5 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/36

  Kızıl Bayrak'tan
  Gürcistan krizi ve Türkiye
   Burjuvazi solunu aramaya devam ediyor!
Komutan yeni, parola eski:
Toplu görüşme süreci ve devrimci sorumluluk!

Metal sektöründe mücadele dinamikleri ve görevlerimiz

Metal TİS’lerine müdahale
sorumluluğu
  Canovate’deki saldırıya gereken yanıt verildi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  12 Eylül faşizminden hesabı işçi ve emekçiler soracak!
  Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…/2
  Memlekette sendika(cılık) var mı ?..
Yüksel Akkaya
  Kapitalizmin “güçlü” kadını değil, sosyalizmin özgür kadını!
  Gerici savaşlar halkların birleşik direnişiyle yanıtlanmalıdır!
  Dünyadan...!
  McCain ile Obama’nın başkan adaylığı kesinleşti…
  Çok kutupluluğa doğru…- M. Can Yüce
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve
kolera günleri / 1
Volkan Yaraşır
  “İki, üç daha fazla Vietnam!”
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DİSK/Birleşik Metal İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…

“Metal işçilerinin ortak taleplerini dile getirmeye çalışıyoruz!” / 2

- Metal işçilerinin kendi sorunlarına dair duyarlılıklarının arttığını, son dönemde bir örgütlenme ve mücadele eğilimine girdiğini görüyoruz. Ancak sınıfın toplam mücadele süreçlerinde metal işçisi kendisini çok fazla hissettiremiyor. Bunu neye bağlayabiliriz?

- Bir genç işçi kuşağı ile karşı karşıyayız. Ve bunlar sendikal alana yönelik bilgilerini, yaklaşımlarını sendikaların dışındaki kaynaklardan alarak işyerlerine geliyorlar. Yeni örgütlendiğimiz işyerlerinde biz bu sorunu yaşamıyoruz. Buralarda işçilerle iletişimimizin çok daha iyi olduğu ortada. Çünkü orada bir mücadele sürecinden geçiyorsun. O süre içerisinde 40 kere toplantı yapıyorsun. Eylem yapıyorsun. Birbirini tanıyorsun. Ama gruptaki işyerlerinde, özellikle eskiden beri örgütlü olduğumuz işyerlerinde yeni gelen dediğimiz, bu sözleşme döneminin de merkezine oturan genç işçi kuşağı sendikal yaklaşımını sendikalara yönelik karşıt önyargılardan alarak geliyor. Bunun değişmesi, bunun ortak bir sendikal bilinç haline dönüşmesi, bu sendikanın kimi olumlu gelenekleriyle buluşabilmeleri, o önyargılarının kırılabilmesi tabii ki zaman alıyor.

Bu genç işçi kuşağının çok önemli bir farklılığı var. Bu arkadaşlarımız, belki tabir tam oturmayabilir ama anarkosendikalist eğilimler taşıyorlar. Anarkosendikalizmin ne olduğunu bilmeden... Sermayeyle mücadeleyi bir anda ve kesin bir sonuçla yürütme eğiliminde oluyorlar. Diyelim ki ücreti düşük; bu sözleşme döneminde bu bitecek kardeşim, yoksa yok! Dolayısıyla bunun bir tarafını, işverenden fazla olan tarafını sen alıyorsun. Sendika olarak eleştirisinin payı sana düşüyor. Oysa sendikal mücadelede genelde evrimci, disiplini, sabrı ve örgütlülüğü sürekli arttırmayı gerektiren bir durum var.

Bir taraftan eleştirir gibi gözüküyorum ama ben bunun çok önemli bir olanak olduğunu düşünüyorum. Bu genç işçi kuşağının bu tepkiselliği ve sermaye ile olan ilişkisini bir an içerisinde bitirmeyi düşünmesi önemli bir dinamizm. Ama bu tek başına kendisini yakan bir süreç. Çünkü sendikal mücadeleyle sen sermaye egemenliğini ortadan kaldıramıyorsun. Bunu yapabilmen için işçiler olarak başka bir şey yapman gerekiyor.

