30 Temmuz 2010
Sayı: SİKB 2010/30

 Kızıl Bayrak'tan
Amerikancı düzenin temsilcileri “cunta karşıtlığı” demagojisine sarılıyor.
BDSP: Düzen içi dalaşmayı boykot ediyoruz!
Referandum tezgahında
solculuk iddiası ve sınırları
TÜSİAD’ın referanduma ilişkin
tutumu ve ötesi
Kürt halkına karşı örgütlü
linç taburları devrede.
İşçiler mücadeleyi ortaklaştırıyor
İşçiler iş cinayetlerine karşı yürüdü.
İşçi ve emekçi hareketinden.
Toplu görüşmelere giderken kamu emekçileri hareketinin durumu ve görevler
Sendikalarda sınıf işbirliğinin
yeni adımı: “Tüketimden gelen güç!”
Çel-Mer ve Samka işçileri direniyor!!
UPS Kargo işçileri hakları için
direniyor!
TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun’la konuştuk
İşgalci zorbalar için bataklıktan
çıkış yolu arıyorlar!
Savaş baronları Kore Yarımadası’nda gerilimi tırmandırıyor!
Şiddete dayalı düzen kadına
yönelik şiddeti engelleyemez!.
Linç ve katliamlara karşı
durmak… - M. Can Yüce
“Beşikçi ve Şimşek değil, inkar ve asimilasyon yargılansın!”…
Sarıgazi Geleneksel Halk Festivali
bu yıl yapılamıyor...
UPS direnişçisinden mektup…
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Amerikancı düzenin temsilcileri “cunta karşıtlığı” demagojisine sarılıyor...

12 Eylül faşist cuntasıyla hesaplaşmak, sermaye iktidarı ile hesaplaşmaktır!

Bingöl’de düzenlediği mitingle referandum sürecini fiilen başlatan AKP şefi Tayyip Erdoğan, daha ilk adımda riyakârlığı akıl almaz boyutlara vardırarak, dinci gericiliğin bu süreçten galip çıkmaya odaklandığını gösterdi. “Amaca ulaşmak için her şey mübahtır” zihniyetiyle hareket eden AKP, “12 Eylül cuntasıyla hesaplaşıyoruz” yanılsaması yaratabilmek için, demagoji dozu yüksek vaazlara başladı.

Sermayenin çıkarlarını korumayı “demokratikleşme” diye yutturmaya çalışıyorlar

Dinci gericilik odağı AKP’nin temsil ettiği sermaye kesimi son yıllarda iyice palazlanmış, bu kapitalist gruba mensup kişiler “en zenginler” listesinde yer almaya başlamıştır. Öyle ki, MÜSİAD (Müstakil İşadamları Derneği) çatısı altında toplanan bu kesimin kodamanları, kimi zaman TÜSİAD’taki rakipleriyle boy ölçüşebilecek gücü kendilerinde bulabiliyorlar artık. Her sendikalaşma girişimine azgınca saldıran bu asalak takımı, bu hızlı palazlanmayı, yoğun emek sömürüsü ve AKP hükümetinin sağladığı ranta borçludur.

AKP hükümeti sayesinde ekonomik gücün yanı sıra siyasi alanda da etkisini arttıran bu sermaye kesimi, ele geçirdiği mevzileri AKP hükümetine dayanarak yasal güvence altına almaya çalışıyor. Hükümetin gündeme getirdiği anayasa referandumu bu çabanın bir ürünü.

Anayasa değişikliğine makyaj kabilinden birkaç madde ekleyen AKP şefleri, bu girişimi “demokratikleşme” diye yutturma hesabı içindeler. Ancak AKP’nin ideolojik güdümündeki kesimlerle bazı avanak liberaller bir yana bırakılırsa, bu safsataya pek kanan yok.

“Demokratikleşme” safsatasının inandırıcılıktan yoksun olması doğal. Zira Tayyip Erdoğan, örgütlenmeye çalışan işçilerin üzerine Ülkü Ocakları’ndan devşirdiği faşist güruhları salan “yeşil sermaye” kodamanlarının sınıf çıkarlarını korumayı, “demokratikleşme” diye sunma arsızlığını gösteriyor.

Cuntayla hesaplaşmak düzen partilerinin iş değildir

Erdoğan ile müritlerinin vaazlarına bakılırsa, bunlar işi gücü bırakmış, 12 Eylül cuntası ile hesaplaşmaya soyunmuşlar! Öyle ki Erdoğan, idam edilen devrimcilerin adını bile anmaya başladı. Utanmazlıkta sınır tanımayan AKP şefi, başında bulunduğu hükümetin çıkardığı yasa ile polise “sokakta cinayet işleme hakkı” tanındığından, yüzlerce insanı sokak ortasında katleden kolluk güçlerinin her koşulda korunduğundan habersizmiş gibi davranabiliyor.

Oysa, Erdal Erenler’in, Necdet Adalılar’ın yolundan giden devrimci işçi Alaattin Karadağ’ı sokak ortasında infaz eden katilleri korumak için elinden geleni ardına koymayan bir hükümetin başında bulunan Tayyip Erdoğan, idamları savunan Amerikancı generallerle aynı zihniyeti taşımaktadır.

