30 Temmuz 2010
Sayı: SİKB 2010/30

 Kızıl Bayrak'tan
Amerikancı düzenin temsilcileri “cunta karşıtlığı” demagojisine sarılıyor.
BDSP: Düzen içi dalaşmayı boykot ediyoruz!
Referandum tezgahında
solculuk iddiası ve sınırları
TÜSİAD’ın referanduma ilişkin
tutumu ve ötesi
Kürt halkına karşı örgütlü
linç taburları devrede.
İşçiler mücadeleyi ortaklaştırıyor
İşçiler iş cinayetlerine karşı yürüdü.
İşçi ve emekçi hareketinden.
Toplu görüşmelere giderken kamu emekçileri hareketinin durumu ve görevler
Sendikalarda sınıf işbirliğinin
yeni adımı: “Tüketimden gelen güç!”
Çel-Mer ve Samka işçileri direniyor!!
UPS Kargo işçileri hakları için
direniyor!
TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun’la konuştuk
İşgalci zorbalar için bataklıktan
çıkış yolu arıyorlar!
Savaş baronları Kore Yarımadası’nda gerilimi tırmandırıyor!
Şiddete dayalı düzen kadına
yönelik şiddeti engelleyemez!.
Linç ve katliamlara karşı
durmak… - M. Can Yüce
“Beşikçi ve Şimşek değil, inkar ve asimilasyon yargılansın!”…
Sarıgazi Geleneksel Halk Festivali
bu yıl yapılamıyor...
UPS direnişçisinden mektup…
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Toplu görüşmelere giderken
kamu emekçileri
hareketinin durumu ve görevler

Memur sendikaları ile hükümet temsilcileri arasında gerçekleştirilecek olan 9’uncu dönem toplu görüşmelerinin ilk oturumu 15 Ağustos 2010 tarihinde yapılacak. Kamu emekçileri toplu görüşme sürecine iş güvencesinin kaldırılmak istendiği, özelleştirmelerin ve kamu kurumlarının tasfiyesinin hız kazandığı, sözleşmeli-taşeron-esnek çalışmanın yaygınlık kazandığı bir dönemde giriyor.

Kamu emekçileri hareketi, kapsamlı saldırılar altında toplu görüşme sürecine girerken, tarihinin de en zayıf ve parçalı dönemini yaşıyor. Sendikaların üye sayılarına ilişkin olarak açıklanan son veriler KESK’in güç kaybetmeye devam ettiğini, buna karşılık gerici sendikaların ise güç kazandığını gösteriyor. Açıklanan 2010 Yılı Temmuz ayı istatistiklerine göre KESK 219.195 üyeye sahipken, Türk Kamu-Sen 369.600, Memur-Sen ise 392,171 üyeye sahip bulunmaktadır. Kuşkusuz bu tablo, tek başına, hareketin temel sorun ve ihtiyaçlarının algılanmasında yeterli olamayacağı gibi, kamu emekçileri hareketinin zayıf ve parçalı bir seyir izlemesi de yalnızca üye sayılarındaki değişimlerle açıklanamaz. Üye sayılarındaki bu değişim, hareketin zayıf ve parçalı olmasının nedeni olmaktan ziyade, tersine bu zayıflığın daha da büyümesinde rol oynayan etkenlerden biri haline gelen bir sonuç durumundadır. Kamu emekçilerinin gerici sendikalara yönelmesinin gerisindeki nedenler doğru kavranmadıkça, bu tabloyu değiştirebilecek bir irade ortaya konabilmesi de olanaklı değildir.

Kuşkusuz ki, gerici sendikaların palazlanıp güçlenmesinde, bu sendikaların hükümetin olanaklarından etkin bir biçimde yararlanması önemli bir rol oynamaktadır. Ne var ki, hükümetin elindeki güçler belli bir zemin üzerinde etki etmekte, karşılık bulabilmektedir. Burada cevaplanması gereken asıl soru, “Sermaye iktidarının kamu emekçilerinin yönelimlerini belirleyebilmesini sağlayan bu zemin nasıl oluşmuştur?” sorusudur. Böyle bir soru, hareketi tarihsel evreleri ile birlikte ele almayı, kapsamlı değerlendirmeleri zorunlu kılmaktadır. Hareketin yaşadığı tıkanmanın, yeterli olmasa bile zaman zaman devrimci çevreler ve çeşitli reformist sendikal gruplar tarafından tartışılmış olması, diğer yandan da yazımızın toplu görüşme sürecine ilişkin değerlendirmelerle sınırlı olması nedeniyle, bu soruya genel bir çerçevede cevap vermeye çalışmakla yetineceğiz.