Burada bu dinamizmin kaybedilmemesi gerekiyor. Yani kavga ediyorsak yenilmek her zaman mümkün. Bugünkü koşullarda yenilgi çok daha fazla mümkün. İşçi sınıfı açısından söylüyorum bunu, sadece Birleşik Metal açısından söylemiyorum. Aslında tarihe baktığımız zaman, çok ajitatif konuşmaların dışında işçi sınıfının tarihi zaferler değil yenilgiler tarihidir. Biz yenilgilerimizden öğrenerek, yenilgilerimizden güçlenerek yürüyen bir sınıfız. Bu da kaçınılmaz. Dolayısıyla önemli olan yenmek-yenilmek meselesi değil. Önemli olan yeniliyorken bile bunu bilerek yaşamak. Yani bir dağılma sürecine girmeden yaşayabilmek bunu.

- Son dönemde sınıfa güven aşılayan olumlu direniş örnekleri de var. Özellikle farklı sektörlerde. Ve bunlar toplumda geniş yankı da buluyorlar. Oysa metal sektörü hem stratejik önemi, hem etkileme potansiyeli, hem de niceliksel ağırlığı bakımından çok daha önemli bir yerde duruyor…

- Bugünü konuşurken tarihten kopuk konuşursak, bugünkü özneler üzerine çok fazla yük yükleriz. Evet, bu grup toplu sözleşmesinin, metalin bir etkileme özelliği var. Sadece bu ülkede değil, başka ülkelerde de... Bırak sözleşmesini genel olarak metaldeki işçilerin, metaldeki işçi hareketinin etkileyiciliği mesela kömür madeni işçilerine göre çok daha fazla. Kömür madeni yöresel kalır, metal siyasal sonuçlar doğurmuştur her zaman için. Çalışma sürelerinin kısaltılmasını maden işçileri değil metal işçileri sağlamıştır örneğin. Hem daha kentlidir, hem daha yaygın ilişkiler ağına sahiptir, hem daha moderndir, hem daha disiplinlidir. Sanayinin getirmiş olduğu kendiliğinden bir disiplin söz konusudur. Daha örgütlüdür, vb.

Ama burjuvazi için de önemli metal işkolu. Burjuvazi de metal işkolundaki işçi hareketini denetim altına alabilmek için çok ciddi bir mücadele verdi bugüne kadar. Ve 1980’le bu mücadeleyi kazandı. Türk Metal ‘80 öncesinde işkolunun küçük sendikalarından biriydi, esamesi okunmuyordu. Maden-İş’ti en büyük sendika. Onun dışında metal işçileri içerisinde başka siyasal grupların örgütlenmeleri vardı.

12 Eylül’ün tüm sendikalara ve tüm işçilere yönelik bir hareket olduğu kesin. Ama şunu ayırmak gerekiyor. 12 Eylül’le birlikte yapılmak istenen ve yapılan da esas itibariyle metal işkolunu denetim altına alabilmekti. Büyük sermaye açısından metal işkolunun denetim altına alınması önemliydi. ‘77’de metal işçileri grevdeler, ‘79’da metal işçileri grevdeler ve ‘80 darbesi yapıldığında da metal işçileri grevdeler... 3 yıl boyunca sendikal faaliyetler donduruluyor. Örgütlenme ve toplusözleşme yapılmıyor. Bu süre içerisinde sadece MGK’nın ve yüksek hakem kurulunun yaptığı sözleşmeler var. Sendikalar taraf olarak bulunmuyorlar. DİSK ve DİSK’e bağlı sendikalar kapatılıyor.

