09 Temmuz 2010
Sayı: SİKB 2010/27

 Kızıl Bayrak'tan
İşbirlikçi rejimler için
esas olan uşaklıktır!
Kirli savaş tırmandırılıyor!
Düzen güçleri Kürt halkına karşı
tam siper aldı!
Başbuğ’dan Kürt sorunuyla ilgili
“şanslı” açıklamalar!
GOP BDSP’den zorunlu açıklama
Sivas katliamı eylemlerle
lanetlendi
UPS’de patron-polis
saldırılarına geçit yok!
TEKEL işçisi hesap soruyor!
İşçi ve emekçi hareketinden.
Toplu Sözleşme Sempozyumu’nun ardından
Sempozyum üzerine düşünceler.
Metal patronlarının saldırılarına karşı direniş!
BMİS Gebze Şube Başkanı’yla konuştuk
Rize Belediye Başkanı’ndan ırkçı, cinsiyetçi açıklama.
6. Avrupa Sosyal Forumu gerçekleşti.
Yunanistan mali krizi ve AB’nin yeniden dizaynı.- Volkan Yaraşır
Katastrofik sarmal - Volkan Yaraşır
Obama yönetimi işgalci orduların şefini kovdu.
“Kürtler ne istiyor?” - M.Can Yüce
Kapitalizmin vazgeçemediği
oyuncağı nükleer!
Çevre katliamına HES’lerle devam!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizmin vazgeçemediği
oyuncağı nükleer

Medya günümüzde iktidar sahiplerinin elinde atom bombası niteliğinde bir kitle imha silahı olması gerektiğini söyleyerek dünyada “söz sahibi olma” ve onu değiştirme yolunda önemli bir adım olduğunu telaşla ortaya koyarken, güçlü bir şoven zemin üzerinden de bunu teorize etmektedir. Beyaz camdaki haberlerin hangi sıra ile verileceği, sunucuların vücut dilleri, ses tonları, gazete sayfalarındaki itina ile seçilen kelimeler bu yolun taşlarını dizmek için yapılanların ilk elden sayacaklarımız arasında. Geçtiğimiz aylarda Rusya ile yapılan anlaşmalardan ikisi de bu çerçeveye  oturur nitelikte. Akkuyu’da nükleer santral kurulması için imzalanan ve iki ülke arasında vize uygulamasının kaldırılmasına yönelik anlaşma.

Bunlar, kapalı kapılar ardında imzalanan 17 anlaşmadan sadece ikisi. Girişte yaptığımız kısa vurgu doğrultusunda vizenin kaldırılması, nükleer santral meselesini flulaştırmak adına haber bültenlerinde ya da gazete sayfalarında bir paravan işlevi gördü. Atılan sevinç çığlıkları ile Akkuyu’ya ya da herhangi bir yere yapılacak, enerji sorununa dair birçok çözümsüzlüğü barındıran nükleer santrallere “hayır” diyenlerin sesini bastırmak, bu yönde sesini yükseltenleri tecrit etmek üzere adımlarını hızlandıran sermaye, kapitalizmin tüm kitle imha silahlarını bu işin içine soktu. İşin bir ucunda duran nükleer silah teknolojisi ile tarihin gördüğü en vahşi kitle imha silahını bir başka kitle imha silahı medya ile güzelleyerek kendine oldukça geniş bir cephe yaratmayı başarmış durumda. Vize meselesini şimdilik bir kenara koyarsak uzun yılları kapsayan bir proje olan ve son yıllarda daha da hız kazandırılan nükleer santral konusu daha önce de çok kere tekrar ettiğimiz enerji politikalarının somutlanmasıdır. Enerji talebinin karşılanamazlığı yalanının önüne çıkarılan, pahalı olduğu gerçeğine “siz çok biliyorsunuz” üslubuyla dikilen, tehlikeli oluşu, atık sorununun henüz çözülemediği vb. durumlara karşı üç maymunu oynayan erk sahipleri, dediğim dedik çaldığım düdük misali karşımıza çıkmaktan yüksünmüyorlar.

Daha önce, ihale yoluyla, kendi burjuva hukuklarına bile aykırı bir şekilde santral kurma girişimleri olmuş, fakat bu süreçte TMMOB’nin açtığı dava üzerine ihale iptal edilmişti. Karşılarına çıkan her şeyi ezip geçmeye alışmış kuralsızlar topluluğunun 12 Eylül hukuk(suzluğ)unu bile kendilerine dar görüp önlerine çıkan her olumsuzluğa karşı yasaları değiştirme ya da kendilerince yeni alternatifler üretmeye çalıştığını çok iyi biliyoruz. Bu sefer de yine minareye uygun bir kılıf bulmayı başardılar ve bu sorunu da devletlerarası anlaşma yoluyla TBMM Dış İlişkiler Komisyonu’ndan geçirerek çözdüler. Gelecek günlerde de TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek ve onaylanacak.

