31 Aralık 2010
Sayı: SİKB 2010/50

 Kızıl Bayrak'tan
2011 mücadele ve örgütlenmede
sıçrama yılı olmalıdır!
Amerikancı rejim siyonist İsrail’le arayı düzeltme telaşında
Torba yasasına karşı mücadele, engeller ve görevler
Mücadele fabrikalar düzeyinde sürecek!
Kampanya çalışmalarından..
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ocak Ayı
Toplantısı Sonuçları
Metal işçisinin öfkesinden kurtulamayacaksınız!
Teklif reddedildi
eylemler sürüyor..
Buca direnişinde kritik aşama
2011 sınıf mücadelesinin
yükseltildiği bir yıl olmalıdır!.
Kriz derinleşirken sosyal mücadele büyüdü
2011 Sokağın, kavganın,
barikatın yılı
olacak! - Volkan Yaraşır
KESK’te genel kurullar
Sa-ba işçisi hakları ve
onuru için direniyor!
BERİCAP işçisi
örgütlülüğüne sahip çıktı
Üniversitelerden.
Ankara’da 15. yıl etkinliği
Maraş katliamı lanetlendi!
İsrail’in “dökme kurşun” vahşeti 2. yılında
Ölüm dalga dalga
hayatı kuşatıyor!.
“Kayıpların sorumlusu devlettir!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ölüm dalga dalga hayatı kuşatıyor!

Piyasa koşullarına bağlı olarak gelişen teknoloji insan hayatını hiçe saymaya devam ediyor. Kar güdüsüyle gerekli araştırmalar yapılmadan ve tehlikeleri tam anlamıyla çözümlenmeden piyasaya sürülen teknoloji bir yandan doğal dengeyi bozarken bir yandan da insan nesli üzerinde kalıcı hasarlar bırakıyor. Nükleer santraller bunun en görünür kısmı olsa da günlük yaşamı kuşatan elektronik cihazlar adeta ölüm saçıyor.

Hemen herkesin hayatında bir şekilde yer edinen cep telefonlarının sağlığa verdiği zarar uzun bir süredir biliniyor ve sıklıkla tartışılıyor. Ancak Sakarya Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Osman Çerezci’nin yaptığı açıklama mevcut durumun her geçen gün daha da kötüye gittiğini ortaya koydu. Çerezci, son yıllarda daha fazla maruz kalınan elektromanyetik radyasyonun insan sağlığını olumsuz etkilediğini söylerken yüksek gerilim hatları, elektrikli ev aletlerinin yanısıra özellikle baz istasyonları ve cep telefonlarıyla elektromanyetik kirliliğinin ciddi boyutlara ulaştığını dile getirdi. Bunun sonucu olarak da beyin tümörü, kanser, yorgunluk, lösemi, kısırlık, hafıza kaybı, iştahsızlık, uyku bozukluğu, depresyon gibi birçok rahatsızlığın ortaya çıktığını belirten Çerezci neden olduğu araştırmalarla kanıtlanan bir kirlilikten mutlak korunmak gerektiğini anlattı. 
Özellikle yeni nesil olarak sunulan 3G teknolojisinin çok büyük zararlar verdiğini söyleyen Prof. Dr. Osman Çerezci “3G’li cep telefonları 2100 MHz frekansla, mikro dalga fırınlar ise 2450 MHz frekansla çalışıyor. Birbirine çok yakın frekanslar. 1800 de masum değil, ancak 2100 MHz frekansla çalışan bir cep telefonu, mikro dalga yayan bir alet. Siz onu beyninize tutarsanız, konuştuğunuz o süre dalga ışınlanıyor. 3G’li telefonla konuşmak, mikro dalga fırın kulağa tutuluyormuş gibi beyne elektro manyetik dalgalarla zarar veriyor” dedi. Çerezci şöyle devam ediyor: “Mikro dalga fırında neden 2450 frekans seçiliyor? Bu 2450 MHz, et gibi gıda malzemelerine, biyolojik ürünlere en fazla elektro manyetik ışınlaması yapan frekanstır. İletişim yaparken mikro dalga fırını başımıza tutmuş gibi oluyoruz. Mikro dalga fırına bir kemik, bir de et koyun. Et hemen pişer ve eti elinizle tutamazsınız. Kemik ele alınabilir. Çocuklarımız ve gençlerimiz de et gibi aynı yapıya sahip. Yüksek güçle çalıştığı için daha çok elektro manyetik dalga yayan bu telefonlar, çocukları ve gençleri daha fazla etkiliyor. Uzun süre konuşan bir kişinin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Araştırmalar, cep telefonu ile beyin kanser ilişkisini ortaya koymaya başladı.”

