22 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/34

  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde yeni bir dönem
   Kontrgerilla: İşçilerin, emekçilerin ve
Kürt halkının can düşmanıdır!
Emperyalist savaş Ankara’daki işbirlikçilerin açmazını derinleştiriyor!
17 Ağustos deprem yıkımının tek sorumlusu sermaye düzeni ve devletidir!

Sermaye hükümetinin bakanları yolsuzluk batağında…

Toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye çevirmek için…
  Belediyelerde grev hazırlıkları...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Tersanelerdeki işçi ölümlerine karşı mücadelenin durumu ve görevler
  Mamak Kültür-Sanat Festivali’nin 5. yılında bütünlüklü ve güçlü bir politik faaliyet…
  Hacıbektaş Şenlikleri ve devrimci müdahale sorumluluğu
  Milletin parası...
Yüksel Akkaya
  Pakistan diktatörü general Pervez Müşerref çukura sürüldü
  Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi tamamlandı...
  Doğu Avrupa’ya “füze kalkanı” yeni savaşlara davetiye çıkarıyor!
  Dünyadan…
  Diyet öyküleri / 2...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Milletin parası...

Yüksel Akkaya

Memurin Bazarlığı ve de Milletin Parası: Velev ki millet benim, sen yediğini söyle “ikis” şahıs kişi(ler)

“Can Baba’ya: Hakime sorduğu güzel soru ile: g…, g.. diyemeyecek miyiz?”

Ben bir parça Adana havasını soluduğum için, çok kibar bir insan olmayı beceremem. Ayrıca şart da değil! Dolayısı ile beni tanıyan pek çok insan “adananılığımın” zapt edilmemiş bir hali ile az biraz tanıştırlar. Yine de bir kavgada kullanılacak her şey bitmiş ise biraz adananılığa uygun, biraz gündelik hayatta amele taifesinin diline uygun düşünmek, konuşmak ve yazmaktan kaçınmam. “Biraz” biraz üzerinden bu çok doğaldır bencileyin. Girin fabrikalara, çıkın Adana’dan, ne dediğimi anlayacaksınız. Velev ki millet değil amele konuşuyor: kim tutar seni “gasımbaşalı”, yürü de gel, bi görüşelim bu mekanlarda… Gelebilir mi sıkı “teli ve teni kanlı”? Gelebilemez! Tuzla’ya giderken gördük saralı yiğidi. Ve de dedik ki “baba bi gel görüşelim, gelmedi”. Gelemez de... Tersaneye gitmek kolay, mahkemeye gelmek zordur. Tersaneye benzemez mahkemeler, o kadar güvenli olmazlar, çoğunlukla umum sermayeden yana koysalar da tavırlarını. Bizimki işçi “delikanlılığı”, o kadar: velev ki millet işçiden oluşur!

Efendim, bizim “millet” alem olduğu kadar, o millet denileni yönettiğini düşünen “illet”de bir o kadar alem. Misal, eskiden “sarışın güzel bir kadın” var idi (hoş şimdi hiçbir yeri ve bir şeyi ile anımsamıyor, ne garip değil mi?), “tüyü bitmemiş yetimin parasını işçiye yedirtmem” diye tepinir, bangır bangır bağırırdı! Anlı, bir o kadar şanlı p… medya “aman hanımefendi ne güzel buyurdunuz” derdi (Şincik anlı şanlı başbakanlar bu kadar güzel konuşurken, ben de onlara ayak uydurup, öyle güzel konuşmaya başlayınca, eşim bir kulağımı, sevgili arkadaşlarım da diğer kulağımı çekiyor: sen onlara uyma, deyi! Lakin serde biraz, Kasımpaşa’ya olmasa da Adana’ya bulaşmışlık var. Ol sebeple, ara sıra affınıza sığınıp, meseleler karşısında tepki gösteren bir Adanalı çocuk olayım ve de öyle kalayım!), de niye dediği şimdi bi daha güzel anlaşılıyor. Ne puştluklar yapıldığını göstermek babından, tabii ki…

A be sarışın güzel kadın, senin tüyü bitiklerle bi işin yok ki, ne diye zırvalardın?!.. Yeme bizi… Tüyü bitikler işte senin halk, millet dediğin o garibanlar. Ver, ver parayı, onlara dedik; zira onların analarının ak sütü kadar helal idi. Ah sen güzel sarışın kadın, ah sen! Bak yoksun ortada, nicelerin gibi!...

