5 Mayıs 2009
Sayı: SİKB 2009/17

  Kızıl Bayrak'tan
  Taksim’i kazandıran cüret ve kararlılıkla ilerleyeceğiz!
  Azgın devlet terörüne direnen işçiler, emekçiler ve devrimciler sokak sokak çatışarak Taksim’i kazandı…
Adana’da 1 Mayıs coşkuyla kutlandı…
1 Mayıs Türkiye’nin dört bir yanında coşkulu eylemlerle kutlandı…
Liseliler 1 Mayıs’ta alanlardaydı!..
  Sokak sokak sergilenen devrimci direnişle 1 Mayıs kazanıldı!.. .
  Kadıköy’de devletin icazetine sığınan Türk-İş gericiliği ile kuyruğuna takılanlar düzene hizmet ettiler...
  Sermayenin yalıtma politikası 1 Mayıs’ta da sürdürüldü...
  Taksim’in kazanılmasının ardından.... - H. Eylül
  Kürdistan’da 1 Mayıs eylemlerinden...
  Küçükçekmece’den işçi ve emekçilerle 1 Mayıs üzerine konuştuk...
  Almanya’da 1 Mayıs gösterilerinden...
  Başbuğ, sermaye düzenin bekçisi olan orduyu aklamaya çalıştı…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Gençlik hareketinden...
  Hatice Yürekli anıldı
  Tamil Kaplanları: “Asla teslim olmayacağız!”
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Taksim’in kazanılmasının ardından....

Sınıf hareketinin devrimcileşmesi bir zorunluluktur!

H. Eylül

2009 1 Mayısı’nın da gündeminin Taksim olması ve tüm ilginin Taksim’e odaklanması, sadece, ‘77 1 Mayısı’nda aynı alanda gerçekleşen katliamın yol açtığı bir duygusallıkla açıklanamaz. 1 Mayıslar üzerinden işçi sınıfı ve burjuvazi arasında bir hesaplaşma alanı olan Taksim’in, bir alan tartışmasına indirgenerek basitleştirilemeyeceği gibi, “sınıfın birliği” gibi pek iddialı kelimelerin arkasına saklanılarak bu iki karşıt sınıf arasındaki savaşımın sertleşen zemininden kaçışın izah edilmeye çalışılması da hoş görülemez.

‘60’larla başlayan, 70’lerde devrimci bir içerik kazanan toplumsal muhalefetin ve işçi hareketinin gelişmekte olan tehlikesini fark eden sermaye sınıfı, haliyle bu gidişata dur demenin telaşı içerisindeydi. Bu çerçevede devreye sokulan faşist terör dönemin en belirgin ve öne çıkan özelliğiydi. Bu terör ‘77 1 Mayıs’ında da pervazsızca uygulanmıştır. 1979 1 Mayısı’nda Taksim işçi ve emekçilere önce sıkıyönetim tarafından, ardından ise 12 Eylül cuntasınca yasaklanmıştı. Tüm diğer demokratik haklar gibi...

‘77 1 Mayıs katliamı ve devamında gelen 12 Eylül askeri faşist darbesi sermaye açısından bir bütünsellik taşımaktadır. Birbirinden ayrı ele alınamaz.

Hatırlanacağı gibi 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilen Turgut Özal’a yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi verilmiş ve bu program kısa sürede hazırlanmıştır. Gerçekte IMF tarafından hazırlanmış olan program, 24 Ocak 1980’de kamuoyuna açıklanmıştır. Özal’ın 1980 öncesinde Sabancı grubunun genel koordinatörlüğünü ve güçlü bir patron örgütü olan MESS’in başkanlığını yaptığı da unutulmamalıdır. Özellikle işçi sınıfına karşı sert ve uzlaşmaz tutumuyla yürüttüğü MESS’teki başkanlığı, 1980 öncesinin sınıf çatışması ortamında sermaye cephesinde Özal’ın misyonunu belirgin hale getirmiştir. 12 Eylül’ün akabinde Bülent Ulusu hükümeti belirlendikten bir hafta sonra, Turgut Özal’ın konumunu iyice sağlama almak amacıyla Vehbi Koç’un Kenan Evren’e bir mektup yazarak, “Turgut Özal’ı tutmaya devam ediniz” tavsiyesinde bulunduğu da bilinmektedir.