Prof. Dr. Osman Çerezci’nin savlarına ise yanıt gecikmedi. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tunaya Kalkan 3G’yi aklayarak: “Mikrodalga fırınların 2450 MHz frekansı çok özel ve tam su molekülünün rotasyonu üzerine etkili. Ayrıca birinde en azından 500-600 Watt güç basılırken, cep telefonu mili Watt seviyesinde. Aralarında neredeyse milyon kat fark var” dedi. Yine bir başka 3G savunusu da Teknoloji Bilgilendirme Platformu Başkanı Serhat Özeren’den geldi. Özeren baz istasyonları ve cep telefonlarının radyasyon yaydığı, kanser yaptığı gibi iddiaların doğru olmadığını kaydederek, “uluslararası bilimsel araştırmalar, baz istasyonları ve cep telefonlarının sağlığa olumsuz etkisini ispatlamış değil” dedi. Görünen o ki rakamlar ve kavramlar yine demagojinin malzemesi yapılmaya devam ediyor. Evet, cep telefonu mikrodalga fırın kadar güçlü olmayabilir, zaten olsaydı birkaç saniye içinde yaklaştığı yerdeki tüm suyu buharlaştırması ve pişirmesi gerekirdi. Ancak etrafınızda birçok ufak çapta elektromanyetik alan yaratan güç kaynağının aynı anda çalıştığını düşündüğümüzde bunun bazı sonuçlarının olacağını kabul etmemek saflık olacaktır. Kansere yol açan “hücre bozulmasının” bu sonuçlar içinde olduğu birçok açıdan kabul edilmiş bir durumdur. Geriye kalan kısmına dair de örneğin sigaranın akciğer kanserine yol açtığına dair kanıtların ağırlıkla “istatistikî” çalışmalar olduğunu ve bundan 15-20 yıl öncesine kadar sigaranın kesinlikle zararsız olduğunu iddia eden oldukça geniş bir uzman kesimin varlığını biliyoruz. Mikrodalganın kanserle olan ilişkisi, kendisinin kanseri oluşturması, kanser yapıcı maddelerin hücreye girişini kolaylaştırması veya mevcut kanserli ortamın yaygınlaşmasını hızlandırması şeklinde üç temel biçimde olur. Mikro dalga, DNA’yı onararak kanseri engelleyen melatonini azaltmakta ve dolayısıyla vücudun bağışıklık sistemi zayıflamaktadır. Sonuçta mikrodalgalar nedeniyle lösemi, beyin tümörü, lenfom (lenf bezi kanseri), ben kanseri, erbezi tümörü, çocukluk kanserleri meydana gelmektedir. Cep telefonlarının kanser konusundaki vebaline dair yüksek sesle hiçbir şey dillendirilmiyor olması, telefonlardaki mikrodalganın hiç de “eser” miktarda olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekler tekeller tarafından karartılmakta, bu yönde adımlar atılmasının önüne şimdiden set çekilmektedir.

Tüm bunlara karşın cep telefonlarının insan beyni üzerinde, tam olarak neye yol açtığı bilinmese de” mikrodalga fırın etkisi yaptığı da, bazı “uzman” tetikçiler ne derse desin, bilinen bir gerçektir. Elektromanyetik kirlilik ve bunun en somut biçimi haline dönüşen cep telefonları ve baz istasyonlarının zararları uzunca bir süredir kabul edilen bir gerçeklik haline dönüşmüştür. Elektromanyetik kirliliğin sonuçları hemen oluşmayıp zamana yayıldığı için “hani nerde?” diyenlere cevap, dünya iletişim tröstlerinden biri olan AT&T için çalışıp cep telefonunun zararının olmadığını söyleyen Dr. George Carlo’nun, şirketten ayrıldıktan sonra söyledikleriyle geliyor: “Laboratuar deneyleri, cep telefonu radyasyonunun genetik şifre bozukluklarına yol açtığını göstermiştir.”

