21 Mayıs 2010
Sayı: SİKB 2010/20

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfına ihanetin hesabı mutlaka sorulmalıdır!
Anayasa değişikliği tartışmaları ve devrimci tutum
Baykal Amerikancı rejim tarafından
saf dışı edildi!
Polis destekli ırkçı-faşist saldırılar yayılıyor..
Madendeki patlamanın sorumlusu sömürü düzenidir!
BDSP: İş cinayetleri devam ediyor!
Sendika ve meslek örgütlerinden maden faciasına tepkiler
Ankara’da işçiler “Genel grev-genel direnişi” tartıştı
BES Adana Şube Başkanı Sinan Tunç
ile konuştuk
Türk-İş’ten 26 Mayıs ihaneti!
İşçi ve emekçi hareketinden..
Yeni dönem MESS Grup TİS süreci ve görevlerimiz
MİB: Sınıfa ihanet edenler hedefimiz olmaktan kurtulamayacaklardır!
İstanbul Kamu Emekçileri Kurultayı gerçekleştirildi!
Mayıs şehitleri eylemlerle anıldı
Gençlikten Kaypakkaya ve Mayıs şehitleri anmaları...
Sokak Üniversitesi’nde “Kapitalizmin krizi ve Yunanistan” dersi
NATO’da “stratejik” dayanışma
Krizin faturasına karşı
emekçiler sokakta!
Devrim şehitlerini anmak, kavgayı zaferle taçlandırmakla mümkündür!
Siyaset ve ahlak! - M. Can Yüce
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Baykal, Amerikancı rejim tarafından
saf dışı edildi!

On yıllardan beri sermayeye hizmet eden CHP şefi Deniz Baykal, gece yarısı sanal alemde piyasaya sürülen bir kasetle politik arenadan hoyratça saf dışı edildi. Düzen siyasetinin önde gelen isimlerinden birinin yatak odasında çekim yapan devletin ilgili kurumları, bu rejimde kimsenin gözetlenmekten muaf olamayacağını bir kez daha hatırlatmış oldular.

Kokuşmuş düzenin, kokuşmuş siyasetinin, kokuşmuş figüranlarının yatak odalarında çevirdikleri filmlerde başrol oynayan tek “kahraman”ın Deniz Baykal olmadığı aşikar. Sayısız veri, en az hizmet ettikleri düzen kadar kokuşmuş bulunan rejimin şu veya bu kurumundaki şeflerin pek çoğunun Deniz Baykal’dan farklı olmadıklarına işaret ediyor.

Deniz Baykal vakası Amerikancı rejimin kendi hizmetindeki figüranların da özel yaşamlarını didiklediğini gözler önüne serdi. Bu figüranlar hakkında istiflenen dosyalar, doğaları gereği birer çirkef yuvasıdır. Zira kokuşmuş bir düzene hizmet eden bir figüranın bu kan ve irin deryasında temiz kalması olası değil. Ancak verili koşullarda bu dosyaların çoğu mahzenlerin tozlu raflarında bekletiliyor. Zira rejim, ancak gerekli olursa figüranlarını bir paçavra gibi siyaset çöplüğüne yollar.

“Kurbanlar” genelde egemenler arası iktidar ve rant etrafında süren çatışmaların seyrine bağlı olarak belirlenir. Kimi zaman ise ya kamuoyunda çok yıpranmasına veya rejim nezdinde miadını doldurmasına rağmen arenadan kendi rızaları ile çekilmek istemeyen figüranlar da “kurbanlar” listesine eklenir. Ancak her durumda “kurban” ömür boyu hizmet ettiği rejim tarafından “işe yaramaz paçavra” muamelesi görmekten kurtulamaz.

Görünen o ki, Amerikancı rejimin Deniz Baykal gibi sadık bir hizmetkarını siyasi çöplüğe havale etmesi, bu figüranın miadını doldurmasından kaynaklanıyor. Çünkü Deniz Baykal’ın düzen siyasetini icra ediş tarzı, gelinen yerde artık ne emperyalistlerin ne işbirlikçi burjuvazinin beklentilerini karşılıyor. Bu duruma düşen figüranların “bahtsızlığı” hizmet ettikleri kapitalist rejimin siyasi etiği bir asır önce tedavülden kaldırmış olmasıdır. Bunun pratikteki yansıması, rejimin “karizmatik” temsilcilerin biri olmasına rağmen Deniz Baykal’ın başına gelenlerden izlenebilir.

Deniz Baykal’ın defteri bir kez dürüldükten sonra düzen medyasının “alçakça komplo” diye ağıt yakması, ikiyüzlü bir ayinden başka bir anlam taşımıyor.