Bir yüzsüzlük örneği olarak da Ecemiş Fay Hattı’nın üzerine kurulacak olan nükleer santrale dair anlaşmanın maddeleri büyük bir titizlikle tartıştırılmamaya çalışılıyor. Anlaşmaya göre; santralin kurulacağı alan mevcut altyapısı ile bedelsiz olarak şirkete verilecek, engel çıkaran özel mülkler kamulaştırılacak, yabancıların çalışmasına dair gerekli yasal düzenlemeler ve kolaylıklar yapılacak.

EMO Yönetim Kurulu’nun 13 Mayıs tarihinde yaptığı açıklamada ise şu bilgiler yer alıyor: “Rusya, anlaşmaya göre 1200 megavat üzerinden 4 reaktör inşa edecektir. Böylece Türkiye‘de 4 bin 800 megavat kurulu güçte nükleer santral sahibi olacak Rusya buradan ürettiği elektriği de ortalama 12.35 sent gibi yüksek bir fiyat üzerinden Türkiye‘ye satma garantisi elde etmiştir. 4 bin 800 megavatlık nükleer santral için 20 milyar dolarlık bir yatırım maliyeti açıklanmıştır ki, bu Rusya‘nın aynı türde inşaatına başladığı santralların birim yatırım maliyetlerinin oldukça üzerindedir. Rusya‘nın Türkiye‘de sahip olacağı nükleer santralın birim yatırım maliyeti (kW başına) açıklamalara göre 4 bin 166 dolardır. İnşa aşamasında olan Nizhegorod‘un birim yatırım maliyeti 1958 dolar, 2008 ve 2009 yılında iki reaktör olarak inşasına başlanan Novovoronezh 2‘nin birim yatırım maliyeti 2 bin 83 dolardır. 2008 yılında bir ünitesinin inşasına başlanmış olan ve ikinci ünitesinin inşasına da bu yıl başlanılan Leningrad 2‘nin birim yatırım maliyeti ise 2 bin 417 dolardır. Bunlar içinde en yüksek yatırım maliyetinin söz konusu olduğu Leningrad 2‘yle karşılaştırıldığında Türkiye‘de yapılacak nükleer santral yatırımı yüzde 72 daha pahalıdır. Nizhegorod‘a göre ise Türkiye‘de yapılacak nükleer santral yatırımının pahalılık düzeyi 2 katı aşmaktadır.”

Geçtiğimiz günlerde de Mersin’de yapılan mitingde konuşma yapan MMO Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Naci Erçolak, Mersin’in yılda 300 gün güneş aldığını ve güneş kenti olarak anıldığını belirtti. Erçolak, ayrıca güneşlenme süresinin bu kadar yüksek olduğu bir kentte nükleer santral yapılmasının tam bir ihanet olduğunu vurguladı. İşin bir ucunda böylesi bir rant/kazık varken diğer tarafında ise tam bir kölelik anlaşması durmaktadır.

12 Mayıs’ta ‘sınırlı bilgi’yle imzalanan Akkuyu Nükleer Santralı anlaşmasının ayrıntılarına göre, 2018’de nükleer enerjiyle tanışacak olan Türkiye, 15 yıl alım garantisi verirken 60 yıl boyunca işletilecek ve Rusya’nın kontrolünde devam edecek ortaklıkta Rusya’nın payı “hiçbir zaman” yüzde 51’den az olmayacak. Genel yükleniciliğini Rus Atomstroyexport firmasının yaptığı Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) anlaşmasının diğer detayları da şöyle:

Santralin net kârının yüzde 20’si Türk Hazine’sine aktarılacak. Türkiye Elektrik Taahhüt ve Ticaret A.Ş. (TETAŞ), 15 yıl boyunca üretilmesi planlanan elektriğin sabit miktarlarını, 12.35 ABD senti/kWh ağırlıklı ortalama fiyattan (KDV hariç) satın almayı garanti edecek. Ayrıca santral için ilave arazi de proje şirketine bedelsiz olarak tahsis edilecek. Gerekli olursa proje şirketi, ilave arazi için Orman Fonu’na ödemeleri yapacak. Santralin yapım aşaması ve işletme süreci tam bir yağma olarak kurgulanmış durumdadır. İşçi sınıfına hiçbir şeyi vermemeyi öngören burjuvazi için nükleer santral için savrulan milyarlar tüm resmi ortaya koymaktadır.