 “Tehlikeli Oyuncak” adlı kitabın yazarlarından Prof. Dr. Selim Şeker konuya dair çarpıcı değerlendirmeler yapıyor. 25 yılı aşkın zamandır elektromanyetik radyasyon ve bunun insan üzerindeki etkileri konularında çalışan Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü hocalarından Prof. Selim Şeker, neredeyse kulağımızın içine sokup beynimize bu kadar yakın tuttuğumuz, elektromanyetik radyasyon yayan başka bir cihazın olmadığını belirtiyor ve şöyle diyor: “Diğer aletlerin kullanımında aldığımız zararı, vücut kendini yenileyerek bertaraf edebiliyor. Oysa cep telefonunu yoğun kullandığımız için buna fırsat vermiyoruz. Cep telefonunun kullanımı gün geçtikçe artıyor. Dolayısıyla daha da bağımlısı oluyoruz ve tehlike gittikçe büyüyor.

Bu manyetik “tacizin” nicel tanımı ise SAR (Specific Absorbation Rate) değeri olarak tanımlanıyor. SAR’ı özgül soğurma oranı, kilogram doku başına yutulan elektromanyetik gücü olarak tanımlayabiliriz. Cep telefonları özelinde daha basitçe bir anlatımla SAR bir GSM cihazının yaydığı elektromanyetik güçtür. Ancak telefon şirketleri bu değerleri telefon kutularının üzerine yazmayı reddediyor. Yasal üst sınır Amerika’da 1.6 w/kg, Avrupa’da ise 2 w/kg. olmasına karşın yasal limitlerin olması gerekenden çok yüksek olduğu ve 1 w/kg’ın üzerindeki değerlerin ciddi anlamda zararlı olduğu uzmanlarca belirtiliyor.

Cep telefonlarının zararları kısaca şu şekilde gruplandırılıyor:

 

Kısa vadeli zararları (24 saat)

Görüş alanında daralma.

Vücutta bulanan tıbbi cihazlara (kalp pili gibi) zarar vermesi

Yoğun stres ve yorgunluk hissi, konsantrasyon ve dikkat bozulması.

İşitmede geçici aksaklıklar oluşması, kulak çınlaması ve kulaklarda ısınma.

Baş ağrıları

Uzun vadeli zararları (10 yıl)

Genetik yapının bozulması.

Beyaz kan hücresi (lenfoma) ve cilt kanseri.

Kalp rahatsızlıkları.

Hafıza zayıflaması ve beyin tümörü riski.

Kalıcı işitme bozuklukları.

Embriyo gelişiminin zarar görmesi.

Kadınlarda düşük riskinin artması.

Kan hücrelerinin ve bağışıklık sisteminin bozulması.

Yüksek tansiyon. Sperm sayısının azalması.

Elbette GSM sisteminin baş rol oyuncusu baz istasyonlarının saçtığı dehşeti atlamak olmaz. Baz istasyonları GSM iletişimin kapsama alanını genişletmek için genelde yüksek yerlere konan, kutu şeklinde, 4 metre boyunda, iki çubuk antenle bir çanak antenden oluşan ve mikrodalga yayan cihazlardır. Mikrodalga, dalga boyu 0.1-100 cm., frekansı 0.3-300 gigahertz (Ghz) (10’ Hz=1 Ghz) olan elektromanyetik dalgalardır. Çubuk antenler mikrodalgaları toplayıp çanak antenlere verir ve bu dalgalar çanak anten aracılığıyla 16 farklı frekanstan ve UHF (ultra-high frequency) üzerinden yayınlanır.

Baz istasyonları tarafından da yayınlanabilen mikrodalgaların dokulara iki temel etkisi bulunmaktadır:

-Mikrodalga dokuları ısıtır. (termal etki)

-Mikrodalga hücrelerin kimyasını bozar (termal olmayan ya da kimyasal etki)

Mikrodalgaların özellikle hücrelerin kimyasını bozarak oluşturduğu etki insan sağlığı açısından önem taşımaktadır. Kimyasal etkiler:

-Hücrelerde büyük moleküllerin (proteinler vb.) deforme oluşu ve DNA tahribi.