83’te çıkartılan yasayla sendikalar yeniden faaliyete geçiyorlar. Yasa bugünküyle aynı yasa. Noter kanalıyla üyelik, %10 barajı, %50 +1 yine var. Ama Türk Metal bir gün içerisinde hiçbir örgütlülüğü olmayan işyerlerinin yetkili sendikası haline geliyor. Yasaya bir ek madde koyuyorlar. Sendikalar noter kanalından geçirmeyecek, işyerlerinde ilan edecekler üyelerini. İtiraz olmazsa bakanlık onun üzerinden yetki verecek. MESS bütün üyelerine talimat verdi o dönemde, götürdüler işyerlerinde isim listelerini o işyerinde örgütlü olmayan Türk Metal Sendikası’na verdiler. Türk Metal o sayede bu işkolunun tırnak içinde en büyük sendikası haline geldi. Türk Metal’i MESS 1983 yılında kendi elleriyle kurdu. Önceki Türk Metal değil o artık. Ve bütün tekellerin işyerlerini ve ona bağlı tedarikçi işyerlerini Türk Metal’e altın tepsi içerisinde sundular.

Şimdi bizim işçi arkadaşlarımız diyorlar ki, “MESS niye önce Türk Metal’le imzalıyor. Önce bizimle imzalasın.” Niye imzalasın bizimle? Bizi o kurmadı ki, bizi kapattı. Onu kendisi kurduğu için, o gidip onunla imzalıyor. Büyük olduğu için imzalamıyor. Kendi denetimi altında olduğu için ve kendisi kurdurduğu için.

Bu, sınıf mücadelesine yapılmış çok ciddi bir müdahaledir. Ve bu grup toplu sözleşmesini belirliyor. Metal işkolunu belirliyor. Burjuvazi önlemini almış durumda. Bugünkü koşullarda hareket gelişmez. Bu egemenlik, bu işbirliği devam ettiği müddetçe burada metal işçilerin adım atabilmeleri mümkün değil. Harekete geçebilmek açısından da bu işbirliğinin yıkılabilmesi, çatlatılabilmesi, uygun koşullarının yaratılabilmesi gerekiyor. Birleşik Metal son birkaç dönemdir bunu bilinçli olarak yapmaya çalışıyor. Bu tabloyu değiştirmeye çalışıyor. Biz “Türk Metal imzaladı ne yapalım, yapacak bir şeyimiz yok!” demiyoruz. Türk Metal’in niye imzaladığını anlatmaya çalışıyoruz. Niye Türk Metal’le imzalandığını ve bunun değişmesinin yolunun ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.

Burada ne yapılabilir? Birleşik Metal’in yapabilecekleri üzerinden düşünmek ve konuşmak lazım. Ayakları yere basarak kurgulamak lazım. Birinci olarak bizim görevimiz, bu tablonun değiştirilebilmesi için metal işçilerinin bir bütün olarak hareketlendirilebilmesidir. Bunun koşullarını sağlayabilmek, bunu yaratmak meselesidir. Bu kolay bir şey değil. Bu işçiler senden uzakta. Denetim altında, fabrikaya kapatılmış vaziyette ve sen buna ulaşamıyorsun.

Biz geçtiğimiz hafta içerisinde gizli bildiri dağıttık, sızabildiğimiz Türk Metal fabrikaları içerisinde. Şubelerin basıldığı haberleri geliyor. O bildirilerin üzerinden şube ziyaretlerinin ve baskınlarının olduğu bilgileri geliyor. İşyerlerinde protestoların olduğu bilgileri geliyor. Ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır bilmiyoruz. Ama şöyle bir şey olamaz. Bir örgütün %80’i ile konuşuyorsun, adam diyor ki: “Ben burada sesimi çıkartamam. Sesimi çıkartırsam beni kapının önüne koyarlar.” Bunu diyebilen bir yapının devam edebilmesini anlamak benim mantığım açısından mümkün değil. Ama bu yapı devam ediyor.

Bu süreci tersine çevirmek o kadar da kolay değil. 12 Eylül’ü silahla, tankla yaptılar çünkü. Yani birdenbire tersine dönebilecek bir şey değil. Ama bu olmazsa bu ülkede bir şey olmaz. Metal işkolundaki şu yapı sarsılmadan bu ülkede bir şey olmaz. Sen şimdi Erdemir’i tutamayacaksın, otomotivi tutamayacaksın, beyaz eşyayı tutamayacaksın, elektroniği tutamayacaksın, buraları tutamadıktan sonra sen sermaye iktidarını hangi hareketle sıkıştıracaksın. Buraları tutman da bu iktidarı yıkacağın anlamına gelmiyor ama bu çok önemli. Bunun için kontrol ediyorlar burayı.