Kısaca sermaye sınıfının dolaysız sömürüsünü arttırmanın önünü açacak büyük bir hamledir 24 Ocak Kararları. ‘77 1 Mayıs katliamı ise sonu 12 Eylül’e uzanan yolu düzlemek isteyen sermayenin kanlı bir organizasyonudur. 12 Eylül ise bu kararları hayata geçirmek isteyen sermayenin ne kadar kararlı olduğunun bir göstergesidir.

26 Ocak 1982 tarihli Cumhuriyet’te Rahmi Koç şöyle söylemektedir:

“12 Eylül harekâtından önce her şeyi demokratik bir sistem altında yapmak zorundaydık. Bu da karar almak, yasa ya da yönetmelik çıkarmak için aylar geçmesini gerektiriyordu. Yani her şey güç ve uzun zaman içinde gerçekleştiriliyor, her şeye politik açıdan bakılıyordu. Ekonomik yaklaşım hep arkadan geliyordu. Askeri yönetim altında fark, alınan kararların parlamentodan geçmesi gibi bir zorunluluk olmadığından çok hızlı hareket edilebiliyor. Ve üstelik askeri yönetim yanlış yapsa bile bunu kısa sürede düzeltebiliyor...”

Dönemin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin’in “Şimdiye kadar işçiler güldü, biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde” sözleri ise sermayenin faşist darbeden duyduğu memnuniyeti dile getirmektedir. Kenan Evren ise “24 Ocak Kararları’na bağlı tedbirler, ancak böyle bir sıkı bir askeri rejim sayesinde meyvesini verdi” diyerek, hizmetinde olduğu sömürücü asalaklarla adeta ağız birliği yapmıştır.

CIA şefi Paul Henze’nin darbeyi dönemin ABD Başkanı’na duyururken, “Bizim çocuklar başardı!” demesi ise 12 Eylül’ün sadece 5 darbeci generalin eseri olmadığının bir başka itirafıdır. Yani 12 Eylül, sermayenin sınıf kininin dışa vurulmuş hali olmakla birlikte cunta yönetimi sonlandıktan sonra biten bir dönem de değildir.

Bugün hala da sonuçlarını yaşadığımız Amerikancı 12 Eylül askeri faşist darbesi, toplumsal belleği bir darbe hamlesiyle silerek, yerine tüm direnç noktaları kırılmış, kişiliği ezilmiş, yalnızlaştırılmış ve bireycileştirilmiş bir toplum, buna uygun düşen insan tipi yerleştirmiştir. Bu bir bakıman çok geçmeden gündeme gelecek “yeni dünya düzeni”nin yeni insan tipidir. Amerikancı rejim tüm bunları hayata geçirirken dizginsiz bir devlet terörü uygulamış, bu terör faşist cunta döneminin yasalarıyla güvence altına alınmıştır. İşçi sınıfı ve emekçiler ağır bir ekonomik ve sosyal yıkım saldırısına maruz kalmıştır. “Devrim” umudu hafızalardan zor yoluyla silinmeye çalışılmıştır. Sendikal hak ve özgürlükleri ellerinden alınmış emekçilere, “örgüt” teması oldukça örgütlü olan sermaye tarafından kâbusu ve korkuyu çağrıştıran bir tehdit olarak kullanılmıştır. Örgütsüz kalan ve hakları için örgütlenmeden korkar hale gelen yığınlar sermayenin saldırıları karşısında çaresiz bırakılmıştır.

12 Eylül üzerinden de kolayca görülebileceği gibi sermayenin hiçbir saldırısı, hak gaspı, dizginsiz terörü, kontrgerilla aygıtlarını devreye sokması, provokasyonları hesapsız değildir. Hesapta ve hedefte işçi sınıfı ve emekçiler, onların örgütlü duruşları vardır.

Elbette ki 12 Eylül bizlere tüm hak gasplarının yanında çektiğimiz tarifsiz acıları, işkenceleri, darağaçlarını, kaybettiğimiz yoldaşlarımızı, dava arkadaşlarımızı hatırlatacak, yaşananların hesabını sormak için öfkemiz ise artarak devam edecektir.

Diğer taraftan ‘77 1 Mayısı’nda olduğu gibi, 12 Eylül ve tüm diğer faşist katliamların arkasında sermayenin sınıf çıkarlarının yattığını unutmamak, verilen mücadelenin yönünü hiçbir zaman bu rotadan saptırmamak gerekmektedir.

Bugün işçi ve emekçileri Taksim’e sokmamak için dizginsiz bir devlet terörü uygulayan sermaye hükümeti, bu davranışıyla 12 Eylül cuntasının organik bir devamı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Kararlı bir duruş sergileyerek Taksim’i kazanan işçi ve emekçilerin mücadelesini yine bu kapsamda, 12 Eylül ve askeri faşist cunta ile bir hesaplaşma olarak görmek gerekir.

Keza demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmasının gerçek yolu da buradan, işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik militan mücadelesinin yükseltilmesinden geçmektedir. İşçi sınıfı ve emekçileri yok sayarak, onları yaşamın ve siyasetin dışına iterek ne demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması mümkündür, ne de darbe karşıtı söylemlerin bir samimiyeti vardır. Sermaye ile işçi sınıfı arasındaki 30 yılı aşkındır süren ve bir yanıyla da Taksim üzerinden şekillenen hak ve özgürlükler mücadelesinin bugün geldiği yer bu açıdan değerlendirilmelidir. Ekonomik ve siyasal hakların kazanımı için verilen mücadele birbirinden koparılamaz.

İşte bugün Taksim’in kazanılmış olması, 12 Eylül’ün yarattığı korku duvarlarının yıkılmaya devam ettiğini de göstermektedir. Böylece işçi ve emekçilerin yolu iyice aydınlanmış ve açılmıştır. İşçi sınıfının, Taksim’in kazanımıyla açılan gedikten bakarak, DGM’yi ezdiği o büyük DGM direnişlerini, faşizme karşı ihtar eylemlerini görebilmesi, kendi şanlı tarihinden öğrenmesi gerekmektedir. Kazanımlarını kalıcı hale getirebilmesi ve yeni haklar kazanabilmesi için sınıf hareketinin siyasallaşması bir zorunluluktur.

Burjuvazinin izlediği kendi sınıf siyasetine karşı, işçi sınıfı, kendi bağımsız devrimci sınıf çizgisini kuşanarak duruş sergilemelidir. 

Kadıköy’de gerçekleşen izinli 1 Mayıs kutlamasında işçilerle konuştuk...

“1 Mayıs’ta Taksim’de olmalıydık!”

Tuzla Deri işçisi: Tüm konfederasyonlarla birlikte 1 Mayıs’ı özüne uygun kutlasaydık iyi olurdu. Gönlümüz Taksim’deydi. Ama sendikamız burada olduğu için bizler de bugün buradayız.

Petrol-İş Sendikası’na üye bir işçi: Tüm sendikalarla birlik ve beraberlik içinde bayramımızı kutlasaydık çok iyi olurdu. Bu yılki 1 Mayıs devletin bölmesi sonucu ikiye bölündü.

Yol-İş Sendikası’na üye bir işçi: Bugün burada haklarımız için varız. Ama Taksim 1 Mayıs alanıdır ve olmalıdır da. 1 Mayıs’ta Taksim’de olmalıydık. Örgütlülüğe uygun davranmak zorundaydık, bu yüzden buradayız.

Tümtis üyesi bir işçi: Taksim’de ‘77 1 Mayıs ruhuna uygun, katliamın hesabının sorulması için bir kutlama gerekliydi. Türk-İş bugünkü tutumla işçi sınıfını bölmüş, parçalamıştır. Sermaye yanlısı bir tutum sergiledi.

Haber-İş Sendikası’na üye bir işçi: Böyle uyduruk, baştan savma bir miting 1 Mayıs mitingi olamaz. Seneye kesinlikle Taksim’de olmak zorundayız. Taksim işçilere kapatılamaz.

Türk Metal Sendikası’na üye bir işçi: Bütün işçiler olarak 1 Mayıs bayramımızı burada kutlasaydık iyi olurdu. Çünkü devlet Taksim’e izin vermedi. Onlarda buraya gelselerdi iyi olurdu.

Kızıl Bayrak / İstanbul