-Hücre zarlarının birbirine yapışması ve delikler açılması (elektro-porasyon)

-Ca-ATPaz ve Na-K-ATPaz enzimlerinin bozulması sonucu hücre dışına Ca”, Na’ ve K’ kaçışı.

-Sinir zarlarının bozuluşu: Sinir zarlarının bozulması ile REM uykusu adı verilen rüya görmenin azalışı, EEG değişimleri, uykusuzluk, sinirlilik, unutkanlık, depresyon, başağrısı, başdönmesi, Alzheimer, Parkinson, Multipl Skleroz gibi dejeneratif beyin hastalıkları meydana gelmesi.

Teknolojiye ulaşım ve onun kullanımı kolaylaşırken teknolojinin insan hayatına dair sonuçları halen tam bir muamma. Görünmeyen bir kirlilik eşliğinde hayatımız hatta doğmamış nesillerin hayatı ipotek altına alınıyor ve halen buna dair atılmış en ufak bir adım yok. Bu tam anlamıyla cinayet, örtülü bir katliamdır. Kapitalizm, kar ve rekabet uğruna ölüm saçarken insanlığın en büyük üretimi olan bilgiyi ve onun sonucu ortaya çıkan teknolojiyi de fütursuzca kullanmaktadır. Teknoloji elbette düşman olunacak bir şey değildir ancak karmaşıklaşan teknoloji, konusunda uzman olmayanların teknik olarak çözümleyemeyeceği kadar komplike bir biçim kazanmış durumdadır. Hal böyle olunca hemen her insan açısından bir cihazın tanımı onun kullanımına sıkışmak durumundadır. Sonuç olarak yanımızda, sokakta, işte veya evde kullandığımız tüm elektronik cihazların insan sağlığı ve çevre açısından “güvenilirliği” sermayenin denetiminde, onun insafındadır. Yani özetle barışçıl teknolojiyi bile ölüm makinesine çeviren kapitalizm açısından istisna yoktur, odak insan değil artık değerdir.

Toplumun yararına ve sermayenin karşısına dikilmek ise aslında kapitalizmin karşısına dikilmekten geçtiğinin farkındayız. Elimizdeki bilgi ve yeteneğin aslında tüm insanlığın yüzyılları aşan yolculuğunun bir ürünü olduğunu ve aslında yine insanlığa ait olduğunu biliyoruz. Bu gün mühendisliği, mimarlığı ve şehir plancılığını toplumcu bir eksende yorumlamak, ne bir iyi niyet tanımıdır ne de mesleğin ayrıcalığı olan konumu savunmak demektir. Bu ait olduğumuz sınıfın görevini yerine getirmek için kendi alanımızda bize düşen tarihsel sorumluluğun tanımıdır. Bu sorumluluğun taraf olmayı ve işçi sınıfının saflarında olmayı gerektirdiğini biliyoruz.” (Toplumcu Eksen 1. Sayı- Merhaba yazısı)

Sermaye için değil toplum için bilim!

Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancıları

 


Setlerde eylem var!

Dizi sürelerinin uzun olmasına ve ağır çalışma koşullarına tepki gösteren oyuncu, senarist ve set işçileri 24 Aralık akşamı Taksim’de buluştu. Eylem nedeniyle çekimlere ara verildi.

“Ezel, Fatmagülün Suçu Ne, Gönülçelen, Küçük Sırlar, Türk Malı, Yaprak Dökümü, Kavak Yelleri, Hanımın Çiftliği ve Karadağlar” gibi diziler de setlerini durdurarak eyleme destek verdi.

Senaryo Yazarları Derneği (SENDER) ve DİSK’e bağlı Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) tarafından örgütlenen eylem ‘’Yerli dizi yersiz uzun’’ sloganıyla örgütlendi. Eylem tarihi olarak 24 Aralık’ın seçilmesinin nedeni ise, 24 Aralık 2008’de gecenin geç saatlerine kadar süren bir setin ardından evlerine giderken trafik kazası geçiren ve hayatlarını kaybeden set çalışanları Zehra Sezgin ve Tülay Ergildi’yi anmaktı.

