25 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/30

  Kızıl Bayrak'tan
  Rejim krizi ve sol
   ABD’den Ankara’daki işbirlikçilerine
etkin taşeronluk rolü!
Düzen içi çatışmanın gölgesinde
solculuk çıkmazı…
TİB-DER’den Meclis araştırma raporu açıklaması...

Belediye işçilerine polis saldırısı... 

Arser işçisiyle dayanışmaya!
  Toplu görüşmeyi toplusözleşmeye çevirmek için devrimci kamu emekçilerini bekleyen görevler…
Saldırıları püskürtmek, hakları kazanmak ve
grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı için grev!
  Emekçilerden kesilen kaynaklar militarizme aktarılıyor!
  Ulucanlar’dan Hrant Dink’e...
  Bayrampaşa Cezaevi “törenle” kapatıldı...
  Metal işçileri sermaye işbirlikçisi faşist çeteden hesap sormalıdır!
  Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı Sonuç Bildirgesi:
  Temmuz bültenlerinde
sınıf dayanışması...
  Savaş kundakçıları Afganistan’daki fiyaskoyu itiraf ediyor!
  DTP Kongresi vesilesiyle bazı değerlendirmeler
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Toplu görüşmeyi toplusözleşmeye çevirmek için devrimci kamu emekçilerini bekleyen görevler… 

Saldırıları püskürtmek, hakları kazanmak ve grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı için grev!


Kamu emekçileri sendikaları ile sermaye hükümeti arasında bu yıl 7.’si yapılacak olan toplu görüşme süreci yaklaşıyor. Görüşmeler 6 yıldır sermaye hükümetinin pervasız tutumları ve dayatmalarıyla gerçekleşmektedir. Kamu emekçileri konfederasyonları ise görüşme oyununun figüranları olmaktan öteye geçememektedir. Devlet güdümlü ve kontra konfederasyonlar konumları gereği bu oyunda onay mercii gibi davranmaktadır. Fiili-meşru mücadele sonucunda kurulan, mücadeleci dinamikleri içinde barındıran KESK ise, yönetimleri tutan liberal reformist anlayışların uzlaşmacı mücadele çizgisi nedeniyle oynaması gereken misyonu yerine getirememektedir.

Yıllardır aynı oyun sahneleniyor!

Sermaye devleti 4688 sayılı yasa ile kamu emekçileri hareketine deli gömleğini giydirdi. Grev ve toplusözleşme hakkını tanımayarak emekçilerin en etkili silahını yok saydı, sendikaları işlevsiz hale getirdi. Sahte sendika yasasıyla toplu görüşme oyununu devreye soktu. Görüşmeleri ücret artışlarına indirgemekle kalmadı, baştan ilan ettiği sefalet düzeyindeki artışları dayattı.

 Yasaya göre, 15 gün içinde sonuçlanması gereken toplu görüşmelerde anlaşmaya varılması durumunda mutabakat metni imzalanarak Bakanlar Kurulu’na sunulmaktadır. Anlaşmazlık durumunda ise uyuşmazlık tutanağı tutulmakta ve Yüksek Hakem Kurulu Başkanı ve 4 öğretim görevlisinden oluşan Uzlaştırma Kurulu devreye girmektedir. Uzlaştırma Kurulu kararına tarafların katılmaması durumunda ise anlaşma ve anlaşmazlık konuları Bakanlar Kurulu’na gönderilmekte ve dayatılan ücret artışı onaylanmaktadır.

Görüşme süreçlerinde hükümetin çizdiği sınırları aşmayan kontra ve devlet güdümlü konfederasyonlar emekçilerin en temel hakları konusunda ağzını dahi açmamaktadır. KESK ise iş güvencesi, SSGSS, grev hakkı vb. konuları kerhen dillendirmekte, emekçilerin en acil taleplerini sermaye devletinden koparıp almayı hedefleyen bir mücadeleye konu etmemektedir.

Özetle sermaye hükümeti tüm kuralları koymakta, yıllardır uygulamakta kararlı olduğu saldırıları dayatmakta, sendikaları da bu sürece ortak ederek görüşme masasını her yıl tekrarlanan bir orta oyununa çevirmektedir. Bunda kamu emekçileri konfederasyonlarının da payı bulunmakta, Kamu-Sen ve Memur-Sen bu işi gönüllü yapmakta, KESK ise mücadeleci geleneğinden uzaklaştıkça aynı konuma düşmektedir.

