Kızıl Bayrak'tan...
Devletin istatistik kurumunun yaptığı araştırmaya göre, Türkiye ekonomisi son bir yıllık dönem içerisinde yüzde 13.4 oranında küçülmüş. Bu, ikinci paylaşım savaşı sırasında yaşanan küçülmeye çok yakın bir oran. Yani savaş sırasında görülebilecek türden bir ekonomik yıkımla yüzyüze bulunuyoruz. Elbette bu ekonomik yıkım tablosuna büyük bir sosyal yıkım da eşlik etmektedir. Gün geçtikçe sosyal yıkımın boyutları daha da artacaktır.
Bunu bu kadar kesin ifade etmemizin nedeni, ekonomik-sosyal yıkımın faturasının işçi sınıfı ve emekçilere kesilmiş olmasıdır. Sermaye için bundan başka bir alternatif de bulunmuyor. Sermayeye halihazırda devlet korumasında ve tüm kamu kaynaklarıyla birlikte İşsizlik Sigortası Fonu gibi işçilere ait kaynaklar da emrine sunuldu. İşçi sömürüsü katlandı. Yüzbinlerce işçi kapı önüne konulurken, çalışmaya devam edenlerin sırtındaki iş yükü alabildiğine arttırıldı.
DİSK’in yaptığı araştırmaya göre, işsizlik yaklaşık 6 milyon 500 bine ulaştı. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi ‘sosyal ödemeler’ azaldı. Toplam gerinin bölüşümde ücretlerin payı, 1999 yılında yüzde 30 iken, bugün yüzde 22 seviyesine düştü. İstatistik kurumu verilerine göre son üç ayda iç tüketimin yüzde 9.2 daraldığı düşünülürse, toplumu saran yoksullaşma ve sefaletin tablosu da daha iyi anlaşılabilir.
Tüm bu tablo kapitalizmin üretici güçleri nasıl tahrip ettiğini gösteriyor. Milyonlarca insan yoksulluk ve sefaletin batağına itilirken, kapitalist özel mülkiyet tekeli altında üretim araçları hurdaya çekiliyor, işçi ve emekçiler üretim sürecinden dışlanıyor. İhtiyaç, üretim araçları ve üretim yapmak için işgücü fazlasıyla varken, bu düzen bunları bir birinden koparıyor. Değersizleştiriyor, kâr oranlarını arttırmak dışında bir yasa tanımıyor. Sonuçta kapitalizm büyük ekonomik ve sosyal felaketler üretti, yeni ve daha büyük felaketleri ise böylelikle hazırlıyor.
Ekonomik ve sosyal yıkımın tablosu bu iken, işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden ise homurtular her geçen gün daha güçlü biçimde duyuluyor. Bilinçli eylem yolunda olmasa da çeşitli biçimlerde ve bireysel bazda kalan öfke patlamaları oldukça yaygın. Öte taraftan ise yıkımın boyutları düşünüldüğünde yetersiz de olsa eyleme geçen işçi ve emekçi bölüklerine her geçen gün yenileri ekleniyor.
Ancak bu haliyle de henüz homurdanma sınırlarını aşamıyor. İhtiyaç, birleşik-militan devrimci bir sınıf mücadelesidir. Fakat bu mücadele belli bir düzeyde örgütlülüğe ve kararlı bir önderliğe sahip olmayı gerektiriyor. Ne yazık ki, işçi sınıfı ve emekçilerde olmayan da bunlar. Ancak bu zayıflıklar karşısında, mevcut “hoşnutsuzluk” toplumsal öfkenin ne kadar derin ve yoğun olduğuna bir işaret sayılmalıdır.
Yoğunlaşan öfke ve hoşnutsuzluğa kanal açacak bir siyasal pratik ile birlikte, ortaya çıkacak dalgaları karşılayacak bir örgütsel hazırlık bugünün en öncelikli ve önemli ihtiyacıdır. Bunun için mevcut güç ve imkanların sınırlarına takılmadan sınıf mücadelesini geliştirmeye yoğunlaşılmalıdır. Ama bu da siyasal ve örgütsel niteliği yükseltmek göreviyle iç içe yürütülmelidir.
İçerisinde bulunduğumuz sıcak yaz günlerini bu bakımdan asgari bir başarıyla örgütlediğimizde, sınıf mücadelesi açısından sıcak geçmesi muhtemel sonbahara hazırlıklı girmiş olacağız. Böylelikle ekonomik ve sosyal yıkımın doğuracağı büyük öfkeyi doğru kanala yöneltme imkanlarını ve zeminlerini çoğaltacağız. Böylece milyonların gelecek umutlarını yeşertebileceğiz. |