- Peki nasıl yıkılacak bu yapı?

- Yıkılabilmesinin yolu bunun için çalışmaktan geçiyor. Bunun yolu, onların işyerlerindeki işçilerin hareketlenmesinden geçiyor. İlla bizim orada örgütlenmemiz de gerekmiyor. İşyerlerinde bugünkü koşullar içerisinde metal işçilerinin satılmasına izin vermeyen bir toplusözleşmeyi ortaya çıkartabilmek mümkün. Bunu Türk Metal imzalasın, bizim derdimiz biz imzalayalım değil. Bunu gitsin Türk Metal imzalamak zorunda kalsın. Bu oldu çünkü. ‘98’de anlaşma tutanaklarını yırttılar ve tekrar gidip imza attılar. İşçilerin basıncı olduğu zaman bu gerçekleşebilir bir şey. Kalıcı mı? Değil! Kalıcı olması, bu işbirliğinin tümüyle yıkılmasıyla mümkün.

Bu yapı iki koşulda yıkılır. Bir, metal işçilerinin bilinçli hareketiyle, bunu yıkmaya dönük bilinçli hareketiyle ve örgütlü mücadelesiyle. İkincisi, konjonktürel olarak o desteğin sermayenin ve devletin kendi içindeki iç kapışmaları nedeniyle azalması ve çekilmesi sonucunda yıkılabilir.

Somut örnek, Ergenekon süreci Mustafa Özbek’i etkilerse, onu da kapsamına alırsa çok ciddi darbe yer burası. Soruşturma kapsamında şu an gözükmüyor ama gözaltına alınan herkese onu soruyorlar. Devletin yeniden yapılandırma sürecinde eski safralarını (bu da safrası çünkü) atarlarsa (Veli Küçük vb. gibi), o zaman metal işçilerinin önünü açacak bir alan doğmuş olur. Buna bakacağız, bunları değerlendirmek gerekiyor. Bunlar fırsatlar sonuçta.

- Yol olarak, Birleşik Metal’in Türk Metal işçisini sarsacak bir düzeyde mücadele yolunu tutması, metal işçileri içerisinde mücadeleci kimliğiyle odak haline gelmesi sayılabilir mi?

- Etkileme yöntemlerinden biri bu elbette ki. Bu tartışmasız. Az isen Fransız sendikaları gibi hareketli olacaksın. Güçsüz değilsindir aslında. Hareketli olacaksın, sınıfın çeşitli kesimleriyle bağ kuracaksın. Militan olacaksın. Seçeneğin yok çünkü. Bugün bu ülkede %5-6’dır sendikal örgütlülük. Sen ne adına konuşacaksın. Eğer %5-6 kendi ayrıcalığını korumak adına mücadele ederse zaten yenilmiş demektir. Sahip olduğun hakların bir kısmını kaybetmek pahasına sınıfın bütününün haklarını savunabiliyorsan, sınıf o zaman sana bakar.

- Birleşik Metal-İş bunu yapabilecek bir durumda mı?

- İşçilerden önce bu sendikanın kadroları açısından bu meselenin olabilirliği yönünde bir irade oluşabilmesi gerekiyor. Yani farklı bir şey yapılabilir noktasında bir irade olması gerekiyor. Bunun için sadece bizim bu yapılabilir dememiz yetmiyor. Bu yapılamayabilir de... Sonuç olarak kavga edersin ve yenilirsin. Ama yapılabilirlik üzerinden kurgulanır bu. Yapamayacağım diye kavgaya girmezsin, yapacağım diye girersin. Kaybedersin, o ayrı mesele. Burada kritik olan nokta şu, bir daha altını çizerek söylüyorum. Bu dönem benim ölçüm Ahmet’in, Mehmet’in ne söylediği değildir. Benim ölçüm daha ölçülebilir şeylerdir.