KESK ve bağlı sendikalar neden güç kaybediyor?

Bu başlık okunduğunda “kamu emekçileri hareketi KESK’ten ibaret değildir” yönünde bir itiraz yöneltilebilir. Kuşkusuz bu doğrudur. Kamu emekçileri hareketi, şu veya bu sendikanın ürünü değil, belli öznellikler taşısa bile, özünde sendikalar, hareketin yarattığı dinamiklerin ürünüdürler. Buradan bakıldığında hareketin ortaya çıkardığı dinamikleri değerlendirmek ve sonuçlar çıkarmak, harekete somut biçim kazandırmaya dönük devrimci görevlerin ortaya konulması açısından anlam taşıyacaktır. Ne var ki, sendikalar yalnızca hareketin ortaya çıkardığı dinamiklerin ürünü olmakla kalmazlar, tersinden de bu dinamiklerin belli bir hedefe yönlendirilmesinde, güçlendirilmesi veya geriletilmesinde temel bir rol oynarlar. Bugün kamu emekçileri hareketinin karşı karşıya bulunduğu saldırılar, yeterli bir mücadele zeminini yaratmaktadır. Sorun tümüyle bu zeminin nasıl değerlendirileceği sorunudur. Yani hareketin temel sorunu “dinamikler” sorunu değil, önderlik sorunudur. Devlet güdümlü gerici sendikalar hareketin önderlik ihtiyacını karşılayamayacağına, aksine ortaya çıkan dinamikleri düzen kanalları içerisinde boğma işlevi gördüklerine göre, tartışılması gereken KESK’in bu ihtiyaca nasıl karşılık vereceği sorusudur.

Burada söylediklerimizden KESK’in ve bağlı sendikaların güç kaybetmesinin gerisinde hareketin önderlik ihtiyacının karşılanamamasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu ise, KESK’e ve sendikalara yön veren çevrelerin düzen karşısındaki siyasal tutumları ile doğrudan ilişkilidir. Siyasal arenada parlamentocu-reformcu bir çizgi izleyen bu akımlar, sendikal mücadelede de “uzlaşmacı”, “diyalogcu” bir çizgi izlemekte, kitlelere dayalı bir mücadele çizgisi izlemek yerine, kamu emekçilerini uzlaşmacı çizgilerinin “kitlesel” desteği olarak görmektedirler. Bunun dolaysız sonucu ise sendikaların sınıfsal mücadele örgütleri olmaktan çıkarılması, “protestocu” bir çevre örgütü durumuna düşürülmesidir. Son on yıldır izlenen çizgi bunun açık göstergesi durumundadır. 4688 sayılı yasa ile birlikte kendisine güçlü bir dayanak noktası bulan uzlaşmacı sendikal çizgi, geride bıraktığımız yıllar içerisinde sendikalarımızı teslim almış, kamu emekçilerine yönelen saldırıların göğüslenememesinde temel önemde bir rol oynamıştır. Bu zaman dilimi içerisinde sendikalar “hak alma örgütleri” olmaktan çıkartılmış, kamu emekçileri hareketinin temel sorun ve taleplerinden kopartılarak reformist çevrelerin siyasal tercihlerinin dolgu malzemesi haline getirilmişlerdir. Somut kazanımlarla buluşturulamayan kamu emekçileri hareketi, hedefsiz ve amaçsız protestocu kadro eylemlerine mahkum edilmiştir. Öyle ki artık sendika, bir hak alma örgütü değil, meclise gelen yasa tasarılarını “protesto” örgütü durumuna düşürülmüştür. Yıllar boyunca mücadelenin somut kazanımlarla buluşturulamaması, kamu emekçilerinin sendikalardan uzaklaşmasına yol açmış, gerici sendikalar bu zemin üzerinde güç kazanmışlardır. KESK ve bağlı sendikalardan ümidini kesen emekçiler, bir yandan milliyetçi-gerici-şoven burjuva siyasetinin etkisi altına girmiş, öte yandan da hükümetler ve idarecilerle ilişkileri güçlü olan sendikaları daha akla yatkın görür hale gelmişlerdir. KESK’in hareketin önderlik ihtiyacını dolduramaması, gerici sendikaların güçlenmesinde önemli bir zemin yaratmıştır.