Sağolsun sarışınlığı ile tanınan bu güzzzell hatun biti yetiklerin kendisi olan işçileri hiç mi hiç dinlemedi. Sandı ki biti kanlılar onu hep ihya eder! Gariban!... İyi mi etti? Bizce iyi etti; zira, yok şimdi ortalarda. Da geriye kendince benser insanlar bıraktı! Onlar da ne bu güzeell sarışın kadının hortumculuğunu, ne de sınıf düşmanlığını hatırlıyor! Nasıl bir iş ki insanların gözü olmasa da beyni bu kadar kararıyor? Para bu, para! Öyle bir şey ki ne dünde ne bugünde bu hortumcular, asker kaçakları, soyguncular, ne de örtülü ödeneği kendi hesaplarına kullanan bu “güzel, bir o kadar mümtaz insanlar” bir türlü anlaşılamaz ve her seferinde onları aklayan çok zeki, akıllılığı tartışılan soldan “adamlar” çıkar ! Misal Baskın Hocamız! Ne güzel değil mi? Hoş halkın hatırlamadığını, Baskın hocamız niye hatırlasın ki?

Şincik, memurin denilen taife “toplu” görüşmeye çıkmış. A be ağabeylerim topsuz çıksanız ne olur ki? Bir zamanlar bu “toplu” görüşmelerin sıkı delikanlısı olan “kesk” gardaşımız da biz bu oyunda yokuk diyor bir iki yıldır! Güzel, de be güzel abim, en bi yetkili sendikalara sahip iken bu “toplu” topa girerken iyi idi de, şinci ne oldu ki? Tek bir pazarlık yapacak sendikaya sahip olma maharetini göstermiş olmak mıdır bu “delikanlılığın” sebebi? Yemeğin bizi, yemeğin!... Bu da bir başka orta oyunudur, size de şimdiden söyleyelim, ki siz eski güzel delikanlılarsınız, bu işleri iyi bilirsiniz! Bizden uyarması… Siz bildiğinizi okumakta “helbet” serbestsiniz! Ha bir de T. Fikret’in güzel bir şiiri var, hatırlamakta yarar var. Ben söylemeyeyim, siz bilirsiniz. Hatırlamazsanız, ben vakti gelince hatırlatırım. Lakin şu bakanlar kurulu başkanına bir haddini bildirmekte bile bu kadar aciz kalıyorsunuz ya, en çok da o dokunuyor bana… Nicedir, üyelik formumu önünüze koymayı düşünüyorum. Sanırım çok gecikmeyecek. Biliyorum, siz de çok mutlu olacaksanız!..

Milletin parasını millet alamiii, delikanlı bakanlar kurulu başkanı “gariban” memurin takımını miletten sayıp, onlara para vermiii… Sanıyor ki bunlar “gavur”!... Ümmet bile değil!... Amele millet değil, memurin taifesi millet değil, haraç ödeyen üniversite öğrencisi millet değil? Peki kim be, kim? Hortumcunun allahı olan sizler mi? Evet sizler, de niye bu amele, memurin, öğrenci, işsiz taifesi sizin dilinizle “be allahsızlar” diye bağıramaz ki, niye?

Böyle sendikası olanın böyle bakanlar kurulu başkanı, hortumcuları, puştları, soyguncuları, hırsızları, üçkağıtçıları, filan da filanı olur.

Bize düşen önce kendi içimizde arınmak. Sonrası kolay. Hadin “goley” gelsin…

 

TMMOB’dan deprem raporu: “Piyasacı anlayış terkedilmeli!”