Vurgulamak gerekiyor ki, hiçbir düzen partisi 12 Eylül cuntasıyla hesaplaşamaz! Bu konuda AKP ile CHP arasında kayda değer bir farktan söz etmek de mümkün değil. Aynı şey diğer düzen partileri için de geçerlidir. MHP ise, faşist cuntayı daha baştan, bizzat cellât Türkeş’in, “biz hapisteyiz, ama düşüncelerimiz iktidarda” sözleriyle sahiplenmiştir.

Faşist cuntayı gündeme getiren sadece Amerikancı generaller değildi. Onlar yalnızca efendilerinin istem, çıkar ve tercihlerine uyan piyonlardı. CIA istasyon şefleri tarafından “bizim oğlanlar” olarak nitelenmeleri de bundan dolayı idi. 12 Eylül faşist cuntasının gerisinde, ABD emperyalizminin bölgesel planları ve işbirlikçi burjuvazinin sefil sınıf çıkarları vardı. Bugünlerde demokratikleşmeden söz eden TÜSİAD oligarkları, o günlerde faşist cuntanın baş destekçileriydi. Emperyalist haydutlar ise, darbenin gerçekleştiği gece olayı NATO’nun Brüksel’deki karargâhında bayram havasında kutlamışlardı.  

Elbette generaller cellâtlık misyonu üslenerek ağır suçlar işlediler. Fakat onlar bunu tam da işbirlikçi büyük burjuvazi ve emperyalistlerin çıkarları ve istemleri doğrultusunda, tam da onların özendirmesi ve yönlendirmesi ile yaptılar. Faşist 12 Eylül darbesi kadar faşist 12 Mart darbesi için de geçerlidir bu.

Dolayısıyla 12 Eylül cuntasıyla hesaplaşmak, temelde sermaye iktidarı ve emperyalist güçlerle hesaplaşmak anlamına gelir. Bu ise, hiçbir düzen partisinin işi değildir, zira bu eşyanın tabiatına aykırıdır. 30 yıldır işkence ve idamları savunan cunta şefi Kenan Evren’in kılına bile dokunulmaması bu açıdan bir rastlantı değildir.

AKP karşıtı düzen güçleri de demagojiden öte bir şey yapamıyor

Hükümet karşıtlığı üzerinden siyaset yapan diğer düzen partileri, AKP’ye muhalif söylemin dışında, suya sabuna dokunmaktan kaçınıyorlar. Kimi zaman işsizlik ve yoksulluktan dem vursalar da, kapitalizmin yapısal sorunu olan bu musibetlerden AKP hükümetini sorumlu tutarak, sömürü ve kölelik düzenini aklamaya çalışıyorlar.

Kirli savaşın azgınlaştırılmasını yetersiz gören, son günlerde sokaklara salınan linççi faşist güruhların ise “hassasiyetleri”nden dem vuran sermaye partileri, savaşın tırmanmasından ırkçı-inkârcı resmi devlet politikasını değil, AKP’nin fiyaskoyla sonuçlanan “Kürt açılımı”nı sorumlu tutuyorlar. Yani AKP karşıtlığı yaparken sömürü ve kölelik düzenini aklamaya çalışan diğer sermaye partileri, savaşın tırmanmasına karşı çıkmak adına da, devletin ırkçı-inkârcı politikasını meşrulaştırıyorlar.

Kısacası, hükümeti ve muhalefetiyle düzen güçleri, aralarındaki sert çatışmaya rağmen işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara karşı aynı safta bulunmaya devam ediyorlar. 

Sermaye düzenine karşı mücadele yükseltilmelidir!

Egemenler arası çatışmanın şiddetlenmesi ve Anayasa referandumu, düzen güçlerinin bu sorunlarla gündemi işgal etmelerine zemin hazırlıyor. Demagojiye başvuran tüm düzen temsilcileri, emekçilerin kafalarını bulandırıp, bu gerici dalaş ve çatışmada taraf haline getirmek için çırpınıyorlar. Bunlara son günlerde dozu arttırılan ırkçı-şoven propagandanın yaydığı zehir eklenince, emekçilerin maruz kaldığı saldırının kapsamı daha da genişliyor.

İşçi sınıfı ve emekçiler cephesi, düzen cephesinden kusulan demagojileri boşa çıkarmak üzere temel demokratik ve sosyal haklar uğruna mücadeleyi yükseltmek acil sorumluluğu ile yüzyüzedir. Bu mücadele Kürt halkını hedef alan ırkçı-şoven histeriyi de hedef almalı, “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarı her zamankinden daha gür bir şekilde yükseltilmelidir.

Baskıya, sömürüye, işsizliğe, sefalete, halklar arası düşmanlığın körüklenmesine son verebilmek için yükseltilen mücadele, kokuşmuş karanlıklar düzeni kapitalizmi bir bütün olarak hedef alacak perspektifle örülmelidir. Faşist cunta ve onun kalıntısı rejimle hesaplaşmanın yolu da buradan geçmektedir.