Burada söylediklerimiz KESK’in neden güç kaybettiğini genel hatları ile ortaya koymaktadır. Aynı şekilde KESK’in kitleler içerisinde nasıl güç kazanabileceğini de açıklamaktadır. Fakat, güçlenmenin birden fazla yolu var. Gerici sendikaların yaptığı gibi burjuva siyasal güçlere yakınlaşmak ve onların olanaklarından yararlanmak ile kitlelerin mücadelesine yaslanmak bunun iki ayrı yolu olarak KESK’in önünde durmaktadır. Bunlardan hangisinin tercih edileceği ise tümüyle tercihte bulunanların siyasal tutumları ve düzen karşısındaki konumları ile ilişkilidir. Bugün KESK içerisinde önemli bir etkinliği bulunan reformcu sol siyasetlerin düzen karşısındaki ara konumlarını sürdürememeleri ve referandum karşısında düzen güçleri arkasında konumlanışları, KESK içerisinde de hangi çizgiye yöneldikleri konusunda yeterli ipuçlarını vermektedir. 25 Kasım grevi sonrasında KESK’in gerici sendika konfederasyonları ile kurduğu ilişki düzeyi, TEKEL Direnişi karşısında gösterilen tutum vb. mevcut KESK çizgisinin de ara konumunu sürdüremeyeceğinin göstergesidir. Ne var ki, siyasal arenada “sosyal demokrasi”ye oynayarak düzene yedeklenme tutumu -EDP, kuruluşundan sonraki ilk büyük siyasal deneyimi ile bunun da gerisine düştüğünü ortaya koymuş bulunuyor- reformcu solun güçlenmesini değil, onların siyasal mücadele sahnesinden silinmesi sonucunu doğuruyorsa, aynı şekilde bu reformcu siyasetlerin mevcut çizgileri ile KESK’in de aynı akıbete sürüklenmesine yol açacakları ortadadır.

Kitlelere dayalı hak alıcı bir mücadele çizgisi mi, protestocu ve uzlaşmacı çizgi mi?

Yukarıda kamu emekçileri hareketinin parçalı tablosunun gerisindeki temel nedenler genel bir çerçevede ortaya konulmuştu. Kamu emekçilerine yönelen saldırılar tablosu, kamu emekçileri hareketinin güçlenip gelişebilmesine yeterli bir zemin sağlamaktadır. Hastaneler başta olmak üzere kamu hizmet kurumlarının özelleştirilmesine dönük adımlar, iş güvencesinin ortadan kaldırılmasına ve esnek-kuralsız çalışmanın yaygınlaştırılmasına dönük 657’de değişiklik tasarısı, sözleşmeli-taşeron çalışmanın ulaştığı boyut, ücretlerde yaşanan erime vb. tüm bunlar mücadelenin büyütülmesi için önemli olanaklar ortaya çıkarmaktadır. Ne var ki, geçmiş deneyimler tüm bu saldırıların mevcut icazetçi sendikal çizgi ile göğüslenemeyeceğini ortaya koymaktadır.

