22 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/34

  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde yeni bir dönem
   Kontrgerilla: İşçilerin, emekçilerin ve
Kürt halkının can düşmanıdır!
Emperyalist savaş Ankara’daki işbirlikçilerin açmazını derinleştiriyor!
17 Ağustos deprem yıkımının tek sorumlusu sermaye düzeni ve devletidir!

Sermaye hükümetinin bakanları yolsuzluk batağında…

Toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye çevirmek için…
  Belediyelerde grev hazırlıkları...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Tersanelerdeki işçi ölümlerine karşı mücadelenin durumu ve görevler
  Mamak Kültür-Sanat Festivali’nin 5. yılında bütünlüklü ve güçlü bir politik faaliyet…
  Hacıbektaş Şenlikleri ve devrimci müdahale sorumluluğu
  Milletin parası...
Yüksel Akkaya
  Pakistan diktatörü general Pervez Müşerref çukura sürüldü
  Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi tamamlandı...
  Doğu Avrupa’ya “füze kalkanı” yeni savaşlara davetiye çıkarıyor!
  Dünyadan…
  Diyet öyküleri / 2...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Askeri cuntalar ülkesi Pakistan’ın son diktatörü general Pervez Müşerref, alçaltıcı bir azilden kurtulmak için son anda istifa etti. İstifa etmek, bağımlı kapitalist ülkelerde değil cunta şefi generallerin, koltuğa yapışan hırsız politikacıların bile kolay yaptığı bir tercih değil. Ancak Amerikancı rejimlerde generallerin askeri darbe ile başa geçmeleri kuraldan olduğu gibi, Washington’un gözden çıkardığı bir diktatörün veya “sivil” yöneticinin başta kalma şansı da yoktur.

Diktatör Müşerref, 1998 yılında dönemin başbakanı Navaz Şerif tarafından generalliğe yükseltildi, Ekim 1998’de Genelkurmay Başkanlığı görevine atandı, 1999’da ise askeri darbeyle Navaz Şerif’i devirdi.

Darbeyle görevden uzaklaştırılan Navaz Şerif, Müşerref’in vatana ihanetten yargılanması istiyor ki, bu suçun cezası idamdır. Ancak cunta kurbanı eski başbakanın amacına ulaşması mümkün görünmüyor. Zira ABD ile tetikçisi Pakistan ordusu, diktatörün bir “şato”da güvenli bir yaşam sürmesinden yana tutum aldı. Son ana kadar istifa etmemekte ayak direyen diktatörle yapılan pazarlıklarda, kendisine sağlanacak güvenli yer konusunda mutabakat sağlandığı bildiriliyor. Önerilen yerler arasında İstanbul Büyükada ile ABD’nin Manhattan veya Teksas eyaletinin olduğu söyleniyor.

Müşerref, hem cumhurbaşkanı hem genelkurmay başkanı makamlarını 8 yıl boyunca işgal etti. Pakistan’ın “tek adam”ı olmaya heveslenen diktatör, düzen içi muhalefete bile tahammül göstermedi. Basını sansürledi, savcıları görevden attı, sıkıyönetim ilan etti, ses çıkaran muhalifleri hapse doldurdu... Fakat tüm bu zorbalıklar geçen yıl patlak veren kitlesel gösterileri engellemeye yetmedi. Diktatörün toplum nezdindeki saygınlığının yerlerde sürünmesi, muhalefetin ise düzen içi olması, Washington’daki neofaşist çetenin Müşerref’i kıskaca almasına yolaçtı. Geçen yıl üniformadan vazgeçip cumhurbaşkanlığı makamıyla yetinmek zorundan kalan cunta şefi için geri sayım başlamıştı.