Bugün hali hazırda süren tartışmanın kökleri, Türkiye açısından, 1978’e dayanmaktadır. Aradan geçen zaman içerisinde iki ileri bir geri şeklinde ilerleyen süreç kapitalizmin vardığı son noktada bir dayatma halini almış durumdadır. Dün çok ileri bir teknoloji olarak kabul edilen radyoaktif maddeden enerji üretme teknolojisi, ‘70’li yıllar Türkiye’sine verilemeyecek kadar kıymetliyken son dönemde kurulum ve işletme maliyetleri, tehlikesi ve atık sorunu yüzünden gözden düşmüş durumdadır. Öyle ki bir dizi gelişmiş kapitalist ülke nükleer santral yapımlarını durdurmuş durumdadır. Nükleer santrallerin stabil olmayan çalışma rejimleri onları birer saatli bombaya dönüştürürken bu işletmeler sigorta şirketleri tarafından dahi sigortalanamamaktadır. Zaten hali hazırda sorunsuz çalışan bir nükleer santral inşa edilebilmiş değildir. Kapitalizmin işleyiş yasalarına göre bu işe yaramaz teknoloji artık Türkiye gibi ülkelere satılabilir hale gelmiş hatta bu sürecin işlemesi kaçınılmaz bir biçim almıştır. Bu santralleri inşa edebilecek çok uluslu ve güçlü şirketlerin varlığı buna bağlıdır. Türkiye’ye de varlığını, dünyanın var olan doğal kaynaklarından bağımsız olarak, sınırsız üretim ve sınırsız tüketim mantığıyla sürdüren kapitalizm açısından enerji, üretimin başat bir girdisi ve sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Enerji bu haliyle yaşamsal bir olgu, medeniyetin ölçüsü olarak değil de iktisadi bir gerçeklik olarak tanımlanmaktadır. Yani enerji, kapitalist piyasa koşullarında alınıp satılabilen, parasal değer olarak ölçülen bir meta olarak görülmektedir. İşte bu noktada burjuvazinin imdadına yetişen nükleer enerji olmaktadır. Nükleer enerji hem pazarlanabilecek teknolojisi hem de ticaretinin yapılabileceği hammaddesi ile sistem için biçilmiş kaftandır. Pazar ekonomisi mantığı ile çok iyi uyuşan bu enerjinin üretilmesi için gerekli olan teknolojinin silah sanayinde de kullanılabilir olması burjuvazi için ayrı bir çekim noktasıdır. Petrol uğruna Ortadoğu’yu kana bulayan emperyalist-kapitalist sistemin, her şeyiyle enerji sektörüne egemen olma tutkusu içinde olduğu su götürmez bir gerçektir. Sadece nükleer veya sadece petrol değil tüm enerji sektörünü kontrolleri altında alma mücadelesinin yol açtığı savaşlar ortadır. Yine benzer bir şekilde son dönemde “temiz” enerji de piyasa koşullara uygun hale getirilerek hayatımıza sokulmaktadır. Bu iki yüzlülük, enerji üretiminin küçük parçalara ayrılarak, (çatılara konulan güneş kolektörleri, ufak çaptaki güneş enerjisi ve rüzgar santralleri vs) satılması ile olmaktadır. Yenilenebilir enerji gözde olmasına karşın hali hazırda geniş çapta uygulanmış değildir daha çok bireysel tüketimin “bir kısmı” esasına göre piyasa içinde konumlanmaktadır.

Marx kapitalizmi tanımlarken zenginliğinin iki kaynağı olan toplumu ve doğayı aşındırdığı söyler. Her şeyin meta olarak tanımlandığı kapitalist üretim koşullarında insanın yerini bugün dönen nükleer enerji tartışmalarında çok rahat belirleyebiliriz. Her geçen gün doğayı yok eden kapitalizm artık insanlığın geleceğinin ömrünü de belirlemiş durumda. “… kapitalist üretim teknolojiyi geliştirir ve farklı süreçleri bir toplumsal bütün halinde bir araya getirir ama bunu ancak bütün zenginliklerin orijinal kaynaklarını; toprağı ve iş­çiyi kemirerek yapar.” (K. Marx, Kapital, C.I)