8 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/32

  Kızıl Bayrak'tan
  Liberal ham hayaller
   Düzen içi çatışmada bir perde kapanırken...
Geçici uzlaşma sağlayan egemenler sahte vaatler yayıyor...
KEY rezaleti...

Direnen işçilerden birleşik mücadele çağrısı!

İşçi ve emekçi hareketinden...
  Düzenin krizinden devrimci amaçlar için faydalanmak…
İşçi ve emekçi kitlelerin karşısına düzene karşı devrimci bir odak olarak çıkılmalıdır!
  Liman işçilerine patron tetikçilerinden saldırı!
  Çapa Temizlik işçileri ile konuştuk… -
  Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının 63. yıldönümü...
  ABD-İran ilişkileri…
  Irak’ı sömürgeleştirme planı halkların direnişine çarpacak!
  Radovan Karaciç Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde…
  Hamas-El Fetih çatışması…
  Şah ve pat
M. Can Yüce
  Olimpiyat meşalesi
burjuvazinin elinde…
  “Geceyarısı Ekspresi” ve zindan gerçeği!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hiroşima ve Nagazaki katliamlarının 63. yıldönümü...

Japon Balıkçısı ve Nazım’a yanıt: “Buradayız!”

 “Savaş; çıplak, yanmış ve kararmış saçlarıyla atom çağının doğduğu korkunç yerde kör ve başıboş dolaşan bir Japon’dur.”
Japon foto muhabiri Matsushige (Katliamı ilk belgeleyen fotoğrafçı)

Savaş! Savaş, moloz yığınlarının arasında sesi gitgide zayıflayan Iraklı bir çocuğun yardım dilenmesidir... Savaş, Filistinli bir annenin umutsuzluğudur... Savaş, toz toprak arasında, moloz yığınlarından oluşan tepeciklerde düşmeden ilerlemeye çalışan, sırtında evinden kalanları, kucağında çocuğunu ve yüreğinde acıyı taşıyan kadındır... Ve hatta savaş, insan kanının sıcak olduğunu babasının kanı yüzüne sıçradığında öğrenen çocuktur aynı zamanda... Açlıktır savaş, yıkım bölgesinde kendini panzerin önüne atan bir babadır. İşten çıkartılan bir işçidir. Sefalettir ve petrol... Ve elbette savaş, en yeni teknoloji ile düzenlenmiş ölüm makinelerinin karşısında onurla direnmektir.

Pasifik’te sapsarı bir akşam... Eni sonu bir şair yazacak çürümenin keskin kokusunu! Birden çok yürek elbirliği ile yazacak sonra kül rengini, ölmüş balıkları, toprakları, çocukları ve kadınları... Haritaları değiştiren bombalar yapan sözde bilim insanlarının dostları olan tarihçiler yaşamı ve savaşı istatistik hesaplarına hapsede dursun... Nafile!.. Çünkü ne çürümenin, ne de öfkenin istatistiğini çıkarmak mümkün değil... Çürüyen yalnız insan bedeni olsaydı 1’den 9’a kadar bütün rakamlara bir anlam yüklemek mümkün olabilirdi ama bir sistemin çürüyüşü sayılarla anlatılmaz. Ancak havada asılı kalan küller gibi uçucu olmayan ama yanık kokusu kadar keskin o öfke, düzenin çürüyüşünün bir bilimsel verisi olarak kayıtlara geçebilir. Zira o öfke milyonlarca ölüme rağmen bugün insanlığı ayakta tutandır. Ve elbette o öfke her birimizin geleceğinin güvencesidir.

Sam Amca’nın masalları

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının üzerinden tam 63 yıl geçti. 6 ve 9 Ağustos tarihlerinde arka arkaya gerçekleştirilen bu iki kitlesel katliamın sonunda kaç kişinin öldüğü halen daha net olarak bilinmiyor. Ancak resmi istatistiklere göre bombanın atıldığı ilk anda ve onu takip eden yıllarda bu saldırıyla ilişkili olarak ölenlerin sayısı 300 binin çok üzerinde.

Hiroşima ve Nagazaki’nin üzerinden yarım yüzyıl geçmiş olmasına rağmen halen daha büyük bir canlılıkla hatırlanıyor olmasının gerisinde elbette bu korkunç yekûnün ciddi bir payı var. Ancak hafızalarımızın bu denli taze olmasının gerisinde, bilançonun ağırlığı kadar emperyalist saldırganlığın kitlesel katliamlarının yaygın bir biçimde sürdüğü gerçeği de yatıyor.