Bugün KESK’in ve sendikalarımızın önünde, ara başlıkta ortaya konulan soruyu yanıtlama görevi durmaktadır. Son on yıllık mücadele tarihimiz, somut kazanımlara yönelmemiş, uzlaşmacı bir sendikal çizginin, günübirlik ve protestoya indirgenmiş eylem biçimlerinin, kamu emekçilerine yönelen saldırıların göğüslenebilmesinde yeterli olmadığı gibi, bu saldırıların hayat bulmasında da zemin düzleyici bir rol oynadığını, sendikalarımızın emekçiler nezdinde itibar kaybetmesine, emekçilerin mücadeleye olan inançlarının zayıflamasına yol açtığını göstermektedir. Bugün kamu emekçileri hareketinin önündeki en büyük engel bizzat bu yasalcı-uzlaşmacı çizgidir. Bu çizginin aşılması ve fiili-meşru mücadele çizgisine dayalı hak alıcı bir mücadele anlayışının yerleştirilmesi hayati görev olarak önümüzde durmaktadır. Mevcut çizginin aşılamaması durumunda, emekçilerin sosyal kazanımlarına yönelen kapsamlı saldırıların hayat bulacağı gün gibi ortadadır.

Önümüzdeki toplu görüşme süreci, bu açıdan bu çizginin aşılması yönünde bir olanağa dönüştürülmeli, kamu emekçilerinin karşılacağı kapsamlı saldırılara hazırlandığı bir süreç olarak işletilmelidir.

Toplu görüşmeler ve saldırılar karşısında kapsamlı bir mücadele programı ihtiyacı

Bu yıl 9. kez gerçekleştirilecek olan toplu görüşmelere birkaç hafta kala halen KESK, toplu görüşmeler karşısındaki tutumunu açıklamış değildir. Bir ortaoyunu olarak gerçekleşen toplu görüşmeler, özünde kitleleri mücadeleden uzaklaştırmanın, küçük kırıntılarla emekçilerin mücadele dinamiklerini boğmanın aracı olarak işlev görmektedir. İlk yıllarda kamu emekçileri içerisinde belli bir ilgiye konu olan toplu görüşme süreçleri, uzun zamandır kamu emekçilerinde hiçbir beklentiye yol açmamaktadır. Önceleri toplu görüşme masasına oturarak emekçilerde beklenti yaratılmasının aracı durumundaki bu oyunun bir parçası olan KESK, masadaki gücünün zayıflamasından sonradır ki, toplu görüşmelerin bir ortaoyunu olduğunu ‘keşfetmiş’, “toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye çevireceğiz” iddiası ile masayı terk etme tutumu geliştirmiştir. Ne var ki, masayı terk etmek kendi başına bir anlam ifade etmediği gibi, günübirlik eylemlerle toplu görüşmenin toplu sözleşmeye çevrilmesi de olanaklı değildir. Geride bıraktığımız toplu görüşme dönemleri boyunca kamu emekçileri toplu görüşmeleri televizyon ve basından izleyen seyirciler durumuna düşürülmüş, KESK ise, bu süreçleri bir mücadele programı ortaya koymayarak kadro eylemleri ve bir günlük iş bırakmalar ile geçiştirmiştir. Toplu görüşme süreçlerinde KESK’e “biz orta oyununa katılmadık” övünüsünden başka bir şey kalmamıştır.

Önümüzdeki toplu görüşme dönemini öncekilerden daha önemli kılan ise kamu emekçilerinin kapsamlı saldırılarla yüzyüze bulunması olgusudur. Yaklaşık bir yıldır kamu hastanelerinin özelleştirilmesine dönük yasa tasarısı gündemdeki yerini korurken, KESK bu tasarı karşısında hiçbir tutum geliştirmemiş, sağlık emekçilerinin mücadelesini yalnızlığa mahkum etmiştir. Benzer bir biçimde 657’de değişiklik tasarısına ilişkin olarak da basın açıklamaları yapmakla ve “değişikliklere hayır” demekle yetinilmiştir. Sözleşmeli çalışma alabildiğine yaygınlaşmış, ancak bunun karşısında da somut bir tutum geliştirilmemiştir. Bu tutumun devam etmesi durumunda ise bu kapsamlı saldırıların hayata geçeceğinden şüphe duyulmamalıdır.