İşsizlik, yoksulluk ve açlığın kol gezdiği Pakistan’da askeri zorbalardan bıkan emekçiler, rüşvetçi/hırsız da olsa diktatöre muhalefet eden partilere oy vererek de tepkisini göstermişti. Geçen Şubat ayında yapılan seçimlerde, Müşerref’in desteklediği ve halk arasında “Kralın Partisi” olarak adlandırılan parti, utanç verici bir hezimete uğrayarak tarihin çöplüğüne atılmıştı. Pakistanlı emekçilerin bu tercihi, ABD’ye ve onunla özdeşleşen askeri zorbalara duyduğu tepkinin dışavurumu olarak değerlendirilmişti.  

Eski başbakanlardan Benazir Butto’nun suikasta kurban gitmesinden birkaç ay sonra yapılan seçimleri, Butto’nun lideri olduğu Pakistan Halk Partisi (PHP) ile darbeyle iktidardan uzaklaştırılan eski Başbakan Navaz Şerif’in Pakistan Müslüman Birliği (PMB) kazanmıştı.

Washington’dan onay aldıktan sonra, aralarında anlaşarak diktatörün ipini çeken her iki parti de rüşvet ve yolsuzluk içinde yüzüyorlar. Örneğin PHP’nin liderliğini yapan Benazir Butto’nun dul eşi Asıf Ali Zerdari’nin lakabı “Bay yüzde 10”. Yolsuzluk suçlamasıyla hapis yatan ünlü rüşvetçi, diğer davalardan kurtulmak için uzun yıllar ülke dışında yaşamak zorunda kalmış eski bir milletvekili. Halen Pakistan’ın en zengin ikinci adamı olarak anılıyor. Diktatörün devirdiği eski başbakan Navaz Şerif de yolsuzlukla anılıyor. Öte yandan çete gibi çalışan bu iki parti hem diktatörlerle hem radikal dinci örgütlerle gerektiğinde işbirliği yapmaktan da geri durmuyor.

Göründüğü kadarıyla, darbeci ordunun yanısıra ABD’nin şimdiki gözde işbirlikçileri adı geçen bu iki partidir. Oysa general Müşerref, 11 Eylül saldırılarından sonra “teröre karşı savaş” adı altında neofaşist çetenin başlattığı saldırının ilk suç ortakları arasında yer almış, bu sadık uşaklık sayesinde ABD’den on milyar dolar “yardım” almaya layık görülmüştü. Gelinen yerde ise efendileri, artık sıkıntı kaynağına dönüşen bu sadık uşağın çukura süpürülmesine onay vermiştir.

Onursuzca çekip gitmek zorunda kalan diktatör Müşerref, istifası dolayısıyla televizyondan halka seslenerek, “ne yaptıysam Pakistan için yaptım” iddiasında bulunabilecek kadar da riyakar olduğunu gösterdi. Ancak diktatörün gidişinin bazı kentlerde kutlamalara vesile olması, general eskisinin döktüğü timsah gözyaşlarının bir işe yaramadığını gösterdi.

Egemenler arası iktidar ve rant çatışmasının ABD hakemliğinde geçici bir çözüme kavuşturulmuş olması elbette Pakistanlı emekçilerin sorunlarını çözmeyecek. Dahası enerji ve temel gıda maddeleri fiyatlarında meydana gelen dramatik artış, yoksulluk ve açlık çemberine hapsedilen onmilyonlara yenilerini eklemiştir. 160 milyon nüfuslu Pakistan’da geçinmekte güçlük çekenlerin oranının yüzde 80’lere yaklaştığı belirtiliyor.

Hırsızlar-rüşvetçiler koalisyonu ile yönetilen ülkede, emekçilerin devasa boyutlara varan sorunlarına herhangi bir çözümün üretilmesi beklenmiyor. ABD emperyalizminin Pakistan’ı savaş cephesine dahil etmek için çaba harcadığı gözönüne alındığında ise, tablonun daha vahim bir hal alması yüksek ihtimaldir.