Bu kapsamdaki işyerlerinin büyük çoğunluğu geçtiğimiz dönem toplu sözleşme zammından memnundu. Razı olmak anlamında değil. Şöyle düşünüyordu insanlar. %10 zam çıktı, arttırma şansımız yok. Yüzdeli olarak uygulanması da bizim açımızdan iyidir. 3 ya da 4 işyerimiz o konuda rahatsızlık yaşadı. Ama bu örgüt 1,5 ay zorlandı. O 3-4 işyerinin talebi üzerinden zorlandı. Ben Türk Metal imzaladığı için imzaladık demiyorum, tam tersini yaptık ve bizim üyelerimiz ortaya çıkan sözleşmeye sempatiyle baktığı halde biz ona karşı durmaya çalıştık. Bu bir adımdı, bir şeyin zorlanmasıydı.

Ama geçtiğimiz dönem 3 işyeri varsa bugün 15 işyeri var. Demek ki bu örgüt karar aşamasında toplandığı zaman, geçtiğimiz dönem 1 saat tartıştıysa bu dönem 5 saat tartışacak. Buradan çıkacak karar ve sayı itibariyle, işyeri sayısı hiç önemli değil, örgütün %65’idir. Bu bahsettiğim sorunu yaşayan, kararlılığı, tansiyonu yüksek olan işyerlerimizin oranı toplam üyemizin %65’idir. O yüzden bu dönem kimse kalkıp da tersinden bir şeyi yapamayacaktır. Bu işyerleri belirleyicidir. Bu işyerleri ortak bir talep noktasında birleştikleri anda bu sendikanın politikasını da belirlerler. “Biz bunu yapacağız” dedikleri zaman bu örgüt yapmak zorundadır.

Bugün grup toplu sözleşmesinde 150 işyeri var. 150 işyeri ya tek başına aynı anda aynı günde greve çıkar, ki başarının yolu oradan geçiyor. Ya da parçalı ve uzun soluklu dayanabilen götürür bu işi. Üçüncü yol yok. Biz Türk Metal’in olduğu işyerlerinde hareketlilik sağlamayı mümkün olduğu kadar zorlamalıyız. Hepimizin hedefi o olmak zorunda. Bu stratejiyi anlatarak geliyoruz biz buraya. Bunun tesadüfü olmadığını, bu işin olması için çabaladığımızı anlata anlata geldiğimiz için bunun sonucunda işçiler de diyecekler ki; “Kısmen başarı. Bir şey yapıldı. Ya da bir tehlike durduruldu.” En azından bunların gösterilebilmesi gerekiyor. Grevle biter grevsiz biter. Bu sözleşme döneminden sonra “en başında bize söylenen bir şey vardı. O süreç takip edildi ve şöyle bir noktaya geldi. Bunun içinde bir tutarlılık var. Ve burada söylenen şeyler haklı” desinler. Biz bunu aldık demesinler.

- Son dönemde sınıf hareketinin yoğunlaşan mücadele tablosunun metal sözleşmesi üzerinde bir etkisi olabilir mi?

- İşçi sınıfının içinde bulunduğu duruma karşı tepkisel olduğu, bu durumu değiştirmek üzere bir kıpırdanma içerisinde olduğu doğru. Metal işçileri açısından da bu böyle. Hatta daha belirgin. Burada daha güçlü bir şekilde koşullara karşı tepkisini ifade etme iradesi ortaya çıkmış vaziyette. Önemli olan, bu dönem içerisinde bu iradeyi, bu dinamizmi umutsuzluğa çevirmemek. Yani bir mücadele veririz ve yeniliriz, ama bu sürecin sonucunda yaşanan yenilgi bile olsa (ki yenileceğiz diye düşünmüyoruz elbette) umutsuzluk yaymamalı. Önemli olan nokta burası. Biz bunu becermek zorundayız.

