03 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/25

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzen içi çatışmanın son perdesi ve
devrimci müdahalenin artan önemi
  12 Eylül’ün hesap defterini Kenan Evren’in yargılanması da, intiharı da kapatamaz!
  CHP’nin “12 Eylülcüler yargılansın” manevrası ve gerçekler
Batan da, kriz içinde debelenen de
asalak sermaye düzenidir!
2 Temmuz etkinlikleri...
Basın-İş İstanbul Şube Yönetimi’ni gerçekleri açıklamaya davet ediyoruz...
  Kent AŞ direnişi sürüyor…
  Entes direniş güncesi...
İşçi ve emekçi hareketinden...
  Esnek istihdamı ve “kiralık işçi” uygulamasını yasal hale getiren, işçinin işgüvencesini gaspeden özel istihdam büroları yasası kabul edildi…
  DESA deneyimi üzerine
  Esenyurt Tekstil İşçileri Kurultayı sonrası çalışmamızda yeni bir dönem başlamıştır!
  Emekçi kadın mücadelesi
ve sendikalar
  Honduras’ta amerikancı faşist askeri darbe!
  Molla rejimi halk hareketini devlet terörüyle sindirmeye çalışıyor!
  Uluslararası Kızılhaç raporu:
  “İşçi sınıfı ya devrimcidir,
ya da hiçbir şey!”
  Kapitalizmin krizi yıkım üretiyor, sermaye cephesi daha fazla fedakarlık istiyor…
  Ulusal Sorun-Kürt Sorunu Sempozyumu
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Batan da, kriz içinde debelenen de asalak sermaye düzenidir!

Hükümetten muhalefete askerden yargıya sermaye düzeninin temsilcileri birbiriyle it dalaşı yaşarken ve işçi ve emekçileri sahte gündemlerle oyalarken, TÜİK Türkiye ekonomisinin 2009 yılı ilk çeyreğine dair verilerini kamuoyuna açıkladı.TÜİK’in verileri, Türkiye ekonomisinin kuruluş dönemi de dahil olmak üzere 1927’den bu yana, hatta İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık yıllarında dahi görmediği kadar küçüldüğünü gösteriyor.

Açıklanan bu rakamlarla Türkiye 1945 yılında gördüğü yüzde 15.3’lük küçülmeden sonraki en yüksek küçülmeyi bu dönemde yaşamış oluyor. 1939-1945 yıllarını kapsayan İkinci Dünya Savaşı’ndan ekonomik anlamda çok ağır etkilenen Türkiye, 1941’de yüzde 10.3 küçülürken, 1945’te tarihinin halen ulaşılamamış en yüksek küçülme oranını görmüştü. Böylece Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve 1929 Dünya Ekonomik Krizi’ni atlatan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bile görmediği küçülme, mevcut krizde ortaya çıktı.Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın, ‘Tünelin ucunda bir ışık, ama üzerimize gelen aracın farları da olabilir’ derken bahsettiği bu yıkım tablosudur aslında.

Ancak tüm bu yıkım tablosuna rağmen ülkeyi pazarlamakla mükellef olan tüccar Erdoğan ısrarlı. Başbakan TÜİK’in rakamlarını açıkladığı günün akşamında yaptığı “Ulusa Sesleniş” konuşmasında; “Hükümet olarak bu krizin başladığı ilk günden bugüne kadar iyi bir kriz yönetimi uyguladık. Krizden en hızlı ve en az hasarlı çıkan ülke olacağız!” dedi. Sonuç; başından beri krizin ABD’ye mahsus olduğu söylenirken, bu krizde ABD yüzde 2,5 küçülürken, Türkiye ise yüzde 13,8 oranında küçüldü. Böylece Türkiye, İzlanda, Hong Kong ve Litvanya’dan sonra krizin allak bullak ettiği ülke haline geldi. 

Sahte kampanyalar ve söylemlerin ardında gizlenemeyen gerçekler!

ABD’de başlayıp tüm dünyaya dalga dalga yayılan kapitalizmin krizi karşısında emperyalist ülkeler ve tekeller peşpeşe zirveler yapmış ve kapsamlı paketler açıklamışlardı. Krizin yıkıcı etkisi ülkemizde de kendini gösterdikçe önce görmezden gelen hükümet peşpeşe paketler ve kampanyalar düzenledi. Tüm dünyada eşzamanlı açıklanan bu paketlerin ve kampanyaların ortak bir özelliği vardı; krizin yıkıcı faturasını tüm dünyada işçi ve emekçilerin sırtına yüklemek!