Ürkütücü boyutlara varan sorunlar yumağında çözülme başlatabilmenin tek yolu Pakistan işçi sınıfı ve emekçilerinin örgütlü mücadeleyi yükseltmesidir. Hem birbiriyle çatışan işbirlikçi egemenlere hem onları yönlendiren emperyalistlere karşı mücadelenin yükseltilmesi, Pakistan’ı emperyalist savaş sahasına dahil etme planlarını bozmanın da etkili yolu olacaktır.


 

Maocu lider Nepal başbakanı…

Nepal Komünist Partisi/Maoist (NKP/M), geçen ay yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini az farkla kaybetmişti. Maocu partinin desteklediği aday Ramraja Prasad Singh’in 282 oy aldığı seçimde, Nepal Kongre Partisi’nin adayı Ram Baran Yadav 308 oyla ülkenin ilk cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu sonuç üzerine kimi burjuva gözlemciler, NKP/M’nin hükümeti kurma şansının tehlikeye girebileceğini öne sürebilmişlerdi. Nisan ayında yapılan kurucu meclis seçimlerinde oyların üçte birini alarak meclisteki en güçlü parti olma başarısını gösteren Maoist partinin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elenmesi, doğal olarak burjuva gözlemcileri sevindirmişti. Ancak başbakanlık seçimlerinde ortaya çıkan sonuç, bu sevincin erken olduğunu gösterdi.

On yıl süren gerilla savaşıyla monarşiyi tarihin çöplüğüne atan NKP/M’nin lideri Prachanda, oyların yüzde 80’ini alarak başbakan seçildi. Nepal Birleşim Komünist Partisi-ML ile Madheshi Janadhikar Forumu (MJF) Prachanda’ya destek verdi. Sembolik bir kurum olan cumhurbaşkanlığı makamını ele geçiren liberal burjuva Kongre Partisi ise, başbakanlık seçiminde ağır bir yenilgiye uğradı. Monarşinin yıkılmasından sonra Nepal’de başbakanlığın en yetkili makam olduğu hesaba katıldığında, liberal burjuvazinin yönetimdeki etkisinin sınırlı kaldığı anlaşılmaktadır.

Oylama sonrası çok mutlu olduğunu dile getiren Prachanda, halka öncelikle toprak reformu sözü verdi. Nüfusu 26 milyondan fazla olan Nepal’de halkın yaklaşık yüzde 80’i geçimini tarımdan sağlıyor.

Gerilla hareketine katılmadan önce eğitim emekçisi olarak çalışan Prachanda’nın asıl adı Pushpa Kemal Dahal, ancak kendisi hala gerilla lideri olarak kullandığı isim olan Prachanda’yı kullanmayı tercih ediyor.

Liberal burjuvazi, başbakanlık için yapılan oylama öncesinde, NKP/M’yi, “baskıcı komünist bir rejim kurmak istiyor” söylemiyle hedef almış, ama seçim sonuçları bu söylemin pek bir işe yaramadığını göstermiştir. Buna karşın Maocu parti, komünist bir rejim kurmayı amaçlamadığı yönündeki iddiayı kesin bir dille reddetmiştir. Nitekim yeni süreci değerlendiren parti liderleri de, önceliği toprak reformu ve ulusal sanayinin geliştirilmesine vereceklerini ifade ediyorlar.

Monarşinin yıkılması, NKP/M’nin silah bırakıp yasal bir parti konumuna gelmesi, parti lideri Prachanda’nın başbakan olması vb. tüm bunlar her yönüyle yeni bir döneme girildiğine işaret ediyor. Ancak dönem yeni olmakla birlikte özel mülkiyet, insanın insan tarafından sömürülmesi gibi temel sorunlar, biçim değiştirerek de olsa yerli yerinde durmaktadır. Bu da sınıflar mücadelesinin yeni döneme özgü bir şekilde devam edeceğinin göstergesidir.  

Sınıflar mücadelesinin bu aşamasına hazırlandığını belirten NKP/M önderliğinin önünde ideolojik-programatik çizgiyi yeni döneme uygun bir çerçevede düzenleme görevi duruyor.