21 Mayıs 2010
Sayı: SİKB 2010/20

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfına ihanetin hesabı mutlaka sorulmalıdır!
Anayasa değişikliği tartışmaları ve devrimci tutum
Baykal Amerikancı rejim tarafından
saf dışı edildi!
Polis destekli ırkçı-faşist saldırılar yayılıyor..
Madendeki patlamanın sorumlusu sömürü düzenidir!
BDSP: İş cinayetleri devam ediyor!
Sendika ve meslek örgütlerinden maden faciasına tepkiler
Ankara’da işçiler “Genel grev-genel direnişi” tartıştı
BES Adana Şube Başkanı Sinan Tunç
ile konuştuk
Türk-İş’ten 26 Mayıs ihaneti!
İşçi ve emekçi hareketinden..
Yeni dönem MESS Grup TİS süreci ve görevlerimiz
MİB: Sınıfa ihanet edenler hedefimiz olmaktan kurtulamayacaklardır!
İstanbul Kamu Emekçileri Kurultayı gerçekleştirildi!
Mayıs şehitleri eylemlerle anıldı
Gençlikten Kaypakkaya ve Mayıs şehitleri anmaları...
Sokak Üniversitesi’nde “Kapitalizmin krizi ve Yunanistan” dersi
NATO’da “stratejik” dayanışma
Krizin faturasına karşı
emekçiler sokakta!
Devrim şehitlerini anmak, kavgayı zaferle taçlandırmakla mümkündür!
Siyaset ve ahlak! - M. Can Yüce
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Siyaset ve ahlak!

M. Can Yüce

Siyaset, iktidar olma, güç toplama ve yönetme sanatı olarak tanımlanıyor. Ahlak ile siyaset arasında her zaman doğrudan veya dolaylı bir ilişki kurulur. Burjuva siyesetin ahlakı var mı? Ya da ne kadar? Var olduğu iddia edilen ahlak, nasıl bir ahlaktır?

Son günlerin gelişmeleri bu soruların sorulmasını gerekli kılıyor!

“Amaca varmak için her yol ve araç mübah” biçiminde özetlenebilecek burjuva siyaset ahlakı, aslında, genel geçer ve hemen hemen ortak kabul gören ahlaki ölçü ve kuralları ayaklar altına alıyor! Aynı zamanda genel geçer bir ilkesizliği anlatıyor. Bu aynı zamanda siyasette bir çürümüşlüğü ve onun “teorik temelini” ortaya koyan bir “siyaset ahlakı” anlamına geliyor...

Bilindiği gibi CHP lideri Deniz Baykal’ın “görüntüleri” internet ortamına sızdırıldı ve bu Türkiye siyaset gündeminin birinci konusu haline geldi. Belli ki Deniz Baykal tümden siyaset meydanının dışına çıkana veya tümden tasfiyesi gerçekleşene kadar bu konu tartışılmaya devam edeceğe benziyor.

Burada bizim için önemli olan burjuva siyasetindeki çürümüşlüğe vurgu yapmak ve devrimci siyaset ile ahlak arasındaki kopmaz ilişkiyi bir kez daha hatırlatmaktır!

Devrimci siyaset ahlakına göre, amaca ve hedefe varmak için her yol ve araç mübah ve meşru değildir. Amaç ile araç arasında mutlaka bir uygunluk olmak zorundadır. Bu “uygunluk” kavramının içeriği, ölçüleri ve sınırları çok net, açık ve kesin olmak durumundadır. Bu, teorik olarak genel kabul görmesine rağmen pratik olarak pek dikkate alınmadığını geçerken hatırlatmamızda yarar var. Devrimciler siyaset yaparlarken ve kendi dışında yapılan siyasetlere bakarlarken bu ilke doğrultusunda bakmak, değerlendirme yapmak ve tutum almak durumundadırlar! Yoksa ilkesizliğe düşer ve “eleştiri yapma” konusunda ciddiyet ve tutarlılıklarını yitirirler...