Toplu görüşme süreci, kamu emekçilerinin temel taleplerinin kazanılması ve saldırıların göğüslenmesine dönük bir mücadelenin açığa çıkartılması yönünde değerlendirilmelidir. Bu ise ancak bugünden ilan edilen uzun vadeli bir mücadele programı ile mümkündür. Her fırsatta döne döne ILO sözleşmelerinin kamu emekçilerine grev hakkını tanıdığını propaganda eden KESK bürokratları, her nedense grev silahını etkin bir biçimde kullanmayı önüne koymamakta, grevi bir günlük uyarı eylemleri biçiminde güdükleştirmektedirler. Bugüne kadarki eylem çizgisi hiçbir kazanımı beraberinde getirmediği gibi, kamu emekçilerinin ümitlerinin tükenmesine de yol açmakta, KESK’ten kopuşun dayanağı olmaktadır. Kamu emekçilerini ilgilendiren yapılan eylemin kitleselliği değil, getirdiği kazanımdır. Bugüne kadar izlenen çizgi ile hangi saldırı püskürtülmüş, hangi kazanım elde edilmiştir? Bu sorulara olumlu yanıtlar veremeyen bir sendikal hareketin kitlelerle buluşması olanaklı değildir. Sendikalar birileri için üzerinde at koşturdukları zeminler olarak işlev görse de, kamu emekçileri açısından ancak bir hak elde etme aracı olduklarında anlam kazanmaktadır.

Önümüzdeki toplu görüşme sürecinin kamu emekçilerine yönelen saldırılara karşı mücadele ile birleştirilmesi gerektiğini söylemiştik. Mücadele sade ve anlaşılır bir biçimde formüle edilmiş talepler etrafında örgütlenmeli, sayfalar dolusu toplu görüşme taslakları içerisinde boğulmamalıdır. En düşük memur maaşının asgari geçim standardına yükseltilmesi, grev ve toplu sözleşme hakkı, 657 değişiklik tasarısının geri çekilmesi, hastanelerin özelleştirilmesine dönük adımların geri çekilmesi, sözleşmeli-taşeron çalışmanın yasaklanarak sözleşmeli çalışanların kadroya alınması vb. belli başlı talepler etrafında işyeri temeline dayanan ve grev eksenine oturan uzun vadeli bir mücadele programı ortaya konulmalıdır.

Bugün KESK’in gerek toplu görüşmeler gerekse de saldırı yasaları karşısında somut bir mücadele programı olmadığı gibi, sendikalar da bu tutumsuzluk karşısında hiçbir tepki geliştirmemektedir. Sendika merkez yönetimleri de KESK’in tutumsuzluğunu suskunlukla karşılamakta, KESK’in kapsamlı bir mücadeleye hazırlanması yönünde bir çalışma yürütmedikleri gibi kendi önlerine de somut bir eylem programı koymamaktadırlar. Bunun olağan sonucu ise bir bütün olarak kamu emekçileri hareketinin sendikal önderlikten yoksun bırakılması, sendikalarımızın kamu emekçilerinin temel talepleri karşısında çözümsüzlüğe, eylemsizliğe mahkum edilmesi olmaktadır.

Birinci sorunumuz, kamu emekçilerinin temel talepleri üzerinden grevi ve işyerlerini eksen alan kapsamlı ve uzun vadeli bir mücadele programının oluşturulması sorunudur. Kapsamlı ve hak alıcı bir mücadele programının ilanından sonra geriye işyerlerini temel alan etkin bir hazırlık sürecinin örgütlenmesi kalmaktadır.

İkinci ve daha önemli sorunumuz ise KESK’in ve sendikalarımızın bu mücadele programının oluşturulması yönünde harekete geçirilmesi sorunudur. Bu ise öncü, ilerici, devrimci kamu emekçilerinin önünde duran görevdir. Üyesi olduğumuz sendikaların şube ve merkez yönetimlerinin harekete geçirilmesi yönünde taban basıncının örgütlenmesi çabası içerisine girilmeli, kapsamlı bir mücadele programı ihtiyacı şubeler platformu, sendika kurulları vb. organlarda tartışmaya açılmalı, KESK’in ve sendikalarımızın organlarını toplayarak bu ihtiyacı gündeme almaları yönünde çaba harcanmalıdır. Böyle bir çalışma kuşkusuz taban çalışması ile bir arada yürütülmeli, öncü-devrimci kamu emekçilerini yan yana getirecek platformlar oluşturulmalı, basın açıklamaları, imza kampanyaları vb. aracılığıyla taban basıncının örgütlenmesi sağlanmalıdır.

Sosyalist Kamu Emekçileri