Eylemde konuşan SENDER Başkanı Nilgün Öneş, eyleme sektörün her kesiminden katılım sağlanmasının eylemin haklılığını gösterdiğini söyledi.

Acımasız reyting savaşlarının kendilerini dünyanın gerisine götürdüğünü ifade eden Öneş, başka ülkelere pazarlanan dizilerin ikiye bölünerek yayınlandığını söyledi.

Dizi sürelerinin bir an önce yasal süresi olan 45 dakikaya indirilmesi gerektiğinin altını çizen Öneş, hedeflerinin, seslerini yetkililere duyurmak olduğunu belirtti. SİNE-SEN Genel Başkanı Zafer Ayden ise dizi sektöründe çalışanları sigortasız çalıştırdıklarına değinerek, yetkili kurumlardan bu konuda girişimlerde bulunmalarını istedi.


Bursa’da iş cinayetlerine karşı eylem

29 Aralık 2005’te Bursa’da kurulu Özay Tekstil adlı fabrikada çıkan yangında yanarak hayatlarını kaybeden kadın işçilerin ölüm yıldönümünde Bursa Kadın Platformu, Türk-İş 8. Bölge Temsilciliği, DİSK Güney Marmara Temsilciliği, KESK Bursa Şubeler Platformu, TMMOB İKK, TTB, Bursa Tabip Odası ve Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu tarafından yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirildi.

Setbaşı-Mafel önünden başlayan yürüyüşte yolun tek şeridi trafiğe kapatılarak Orhangazi Parkı’na gelindi. Burada Bursa Kadın Platformu’ndan Suna Acar basın açıklamasını okudu.

Açıklamada, Özay Tekstil, Pameks ve Ceylanpınar’da iş cinayetlerine kurban giden kadınlar, İstanbul’da villalarda temizlikçi, bakıcı olarak çalışan ve hız yapan bir aracın durağa girmesiyle hayatını kaybeden kadınlar, Mustafakemalpaşa’daki maden ocağında yaşanan katliamda yaşamını yitiren işçiler hatırlatıldı.

Acar, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yaşanan, yasal kuralların işverenler lehine gevşetilmesi, denetlemelerde gereğinin yerine getirilmemesi ve denetimin kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılıp özel sektöre devredilmesine karşı ses çıkarılmazsa bu ölümlerin süreceğini belirtti. Eyleme yaklaşık 180 kişi katıldı.



İtalya’da öğrenci öfkesi sarsıyor

İtalya’da hükümetin eğitimdeki yıkım programına yönelik öğrenci gençliğin tepkisi devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Roma’da militan sokak gösterileri yapan öğrenciler 23 Aralık günü hem Roma’da hem de Palermo’da eylemdeydiler.

Meydanları dolduran öğrenciler özellikle Palermo’da polisle şiddetli çatışmalara girdiler. Roma’daki öğrenci eylemi ise hayatı kilitledi. Eylem sırasında öğrenciler adına yapılan konuşmalarda özellikle geçtiğimiz haftaki eylemlerde sergilenen polis terörü protesto edildi. Öğrenciler polise hitaben “Siz kırmızı bölgede yalnızsınız, bütün Roma bizim” yazılı pankartlar açtılar.

Öğrencilerin en çarpıcı mesajı ise hükümeteydi. Hükümete “Eğer geleceğimizi esir alırsanız, biz de bu şehri ablukaya alırız” mesajı gönderen öğrenciler, meydanları, şehrin içindeki yolları ve hatta otobanları işgal ettiler.

Öğrencilerin öfkesinin nedeni olan eğitim reformu yasa tasarısı ise senato gündeminde bulunuyor ve senatonun bu hafta içerisinde tasarıyı onaylaması bekleniyor. Tasarı üniversitelere verilen devlet desteğinin kısılması, araştırma harcamalarında kesintiye gidilmesi ve öğretim üyelerinin sayısının azaltılması gibi uygulamaları içeriyor.