İnsanlar koşullara karşı tepkisini gösterirken “tepki var, hadi bunla bir yüklenelim” deyip geri de çekilmemek gerekiyor. Böyle bir hataya da düşmemek gerekiyor. Akıllı, sabırlı ve bilinçli bir yönelimle belki bu tepkiyi bir sonraki dönemde çok daha büyük ve örgütlü bir tepki haline getirebilecek noktaya taşıyabilmek gerekiyor. İnsanların umutlarını, inançlarını kırmamak gerekiyor. Ama gözüken şu ki, işçiler kendilerini daha fazla ifade edebilecekleri araçları arıyorlar. Bu gözüküyor. İçinde bulunulan koşullardan çok ciddi bir rahatsızlık var ama bu rahatsızlık topluma bir türlü yayılmış durumda değil. Bu süreç, üretim süreci içerisinde devam eden bu çatışma insanların gözünden kaçan bir şey. Yayılmayabilir sokağa ama çok anlamlı bir yerde bir mücadele sürüyor. Biz o mücadeleyi örebilmek durumundayız. Bu ilk anda illa ki sokak çatışması biçimine dönüşmeyebilir. Ama gördüğümüz kadarıyla sermaye egemenliğine karşı, sömürüye karşı çok ciddi bir tepki oluşmuş vaziyette. Bu birikimin bir toplu sözleşme döneminde sınıf egemenliğinin bütün aygıtlarıyla hesaplaşabilmesi mümkün değil. Hele bu kuşağın 2008 toplu sözleşme döneminde... Çünkü metal sözleşmesinde tablonun değişmesi 12 Eylül rejiminin yıkılması demektir. Bu değişmediği sürece metaldeki endüstriyel ilişkiler, sendikal ilişkiler sistemi yıkılmadığı sürece 12 Eylül rejiminin yıkıldığını kimse iddia edemez.

- Toparlamak gerekirse, 2008-2010 toplusözleşmesine dair söyleyecekleriniz nelerdir?

Gerçekten sermaye açısından da, işçi sınıfı, ücretli emek açısından da ciddi bir sürece girdik. Metal işkolu bunun önemli bir halkasını oluşturacak. Daha önceden başlamış bir sürece, farklı işyerlerinde, farklı işkollarında başlamış bir sürece yeni bir halka eklenecek.

Zor geçecek diyoruz. Zor geçmesinin nedenlerini söyledim. İşçi sınıfının göreli yoksullaşmasının ve ciddi bir gerilemenin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu gerileme tepkilerin artmasına neden oluyor.

Bugün ekonomik kriz dinamikleri başlamıştır esas itibariyle. Ekonomik krize gireceğiz anlamında söylemiyorum. Krizin dinamiklerinin harekete geçmesi anlamında... Bunun iki somut örneği var. Bir, son 2-3 yıl içerisinde büyümenin çok aşırı olması. İki, bununla bağlantılı olarak kâr oranlarının düştüğünü görüyoruz. Bizim sözleşme yapacağımız işyerlerinde de bu açık biçimde gözüküyor. Özellikle son bir yıl içerisinde aşağıya doğru evrilen bir eğri söz konusu.

İşçiler bir taraftan bugün içinde bulundukları koşullar nedeniyle hareketlenmiş ve tepkilerini ortaya koyma niyetindeler. Bunu görüyoruz. Ama öbür taraftan sermayenin bugünkü koşullar içerisinde bunu rahat rahat verebilecek bir durumu yok. Dolayısıyla almak için daha kararlı bir mücadele gerekiyor. Karşı tarafın rahatlıkla verebileceği bir dönemde olsaydık belki çok fazla mücadele etmeden bunlar alınabilirdi. Ekonomik anlamda söylüyorum. Ama bugünkü koşullar onu göstermiyor. O yüzden de zor ve çatışmalı geçecek.

Bu çatışmayı yumuşatan formüler de var. Hükümetin son çıkardığı “İstihdam Paketi” ve Ekim ayından itibaren başlayacak olan sigorta primlerinde işverenler için %5’ lik indirim... Bu, %5 oranında tasarruf anlamına geliyor. Bizim yaptığımız hesaplamalara göre, grup toplu sözleşmeleri ortalamasında işçi başına yaklaşık 70 YTL’lik bir net tasarruf anlamına geliyor işverenler açısından. Bu devletin sermayeye yapmış olduğu bir kaynak transferi aslında. Sermayenin maliyetleri indirmesine yarayacak. Toplu sözleşme döneminde bu yumuşatıcı bir faktör olabilir. Kâr oranlarının düşmesi sertleştiriyor ortamı ama bu biraz daha yumuşatabilir. Onun dışında Ekim ayında metal işkolundaki işverenleri destekleyen ithalat kısıtlamaları olacağı söylentisi var. Biraz daha iç pazarı genişletecek bir yönelim içerisine girebilir beklentiler var. Dolayısıyla hem maliyetleri düşüren hem de iç pazardaki satışı kolaylaştırabilecek kimi önlemler gelebilir, deniyor.