Kriz işçi ve emekçilerin yaşamında yıkıcı etkisini gösterdikçe ve toplumda biriken tepkiler yükseldikçe önce “kriz bizi teğet geçecek” diyen tüccar Erdoğan, inandırıcılığı kalmayınca “teğet geçecek derken sürtünüp geçecek demek istedim, bu süreçte kimileri elbette etkilenecektir. Ancak Türkiye krizi en hafif atlatan ülkeolacak”diyerek alıştıra alıştıra faturayı emekçilere ödettirmeye devam etti.

Tüccar Erdoğan’ın bu söylemlerinin akabinde sendikaların başındaki hainlerle birlikte tüm düzen partileri ve asalak patron kesiminin saldırı hamleleri devreye girdi. Bu sahtekârlar “Kriz varsa, çare de var” şiarıyla dört mesajdan oluşan bir kampanya düzenlediler. Göstermelik şovlarla medyada boy gösteren bu leş kargaları “Kimse işini kaybetmesin”, “Güven ve istikrar sağlıklı toplumun çimentosudur” mesajlarını verdikten sonra, TÜİK’in ekonomiye dair rakamları açıklamasından birkaç gün önce dördüncü mesajlarını kamuoyuna açıkladılar.

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun açıkladığı kampanyanın dördüncü mesajı “Gücüne inan!” oldu. Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin üretimden ihracata, dünya pazarındaki yerine kadar yaptığı büyük atılımları rakamlarla anlattı. Türkiye’deki birçok sektörün dünyada ilk üç içinde yer aldığına dikkat çekerken, “Devir kâr değil, ar devri. Gücüne inan, diyoruz. Bu ülkenin neler başardığını herkese anlatmak istiyoruz” dedi. Ardından konuşan patron sözcülerinin hepsi hükümetin paketlerini olumlu karşıladıklarını, devamını beklediklerini söylerken, asıl vurguyu, “Türkiye özel sektörünün, bir önceki 2001 krizinden çok şey öğrendiğine” dikkat çekerek yaptılar. Bu asalaklar elbette 2001 krizinden çok şey öğrendiler. 2001 krizinin ardından 2 milyonu aşkın işçinin işten atılması, ekonomik-demokratik-sosyal hakların gaspedilmesi, ücretlere yapılan zamların dondurulup 6 aylıktan 1 yıla çıkarılması, emekliliğin ve sağlık hakkının mezara havale edilmes...  İşçi ve emekçiler açlıkla, işsizlikle, yoksullukla kıvranırken, bu asalaklar sürekli “üretim rekorları” kırmaktan, enflasyonu sıfıra indirmekten, şirketlerinin dev adımlarla büyümesinden bahsettiler. 

Ekonomi batıyor, ücretler düşüyor, işsizler dev bir orduya dönüşüyor!

Kriz içinde debelenen sermaye düzeninin ekonomisi batarken, işçi ve emekçileri de sefaletin dipsiz kuyusuna sürüklemektedir. İşsizler dev bir orduya dönüştürülürken gaspedilen kırıntı haklar yetmemekte, azgın saldırılar peşpeşe devreye sokulmaktadır. BETAM direktörü Prof. Seyfettin Gürsel’in yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’yi işsizlik oranı sıralamasında dünya ikincisi yapan krizin yıkıcı etkisi artarak devam edecektir. Açıklanan rakamlara göre, genç şehirli nüfusun üçte biri işsiz. Yani, sokakta gördüğümüz her üç gençten biri işsiz ve bunların önemli bir kısmının artık iş bulma umudu da yok. 1,5 yıl içerisinde Türkiye’deki işsiz sayısının 10 milyonu aşması bekleniyor. Kriz sonucu reel ücretlerde meydana gelen %10’luk düşüşün ise %15’i bulabileceği tahmin ediliyor. 

Ekonomi batıyor, işçi-emekçiler karanlığa itiliyor, sermayenin truva atları seyrediyor!

İşçi ve emekçiler saldırı bombardımanına tabi tutulurken sendikaların başındaki hainler, sermayenin işçi sınıfı içerisindeki Truva atları ne yapıyorlar? Asalak patronlarla kolkola, krizi sermaye adına fırsata dönüştürmeye çalışıyorlar! “O toplantı senin bu basın açıklaması benim” diyerek asalak patronların başlattığı saldırı bombardımanında sonuna kadar yer aldılar. İşçi ve emekçilerin zihinlerini bulandırmakla kalmadılar, sermayenin saldırıları karşısında direnme güçlerinin kırılmasında da ön ayak oldular. Sermaye devletinin, İşsizlik Sigortası Fonu’nun hibe edilmesi, işsizliğin pazarlanması, başta kıdem ve ihbar tazminatlarının gaspedilmesi, bölgesel asgari ücretin uygulanması, sınırsız-keyfi, ucu bucağı olmayan köle işçilik düzeninin, bedava işçiliğin yasal bir zemine kavuşturulması” saldırıları karşısında sözcülüğünü yaptılar.

