5 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/36

  Kızıl Bayrak'tan
  Gürcistan krizi ve Türkiye
   Burjuvazi solunu aramaya devam ediyor!
Komutan yeni, parola eski:
Toplu görüşme süreci ve devrimci sorumluluk!

Metal sektöründe mücadele dinamikleri ve görevlerimiz

Metal TİS’lerine müdahale
sorumluluğu
  Canovate’deki saldırıya gereken yanıt verildi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  12 Eylül faşizminden hesabı işçi ve emekçiler soracak!
  Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…/2
  Memlekette sendika(cılık) var mı ?..
Yüksel Akkaya
  Kapitalizmin “güçlü” kadını değil, sosyalizmin özgür kadını!
  Gerici savaşlar halkların birleşik direnişiyle yanıtlanmalıdır!
  Dünyadan...!
  McCain ile Obama’nın başkan adaylığı kesinleşti…
  Çok kutupluluğa doğru…- M. Can Yüce
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve
kolera günleri / 1
Volkan Yaraşır
  “İki, üç daha fazla Vietnam!”
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Memlekette sendika(cılık) var mı ?..

Yüksel Akaya

En  zor sorular aslında en basit sorulardır. Zira genelde bu basit sorulara, “herkes” kolay yanıt verir. Misal, biz basitçe diyelim ki “memlekette sendika var mı”? Yanıt, “helbet”, hemi de “tonla” olacak… Genel kanıyı da yansıtan bu cevaba biz “gariban”ın yanıtı da, modanın argo diline uygun olarak “halt etmişsiniz” olacak!..  Doğal olarak, bu memlekette resmi veriler ile de desteklenmiş şunca sendika, bunca sendika üyesi varsa, çıkıp böyle “dangalakça” bir iddiada bulunmak akıl kârı olmasa gerek!

Diyelim ki öyledir!.

Ama bu davet bizim, buyurun, “konuşalım”.

Soru bir: Sendika nedir?

Alingirli olmayan, mevzuattan beslenen gerilikleri içeren basit bir cevap: Sendika üyelerinin ekonomik ve sosyal çıkar ve haklarını koruyan, geliştiren örgüttür. Güzel... Tabii, bu işi yasa metninde düzenleyenler sendikanın toplu pazarlık ve grev hakkını da ayrı maddeler halinde düzenlerler. Biz, işi kolaylaştırmak için, mevcut mevzuata uygun olarak, maddeleri birleştirerek yeni bir tanım yapıp, düşünme babında işi kolaylaştıralım.

Yukarıdaki “geri” sendika tanımı, mevzuat içi bir düşünüşle şöyle yeniden “anlamlı” olarak tanımlanabilir: Sendika, üyelerinin ekonomik ve sosyal çıkar ve haklarını koruyup, geliştirmek için onlar adına toplu sözleşme yapan, bu toplu sözleşme sürecini grev gibi önemli bir araç ile besleyen örgüttür. Şimdi “devrimciliğin” alemi yok! Yok, çünkü, bu memlekette bu kadar basit tanımlı bir işi yapan örgüt yokken, bir de işe başka boyutu koymamışsın itirazı abesle iştigaldir. Öyle olduğu için de en geriden başlayacağız!

Sendika olmak için:

Bir: Toplu pazarlık yapıp, onlar adına bireysel iş sözleşmesinden daha ileri haklar koparmak gerekiyor.

İki: Daha ileri haklar koparmakta sorun varsa bunu çatışmacı bir “araç” olan grev ile çözmek gerekiyor.

Evet, sendika olmak için bu kadar “basit”  iki şey yapmak gerekiyor. Bunlar sendikacılığın varlık nedenidir, olmazsa olmazlarıdır.

Şimdi bu iki temel veri üzerinden son yıllarda memlekette sendika(cılık) olup olmadığını tartışalım.

Önce sorular:

Bu memlekette kaç “işçi”/çalışan var?

Resmi veriler: 6 milyon kadar sigortalı, 2 milyon kadar memur, 6 milyon kadar “kayıt dışı” işçi! Toplam: 14 milyon! Güzel... Toplu iş sözleşmesinden yararlananlar? 600 bin “işçi”, 2 milyon “memur”! Memurin takımının yasal toplu görüşme hakkı hikaye olunca, onları yasa dışı ilan edip toplamdan çıkarınca geriye 600 bin “işçi kalıyor!

Şimdi gayri resmi değerlendirmeler: 14 milyon çalışandan 600 bini çıkardığımızda geriye ne kalır? Oran ne olur? Bu kadar sendika hakkından yoksun insan varken, 600 bin kişi adına “sözde” toplu pazarlık yapan “sendikalar” varken, bu ülkede sendikacılıktan söz edilebilir mi? Velev ki 20’şer bin üyesi olan “radikal”, “solcu” sendika olsun! Ne değişir?

Uluslararası ILO/UÇÖ, BM sözleşmelerine göre, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarına göre bu ülkde sendika(cılık) yoktur!.. Zira, kendisine sendika diyen kurumlar sıradan bir bülbül severler derneğine dönüşmüş, sendika olmayı gerektiren süreçlerin, eylemlerin dışına düşmüştür.

İtham ediyorum:

Bir: İmza attığınız toplu iş sözleşmesi ne kadar sizin, sendika olarak sizin sözleşmenizdir? İşverenin dikte ettiği bir metne imza atmışsanız, sorun yok, itiraf ediyorsunuz!.. Bana yüzbinler değil, yüzbin işçiyi içeren, sendikaca işverenin tüm çabalarına rağmen onun aleyhine olmuş, esaslı, işverence de kabul edilmiş bir tek toplu iş sözleşmesi örneği gösterin.

Gösteremiyor musunuz? O zaman bana bunu kabul ettirmek için etkili, sendikaca başlatılmış bir grev gösterin? Yok mu?

Eeee be kardeşim, adı sendika olan bir örgüt, varlık nedeni olan toplu pazarlık yapıp, sözleşme bağıtlayamıyorsa, bu acizliğini grev ile destekleyemiyorsa, biz size niye sendika diyelim ki? Ha “işçi” “sendikası”, ha “memur” “sendikası...

Kandırmayın bizi, kandırmayın… Almayın mazlumun ahını, yemeyin aidatlarını…

Sendika olun, sendika...

“Annadın sen onu”!

Annamadınsa, derdimiz olsun, anlatırız.. Ne de olsa işimiz bu! Sakın kızmayın. Budur meslek ahlakımız, ne yapalım, mecburen diyeceğiz. Siz de “meslek” ahlakının gereğini yapın, “yiğin ciğerimi”... Ehhh, dönemin argo söylemine devam etmek lazım, istikrar budur, nitekim!.. Buyurun, hesaplaşalım... Bir-iki sendika ve sendikacı hariç, iddiada bulunan varsa ben bire bir milyon korum; meseleyi de İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nde çözerim: Mevcut “sendika” sıfatlı örgütlerin sendika olmadığını çok açıkça gösteririm; işin kötüsü bir de bunun için mahkemelik olurum.

Hodri meydan! Var mı, sendika olduğunu iddia eden, sendikacı olduğunu iddia eden, benim istisna dışı tuttuğum” birkaç şey hariç? Var mı?

Yokkkk…

Olamaz da…

Zira onlar da ne “halt” ettiklerini biliyorlar…

Bize düşen de bir de bu alanda bu zalim orta oyununu bozmak…

İşimiz zor mu? Hayır! Çok kolay...