Ama bu bile çatışmaya giden durumu çok fazla hafifletemeyebilir. Bunu önümüzdeki birkaç ay içerisinde göreceğiz. Kriz çok sert olabilir, bir anda sert bir biçimde vurabilir, bunun sonucunda çatışma daha da sertleşebilir. Ya da birlikler dağılır, savaş alanında kimse kalmaz, herkes bir tarafa dağılır. Böyle bir durumla karşılaşabiliriz. Düşük bir ihtimal ama olabilir.

Sonuç itibariyle, bugün sert geçecek koşullar oluşmuş vaziyette. Bunun kimi yumuşatıcıları var, bunlar kullanılabilir süreç içerisinde. Ama bu sözleşme sürecinde sonuç alabilmek ve metal işçilerinin bir takım taleplerini karşılayabilmek açısından öncelikle Birleşik Metal üyelerinin çok dinamik ve hareketli olması gerekiyor. Sendikanın kendisi değil, bu hep böyle anlaşılıyor. Biz ne kadar hareketli olacağız. Kadroların hareketinden ziyade üyelerinin hareketli olması lazım. Ama bu da yeterli değil. Özellikle Türk Metal’in işyerlerindeki metal işçilerinin bu hazırlamış olduğumuz taslak çerçevesinde mücadele etmeleri gerekiyor. Kendi sendikalarını, şubelerini, temsilcilerini bu taslaktaki talepler çerçevesinde sıkıştırmaları gerekiyor. O taslağın çok temel bir talebi var; düşük ücretli işçilere iyileştirme. Ondan sonra dengeli bir toplu sözleşme zammı ve esnekliğe karşı duruş. Dolayısıyla bu hedefler çerçevesinde birleşebilirsek, hareketlenebilirsek ve süreci sürdürebilirsek metal işçilerinin bugün ortaya koyduğumuz talepleri almamaları için herhangi bir neden yok. Gerçekleştirilemeyecek talepler sunmadık çünkü. Tümü de gerçekleştirilebilir.

Biz bunun için sendika olarak önce kendi üyelerimiz arasında ciddi bir faaliyet yürüttük, çok sayıda işçiye ulaştık. İki tur içerisinde %15’leri aşan bir oranda üyelerimizle buluştuk, konuştuk. Bundan sonraki süreçte bu sayı daha da artacak. Faaliyetin özü, birincisi kendi üyelerimize, ikincisi bütün metal işçilerine ulaşabilmek. Özellikle Türk Metal’in işyerlerine ulaşabilecek biçimler düşünüyoruz. Bilgilendirme işini en düzenli şekilde yapmaya devam edeceğiz. Onun ötesinde işçilere daha doğrudan ulaşacak yöntemler geliştirmeye çalışacağız.

Herkesin bilmesi gerekiyor ki, bu sadece Birleşik Metal’in mücadelesi değil, bütün metal işçilerinin mücadelesi. Ne kadar çok metal işçisini bu işin içerisine çekebilirsek bu süreçten o kadar güçlü çıkacağımızı düşünüyoruz. Açıktan bir çatışma ve ezme dönemi yaşamayacağız bu dönem. Avantajlarımızdan biri de bu. “Bunlara bir tane çakalım, geçelim” demeyecekler. Tam tersine, bir yükselmenin karşılığında daha fazla yumuşatarak bu süreci mümkün olduğu kadar dengeli götürmeye çalışacaklar. Yani karşı taraftan açık bir savaş ilanı beklemiyoruz. O da bizim mücadelemizi, sertliğimizi arttırmamız anlamına geliyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul