine giden yolu açacağı için olması gereken bir ayrışmadır. İşçi sınıfı ve emekçiler için ise temel sorun, öncü devrimci partilerini inşa edip, sınıf savaşını planlı, programlı, hedefli ve örgütlü bir tarzda sürdürmektir. Son günlerde hareketli bir dönem yaşamaya başlayan Arap dünyasındaki sol sosyalist güçler, muhakkak ki bu temel eksikliği gidermenin yollarını da arıyorlar.