Amerika’nın geçen 63 yıl içerisinde sahip olduğu tüm demagoji malzemelerini kullanarak, muzaffer bir komutan edasıyla kendine uygun gördüğü ve kitlelerin bilincine kazımaya çalıştığı “savaşı bitiren süper güç” sıfatının kana bulanması için, Amerikan tarihinin ‘70’lerden bu yana uyguladığı savaş politikalarına bakmak gerekmiyor. Çünkü daha o günlerde, savaşı bitirdiği iddiasındaki Amerika ellerini kana bulamış, savaşı bitirmek bir yana, savaşı cepheden büsbütün şehirlere taşıyarak kanlı katliamların altına imza atmıştır. ABD emperyalizmi, tarihinin her döneminde olduğu gibi bu dönemde de savaşın faturasını ödemek bir yana, Hiroşima ve Nagazaki’de öldürdüğü onbinlerce insanın üstünden atlayarak başka bazı devletlerin yargılayıcısı rolüne soyunmuştur. Elbette temeline mülk kavramını koymuş ABD güdümlü yargı kurumlarının savaş sonrası başlattıkları muhakeme sürecinden kapitalist-emperyalist bloğun güçlü halkalarının suçlu çıkmasını beklemek saflık olacaktır. Zira tarihin akışı içerisinde onları her an yargılayan milyonlar olduğu gibi, gün geldiğinde tüm kalıntılarıyla tarihin mezarlığına gömme hükmünü infaz eden milyonlar da çıkacaktır.

Sam Amca’nın masalları tam 63 yıldır yeniden ve yeniden karşımıza çıkartılmaktadır. Irak’ta yaşanan katliamların üzerine örtülen demokrasi nakliyatçılığının da, Filistin’in üzerine yarım asırdır çöken emperyalist-siyonist zulmün de mayası aynıdır. Vietnam’dan Küba’ya dünya coğrafyasında emperyalist zorbalıktan doğrudan ya da dolaylı payını almamış tek bir halk bulunmamaktadır.

“İnsanlar neredesiniz?!”

Yeni Hiroşimalar, Nagazakiler yaşanmaması için Nazım’ın Hiroşima ve Nagazaki katliamından sonra Japon Balıkçısı’nın ağzından sorduğu bu soruyu sormaktan hiç vazgeçmemek gerekiyor. “İnsanlar neredesiniz!?” Ortadoğu’dan çığlıklar yükseliyor! Neredesiniz insanlar!? Sofralarımızdaki ekmek çalınıyor. Yeryüzünün bir bölüğünde ırmaklardan kan akıyor, bir bölüğünde yeryüzünün sinekler sıtma taşıyor. Bir tepede Uğur ölüyor. İnsanlar, neredesiniz! Yüreklerde umut, umutlarda isyan, isyanlarda inanç ölüyor! Bir savaş... Bir savaş ki yüzyılı aşkın bir süredir devam ediyor!

İşte bize göre deniz aşırı bir yerlerde, Hiroşima ve Nagazaki’de, tam 63 yıl önce, bildik bir katliamın bildik sonuçlarının gelebileceği düzeyi ve tanımadığımız ölüm biçimlerini öğrendik. İnsanların derilerinin bomba etkisiyle nasıl yüzüldüğünü ve kırmızı etin sıcakla temas ederek nasıl buharlar çıkardığını, sonra bombanın patladığı ilk anda insanların nasıl buharlaştığını ve bir kısmının eriyen bedenlerinin asfalta nasıl yapıştığını, kağıdı yakınca çıkan kokunun yanan ten kokusunun yanında hiçbir şey olduğunu öğrendik sonra... Tek bir bomba ile bütün bir şehrin yok edilebileceğini, tek bir bombayla bırakın bir zaman diliminde yaşayan insanları daha doğmamış olanların bile yaşama hakkından mahrum edebildiğini gördük. Yaşadığımız düzenin bize verdiği önemi ve sırf bu yüzden onu değiştirmenin onurumuza sahip çıkmakla eş anlamlı olduğunu da...

Bütün bunları öğrendikten ve gördükten sonra susmak, bir merminin hedefi olmayı kabullenmektir, baş eğmektir, teslim olmaktır. En iyimser yaklaşımla susmak, emperyalizmin, işkenceler ve katliamlarla, sefalet dayatmaları ile dolu tarihini unutmaktır. Oysa biz ne unuttuk, ne baş eğdik, ne teslim olduk! Japon Balıkçısı’na ve Nazım’a, sırça köşklerine kurulmuş emperyalist zorbalara ve hala susanlara  sesleniyoruz: Emperyalist-kapitalist düzene karşı savaşmak için buradayız!