İki yıldır oyundan çekilen KESK İLO’ya sığındı!

Toplu görüşme adı altında kamu emekçilerinin aldatıldığını iki yıl önce nihayet “fark eden” KESK yönetimi görüşmelerin 4. turunda masadan kalktığını ilan etti. Yaptığı basın açıklaması ile yüzlerini işyerlerine, alanlara döneceğini ilan etti. Ancak toplu görüşmelerden çekildiği günden itibaren sınırlı basın açıklamaları gerçekleştirmekle yetindi. Daha sonra ise durumu İLO’ya taşımaya hazırlandığını açıkladı.

Geçen yıl ise görüşme öncesinde de masaya oturmayacaklarını ilan etti. Ancak yüzünü işyerlerine dönmek yerine Çalışma Bakanı’na, hükümete ve devlet güdümlü sendikalara döndü. Konuyla ilgili Mehmet Ali Şahin’e mektup yazarak resmi başvuruda bulundu. Yaptığı açıklamalarda hükümete ve güdümlü sendikalara seslenmeye devam etti. “Toplu görüşmeler başlamış olsa da hala vaktimiz var. Bir an evvel toplu görüşme yerine toplusözleşme masasını kuralım. Toplusözleşme yapmak için iddia edildiği gibi herhangi bir yasal düzenlemeye gerek yoktur. Grev ve toplusözleşme hakkımız vardır, bunun önündeki engel siyasi iradedir” vb. açıklamalar yapmakla yetindi.

Özetle KESK masadan çekildi ancak yönetimdeki reformistlerin aklı masada kaldı. Yönetimleri tutan liberal reformist anlayışların masadan çekilme nedeni kağıt üzerindeki yetkinin kaybedilmesi olduğu için onlardan başka türlüsü de beklenemezdi.

KESK yönetimi Tayyip’le görüştü!

Buraya kadar söylediklerimizde esasa ilişkin bir yenilik bulunmuyor. Yıllardır sorunun özünün masaya oturup oturmamak ikileminde olmadığını, aslolanın kamu emekçilerinin mücadelesini örgütleyip örgütlememekte olduğunu ifade ediyoruz. “Özünde sorun masada oturmakta ya da masadan kalkmakta değildir. Asıl sorun militan bir mücadele programını rehber edinmemekte ve hak alıcı bir mücadeleyi pratikte örgütleyecek araç, yol, yöntem ve mekanizmaları yaratmamaktadır. Masada kalmak ya da masadan kalkmak buna bağlı olarak taktik bir sorundur. Dişe diş bir hak alma mücadelesi örgütlendiği, işyerleri eylem alanlarına çevrildiği, alanlar kuşatıldığı koşullarda KESK’in masada oturup oturmadığının bir önemi de kalmayacaktır.” (SİKB, 31 Ağustos ‘07, sayı:34)

Son iki yıldır yüzünü işyerlerine, kamu emekçilerinin taleplerine döneceğini iddia ederek görüşme masasından çekilen KESK’in yeni yönetimi geçtiğimiz hafta Tayyip Erdoğan’la görüştü. Görüşmede TİS ve grev hakkının emekçilerin evrensel haklarından biri olduğunu dile getirdi. 4688 sayılı yasada buna yer verilmeyerek kamu emekçilerinin bu haklarının kullanımının engellendiğini dile getirdi. Sermaye adına ülkeyi yöneten Tayyip Erdoğan’dan grev ve toplusözleşme hakkı ile aynı işyerinde farklı statülerde çalışanların ortak örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılmasını, kamu emekçilerinin ücretlerine 350 YTL seyyanen zam yapılmasını, sendikaların iç işleyişine ve sendikal faaliyete yönelik engellere son verilmesini, toplu görüşmelerin 15 Eylül’de başlamasını, kadın emekçilere yönelik bir takım haklar ile kesintiye uğrayan “özgür, eşitlikçi ve demokratik bir Türkiye için ‘yeni anayasa’” çalışmalarına yeniden başlanmasını talep etti.

Tüm bunlar, her türlü hak ve özgürlüklerin, örgütlenmenin, sendikal faaliyetin önündeki en temel engel olan sermaye iktidarının has uşağından talep edildi. İşçi ve emekçilerin hak ve özgürlükleri, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talebinin inkar ve imhayla bastırılması sözkonusu olduğunda aralarındaki tüm sorunları bir tarafa bırakarak birleşen, sermayeye hizmette, emperyalizme uşaklıkta kusur etmeyen AKP’den istedi!