Bilindiği gibi Deniz Baykal, resmi çizginin en bağnaz temsilcisi ve savunucusudur, onun liderliğindeki CHP, rejim bekçiliği yapmaktadır. Dersim Katliamı’nı savunan ve bunu güncelde de uygulamasını isteyen Onur Öymen’e kol kanat geren Baykal, çizgisini ve politik kişiliğini çok net bir biçimde ortaya koymaktadır. Irkçı-faşist bir çizgi ve kişiliğin Kürt, halk ve emekçi düşmanlığı tartışmasızdır!

Bu ne kadar gerçekse, her düzlemdeki siyasette istisnasız her yolu ve yöntemi meşru gören ve uygulayan anlayışlara karşı net bir tavır almak da devrimler açısından bir o kadar kaçınılmaz bir görev olmaktadır.

Belki de bu son “olay”, Baykal gibi siyaseten ırkçı şoven ve resmi çizgi bekçisi olan, ahlaki olarak “dürüstlük” imajı yerle bir olan, daha doğrusu gerçekliği her açıdan açığa çıkan bir kişiliğin tasfiyesine yol açar. Yine belki de bu gelişme, CHP’de “yeni” gelişmelerin önünü açabilir. Bu anlamda Baykal’ın tasfiyesi, birçok açıdan “hayırlara” vesile olabilir.

Ama öyle de olsa, kendi içinde sayısız kirliliği taşıyan, “hedefe varmada her yol mübah” anlayışını özümseyen burjuva siyaset zemininin yöntem kirliliklerine karşı durmak, buna karşı ilkeleri esas alan, amaca uygun siyeset yöntemlerinin her zaman kullanılması gerektiğini savunmak ilkeli devrimci siyasetin kaçınılmaz bir gereği olmaktadır.

Aslında Anayasa değişikliği paketi üzerinden derinleşen egemenler cephesindeki iktidar kavgasını tartışmak, “açılım” ile ilgili boyutlarını değerlendirmek istiyorduk. Ancak gelişmeler yeni boyutlar kazandı, dolayısıyla bu konuya değinme gereğini duyduk. Gerçi Baykal “vakası” da anılan iktidar kavgasının dışında değil, tersine tam da onun merkezi noktalardan birine oturuyor. Bu nedenle bir bakıma söz konusu değerlendirme “planımızın” dışına çıkmamış oluyoruz.

18 Mayıs 2010


 



CHP’nin tazelemeye çalıştığı makyajın altındaki çirkin yüz düzenin kendisidir!

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a ait olan gizli kamera görüntüleri ortaya çıktığından beri CHP’de sular durulmuyor. Görüntüleri açıkça yalanlayamayan Baykal, bunun yerine “onurlu istifa” yolunu tercih etti. Belli ki kasetler unutulup etkisi geçince tekrar kongre yoluyla genel başkan seçilmeyi, bu sayede olayı en az hasarla atlatmayı, hatta belki de hanesine puan olarak bile yazmayı düşünüyordu. Ancak olaylar beklediği gibi gelişmedi. Uzun süredir fırsat kollayanlar kongreye sayılı günler kala Kemal Kılıçdaroğlu’nu aday ilan ettiler.

CHP içerisinde geniş bir destekle adaylığını açıklayan Kılıçdaroğlu’nun şu durumda CHP genel başkanı olmasına kesin gözüyle bakılıyor. İl başkanları kurulunda 77 il başkanının desteği ve partinin ağır toplarını arkasına alan Kılıçdaroğlu şimdiden bir takım programlar açıklamaya başladı bile. Geride en yakın dostları tarafından arkasından vurulan Baykal’ın yapacağı hamleler ve bunların ne gibi sonuçlar doğurabileceği kalıyor. Ancak görünen o ki uzun yıllardan sonra CHP Baykal’lı dönemi sona ermek ve Kılıçdaroğlu ile yeni bir dönem başlamak üzere…

Elbette ki CHP’deki bu değişikliğin CHP’nin nasıl bir düzen partisi olduğu konusunda en ufak bir kafa karışıklığı ya da beklenti uyandırmamalı. Kılıçdaroğlu da gelse Baykal devam da etse CHP düzenin has partisidir. Üstelik genel başkanları değişsse de CHP’nin kirli tarihi ve misyonu değişmemiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca özellikle halklara yönelik her katliamın arkasında CHP’nin amblemi bulunmaktadır. Atatürk’ün kurduğu bu parti işçi düşmanlığı konusunda en köklü geleneğe sahip partidir.