Deniz Baykal ile diğer CHP’li şeflerin komplo düzenlendiğinden, özel yaşamın dokunulmazlığına tecavüz edildiğinden, insan hak ve hürriyetinin çiğnenmesinden söz etmeleri ise kaba riyakarlıktan öte bir anlam taşımıyor. Zira bu ülkede komünistler, devrimciler, ilericiler, emekçilerden yana sendikacı veya aydınların neredeyse attıkları her adım gözetlenirken, sadece kendilerinin değil, tüm yakınlarının her türlü iletişimi devletin kontrolü altında tutulurken, sayısız kere kolluk kuvvetlerinin tacizlerine maruz kalırken, diğer düzen partileri gibi, CHP şeflerinin de gıkı çıkmamıştır. Bunlar bir yana, kolluk kuvvetlerinin estirdiği terör ve işlediği cinayetlere bile itiraz etmeyen CHP şeflerinin, şimdi insan hak ve hürriyetlerinin çiğnenmesinden söz etmeleri inandırıcılıktan tamamen yoksundur.

Onlar, ancak işin ucu kendilerine dokununca insan hak ve hürriyetlerinin çiğnenmesinden dem vurmaya başladılar. Ancak bunu yaparken bile rejime değil, AKP hükümetine söz söylemenin ötesine geçemediler. Malum, bütün çirkeflerin anası olan kapitalist düzene biat ettikleri için rejimi hedef almaları mümkün değil. Ne de olsa onlar da Amerikancı rejim fedaileri arasında saf tutanlardandır.

Dinci gericiliğin şefi Tayyip Erdoğan ile siyaset ve medya alanındaki müritlerinin “ahlak”, “namus” gibi kavramları öne çıkararak CHP ve Deniz Baykal’a saldırmalarına gelince… Ortaya koydukları tutum, bu zevatın insani hasletlerden pek nasiplenemediğini gözler önüne serdi. Zira kız çocuğuna tecavüz eden Hüseyin Üzmez gibi hilkat garibelerini Adli Tıp raporlarıyla “masum” gösterenlerin, kendileri, çocukları, yakınları, hatta yandaşları sürekli zenginleşirken, milyonlarca işçi ve emekçiği yoksulluğa, sefilliğe mahkum ederek milyonlarca insanı sadakaya muhtaç duruma düşürenlerin ahlak ve namustan söz etmeleri, riyakarlıkta sınır tanımamalarıyla açıklanabilir ancak.

Elbette onların da bir “ahlakı” var; ancak bu ahlakın karakteristik özelliği, işçi sınıfı ve emekçileri sonsuza dek sömürü ve kölelik düzenine mahkum etmeyi “ilke” edinmesidir. Bu ahlakın alamet-i farikası sömürüyü, yağmayı, zorbalığı, köleleştirmeyi mubah sayması, hatta bu musibetlerden arınmış bir yaşamın mümkün olmadığını vaaz etmesiyle belirgindir.

Bu, bir egemen sınıf ahlakıdır ve her sınıfın karakteristik özellikleri, kaçınılmaz olarak o sınıfın ahlak anlayışına da damgasını vurur.

Diğer düzen partileri gibi CHP de, AKP de aynı ahlakı temsil ediyorlar. Elbette aralarında bazı farklar var; ancak bu farklar öze değil, biçime dairdir. Bu yüzden birbirlerine karşı son derece kaba ifadelerle, kimi zaman ise fiziki olarak saldırırken, bütün kötülüklerin anası olan Amerikancı rejime tek kelime etmeleri söz konusu bile olamaz.

Deniz Baykal örneğinde olduğu gibi, aralarından biri hedefe çakıldığı zaman, düzenin hizmetindeki figüranlar ikilemle karşı karşıya kalıyorlar. Zira bir yandan lanetlenen kendileri olmadığı için sevinirken, öte yandan benzer bir akıbetin başlarına gelebileceği korkusunun altında eziliyorlar. Bu açmaz, kişilerin ötesinde bizzat kapitalist rejimin açmazıdır. Unutmamak gerekiyor ki, kapitalist sistem, üstesinden gelemeyeceği pek çok sorunla malul olduğundan, hiçbir figüran hizmet ettiği rejimin bu açmazlarından muaf olamaz.

Belirtmek gerekiyor ki aynı açmaz, Deniz Baykal’ın yerine geçmeye hazırlanan ve medya tarafından “Kurtarıcı Mesih”miş gibi takdim edilen Kemal Kılıçdaroğlu için de geçerlidir. Zira sermaye iktidarı tarihin çöplüğüne atılana kadar, belirleyici olan kişiler değil, rejimin bekası olacaktır. Dolayısıyla belli dönemlerde başka “bahtsızlar”ın Deniz Baykal’ın akıbetine maruz kalmaları sürpriz olmayacaktır.