Fiyatı 340 bin TL üstünde yeni arabasıyla “alış-verişi” canlandıran ve krizde istihdam sağlayan firmalara ödül kampanyası başlatan Hak-İş Başkanı Salim Uslu “Kriz varsa çare de var” kampanyasının son toplantısında şunları söylüyor: “Kriz geleceğimizi tehdit eder hale geldiği için bu platformun içindeyiz. Farklı çıkar örgütlerinin ülke çıkarları ön plana geldiğinde ortak hareket edebilmesi önemlidir. ‘Pazara değil sokağa çık’ diye karşı kampanyalar yapanlar sorumluktan kaçan, kolaycı, politik davranan çevrelerdir. Bu kampanyayı yürütenler idrak yollarını genişletmeliler!”

“İşçilere çok verirsek, memurlara kötü örnek olur, onlar da ister” diyerek hükümet adına konuşan Hayati Yazıcı’nın konuşmasına karşılık Türk-İş Genel Mali Sekreteri Ergün Atalay ise şunları ifade ediyor: “Bu kıymetli işverenlerimize bu kampanyaya katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Bu krizde herkes bedel ödüyor. İşverenler de malından, parasından bedel ödüyor. Ama asıl sadece kazandığı ücreti olan işçiler ödüyor. Suçlamak için söylemiyorum kesinlikle, son dönemde yüz binlerce işçi işsiz kalarak köyüne, evine, kahvesine döndü. Sizin çabalarınızdan hiç kuşkumuz yok. Ev yandı bari arsayı kurtaralım!”

Peki bu kampanyada yer almayan, bu kampanyaya karşılık açıklamalarla yetinen DİSK ne yapıyor? Cumhurbaşkanı’ndan işçi simsarlığına, işçilerin mal gibi alınıp satılmasına neden olacak, özel istihdam bürolarının faaliyetine izin veren yasayı veto etmesini istiyor ve Abdullah Gül’den randevu talep ediyor. AKP’nin bir kez daha işçileri ve sendikaları mağdur edecek bir düzenlemeye imza attığının ifade eden DİSK, “Alelacele, Türkiye’nin ve sendikaların gündeminden kaçırılarak gece yarısı yasasıyla getirilen ve ‘Özel İstihdam Bürolarının Mesleki Faaliyet Olarak Geçici İş İlişkisi Kurabilmesi’ne olanak tanıyan kanun ile modern işçi simsarlığı, bordro şirketleri hayata geçirilerek iş gücü piyasası kuralsızlaştırılacak, parçalanacaktır” diye açıklama yapıyor.

Başta “Özel İstihdam Bürolarının yasalaştırılması, İşsizlik Sigortası Fonu’nun sermayeye hibe edilmesi, kıdem tazminatının gasp edilmesi ve bölgesel asgari ücretin uygulanması” gibi temel saldırıları hayata geçirmek için uğraşan, işçi ve emekçileri buna “ikna” etmeye çalışan Üçlü Danışma Kurulu toplantısında DİSK de vardı. 24 Haziran 2009 tarihinde yapılan toplantıda  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, 12 Eylül gazabından, 12 Eylül’ün çalışma ve yaşama koşulları üzerinde yarattığı tahribatlardan demagojik söylemlerle bahsederken, İşsizlik Sigortası Fonu’nun kullanımı ile ilgili kendilerine sendikalardan herhangi bir eleştiri ulaşmadığını söyledi. Bu toplantıdan bir gece sonra meclisten geçirilen düzenlemelerle Özel İstihdam Büroları yasallaştırıldı. Anlaşılan kamuoyu önünde kendini “mağdur” hisseden Çelebi, yasal düzenlemeyi kınıyor ve Cumhurbaşkanı Gül’den veto temennisi bekliyor.

Elbette işçi sınıfı tüm bu gelişmelere seyirci kalmayacaktır. Kavel, Derby, Singer, Demirdöküm, Sungurlar ve Tariş direnişlerini yaratan, 15-16 Haziran direnişiyle Türkiye sermaye düzeninekorku salan Türkiye işçi sınıfı küllerinden doğmasını bilecektir. Türkiye işçi sınıfının öncüsüyle buluşacağı ve çelik iradesiyle şaha kalkarak asalak uşaklarıyla birlikte sermaye düzenini tarihin çöplüğüne atacağı günler uzak değildir.