Ancak CHP’deki bu sürecin biz işçi ve emekçiler için dikkate değer kılan ve özellikle uyanık davranmamızı gerektiren başka bir yönü vardır. O da düzenin kendine kitle desteği yüksek bir sol parti ihtiyacı çerçevesinde bugün yaşanan süreçi doğrudan örgütlediğidir. Uzun yıllardır kitle desteğine sahip, işçi ve emekçilerin mücadelesini ve hoşnutsuzluklarını soldan tutabilecek bir partinin yokluğundan şikayetçi olan sistemin efendisi TÜSİAD kendisi parti kurmaktan, Sarıgül ile CHP’yi tekrar kendisi için işe yarar hale getirmeye çalışmaya kadar her yolu denemiştir. Ama Sarıgül’ün dibinin Baykal’dan kara olması daha önce giriştiği modifikasyonun başarısız olmasını sağlamıştı. Şimdi Kılıçdaroğlu ile yeni bir deneme içerisine girdi. Geçmiş denemelerinde toplumsal muhalefetin zayıflığı ve hükümet partisinin henüz yıpranmamış olması elini ağırdan almasına olanak tanıyordu. Fakat şimdi tam da böyle bir hizaya sokmanın zamanlamasına bakılırsa, toplumsal muhalefetin kendini her gün bir başka vesileyle gösterdiği, TEKEL Direnişi, 1 Mayıs gibi kitlelerin düzeni zorlayan çıkışlar yaptığı bir dönemde gündeme gelmektedir. Bu vesileyle daha erken bir tarihte AKP’nin karşısında soldan bir alternatif yaratmak ve her türden toplumsal muhalefeti bunuun içerisinde eritmek istemektedir. Eğer modifikasyon başarılı olurda Kılıçdaroğlu genel başkan seçilir ve CHP’de sözde bir değişim rüzgarı eserse yakın tarihte CHP’nin ne türden bir emekçi dostu olduğunu, direnişlerde boy gösterdiğini kitlelerin düzen karşıtlığını AKP karşıtlığı üzerinden eritmeye çalıştığını göreceğiz. Bunun somut bir karşılığı bulunmuyor da değil. Kahve tartışmalarında bile Kılıçdaroğlu ile yürüyen bir CHP’nin işçi ve emekçilere nasıl sahte bir umut yaydığını görememek mümkün değil.

Yakın zamanda bu süreçten en fazla zararı reformistler görecek. Merkeze hatta sağcı faşist bir çizgiye kayan CHP’nin yerine oynayan liberal reformist akımlar için bu sürecin sonucu hüsran olacak, dolduracak başka bir alan bulmak zorunda kalacaklar, ki bu da devrimcilik olmayacağına göre gittikçe güç kaybedecekler.

Komünistler, işçi ve emekçiler üzerinde şu veya bu düzen partisinin sahte umutlar uyandırmasına asla izin vermeyecekler. Çünkü şu veya bu düzen partisinin işçiler emekçiler için yapabileceği insanca bir yaşam için onlara verebileceği hiçbir şey yoktur. Onlar da aynı kapitalist düzen gibi kokuşmuş ve çürümüştürler. Ve artık gidecekleri yer tarihin çöplüğünden başka bir yer değildir. İşçi ve emekçiler bu bir an için bile akıllarından çıkarmamalıdır. Çünkü işçi ve emekçilerin tek kurtuluşu devrimci sınıf partisinin önderliğinde bu düzeni yıkmak, onurlu ve özgür bir dünya yaratmak için sosyalizmi kurmaktır.

İzmir’den komünist bir işçi