 

17 Ağustos depreminin üzerinden 9 yıl geçmesine rağmen ne depremden zarar görenlere yönelik ciddi adımlar atıldı ne de olası yeni depremlere karşı önlem alındı. Bugün devlet kademeleri de dahil olmak üzere pek çok kurum olası bir İstanbul depreminin yaratacağı faciayı konuşuyor. Deprem konusunda bir rapor da Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ne bağlı Makine Mühendisleri Odası tarafından hazırlandı.

“Türkiye’de deprem gerçeği ve TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın önerileri” başlıklı raporda deprem riskleri enine-boyuna inceleniyor ve alınabilecek önlemler sıralanıyor. Veriler ışığında geçmiş depremlerin ve özellikle ‘99 depreminin değerlendirildiği raporda, depremin ardından yapılması gereken ancak yapılmayan pek çok noktaya da değiniliyor.

Türkiye’nin deprem haritasının çıkarıldığı ve nüfus-sanayi dağılımının buna göre incelendiği raporda, Türkiye topraklarının % 93’ü, nüfusunun % 98’i, sanayi kuruluşlarının % 98’i, barajların % 95’i ve 1.001 enerji santralinin 419’unun deprem bölgesinde yer aldığı belirtiliyor.

Türkiye’de 1900’den bugüne kadar gerçekleşen 180 deprem sonucunda 92 bin 463 kişinin öldüğü, ‘99 Marmara depreminde resmi rakamlara göre 17 bin 480 kişinin hayatını kaybettiği ifade ediliyor. Yine bu depremde 376 bin 479 konutun zarar görmesine rağmen yalnızca 40 bin 665 konut yapıldığına dikkat çekiliyor.

Müteahhitlere açılan davalara ilişkin olarak ise şu satırlara yer veriliyor: “Yaklaşık 2.100 dava açılmış, 1.800’ü Şartlı Salıverme Yasası ve hukuki boşluklardan dolayı cezasız kalmış, diğer 300 davanın 110’una ceza verilse de çoğu ertelenmiş,  diğer davalar ise 16 Şubat 2007’de 7,5 yıllık zaman aşımı süresini doldurarak düşmüştür.”

Raporda depremin ardından gerekli derslerin çıkarılmadığı ve alınması gereken önlemlerin hiç biçimde alınmadığı ifade edilerek, “okullar, hastaneler ve diğer kamu yapılar bilimsel olarak incelenmemiş, kentsel yaşamda rant kaygısı, can ve mal kaygısının önüne geçmiştir” deniliyor.

‘99 depremi ardından hazırlanan Yapı Denetimi Yasası’na da değinilen raporda, bu yasanın yapı denetimini piyasa faaliyeti olarak düzenlediği ve kamu denetiminin dışlandığı belirtiliyor. Bu yasanın milli gelirden en yüksek payı alan 19 ili kapsadığı ve gelir düzeyi düşük olmasına rağmen 1. derece deprem bölgesinde yer alan pek çok ilin dışarıda tutulduğu vurgulanıyor.

Kentlerin altyapılarının deprem riskini önemli ölçüde arttırdığının da vurgulandığı raporda “Sanayi Tesisleri ve bunlarla iç içe geçmiş bulunan NATO boru hatları, doğalgaz ve LPG boru hatları, yerleşim alanları içerisinde hiçbir standarda bağlı olmaksızın kurulan ve işletilen akaryakıt istasyonları, tüp gaz satış bayileri”nin oluşturduğu tehlikeye dikkat çekiliyor. Bu tesislerin patlamaya hazır birer bomba olduğunun belirtilerek, olası bir İstanbul depreminin ardından 500’den fazla yangın çıkacağının beklendiği söyleniyor.

Raporun sonunda odanın deprem sorununa karşı önerdiği önlemler sıralanıyor. Ulusal Deprem Stratejisi oluşturulması, Afet Yönetimi Stratejik Planı hazırlanması gibi önerilerin yanı sıra TMMOB’un öznesi olduğu bir sürecin örülmesi ve piyasacı anlayışın terk edilmesi gerekliliği vurgulanıyor.