KESK yönetimi bununla da yetinmedi. Burjuva düzen güçlerinin iç iktidar savaşında malzeme olarak kullanılan “Ergenekon operasyonu” davasında sonuç alınmasını “demokratikleşme”nin bir imkanı olarak gördüklerini ilan etti. Emekçilere baştan aşağıya çürüyen ve çeteleşen devlet gerçeğini teşhir edeceğine, ülkedeki demokratik siyasal yaşama tehdit oluşturan tüm kirli çete ilişkilerinin açığa çıkartılıp yargılanması gerektiğini ifade etti. 12 Eylül darbecilerinin yargılanmamış ve 12 Eylül anayasası yerine özgürlükçü, demokratik, eşitlikçi ve barışçıl bir sivil anayasanın getirilememiş olmasının bu karanlık ilişkilere cesaret ve güven verdiğinin altını çizdi. Ergenekon soruşturmasının derinleştirilmesi ve daha önce üzeri örtülen karanlık tertiplerin, katliamların ve faili meçhullerin açığa çıkartılması gerektiğini dile getirdi. Böylece emekçilerin bilincinde, “derin” ilişkilerinden arındırılarak, içindeki “çetelerin” yargılanarak devletin demokratikleşebileceği yanılsaması yarattı. AKP şahsında dinci gericiliğe yedeklenmiş oldu.

KESK yönetimi görüşmede AKP’ye yönelik kapatma davasıyla ilgili de söz söyleme ihtiyacı hissetti! DTP ve AKP aleyhine açılan kapatma davalarının Türkiye’deki “laiklik” ve “Kürt sorunu” etrafında yaşanmakta olan gerilimlerin çözümüne hizmet edemeyeceğini vurguladı. Böylece, düzen güçlerinin laiklik-şeriat sahte ikilemi yaratarak emekçileri yedeklemeye çalıştığı kutuplaşmada “demokrasi”yi savunma adına burjuva gericiliğinin bir kanadını temsil <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">eden</st1:city></st1:place> AKP’ye yedeklenmiş oldu.

KESK yönetiminde yer alan devrimci ve ilerici anlayışlar ilk sınavda başarısız oldu!

Basınımızda KESK Genel Kurulu’ndan yansıyanlar üzerine yapılan değerlendirmede, geçmiş sürecin baş sorumlusu olan liberal reformist anlayışlarla ittifak yapan ilerici ve devrimci güçlerin eksikliklerine vurgu yapmış, şunları söylemiştik: Kurulda dönen kirli hesaplaşmaları mahkum etmek, kamu emekçilerini devrimci sendikal anlayış temelinde ayrıştırma mücadelesi yürütmek yerine ÖDP’nin Dinçer kanadı, Yurtsever Emekçiler ve Sendikal Birlik gericiliğinin oluşturduğu ittifakı desteklediler. Böylece liberal reformist anlayışlara yedeklendiler, ittifak yaptıkları kesimi aklamış oldular.” (SİKB, 4 Temmuz ‘08, sayı:27)

KESK yönetiminin tümünün katıldığı Tayyip Erdoğan görüşmesinde Sami Evren tarafından dile getirilenler, yönetimde yer alan devrimci, ilerici bileşenlerin seçimlerde ittifak yaparak yedeklendikleri liberal reformist kesime sonrasında politik olarak da yedeklendiklerini göstermektedir. Devrimci, ilerici anlayışlar görüşmeye hem katılarak hem de görüşmede dile getirilenlerle ilgili olarak bu anlayışları teşhir edici açıklama ve eleştiri yapmayarak liberal reformist kesimlerin söylemlerine ve politik tutumlarına ortak oldular. Böylece kendileri adına sınav niteliği taşıyan bu gelişme karşısında başarısız oldular.

İkinci sınavı toplu görüşme süreci belirleyecek!

Toplu görüşme sürecinin toplusözleşmeye çevrilmesi, grev hakkının grev yapılarak kazanılması vb. söylemler devrimci, ilerici güçlerin KESK reformistlerine karşı dile getirdiği haklı ve temel eleştiriler arasında yer almıştır. Nitekim Devrimci Memur Hareketi geçen yılki toplu görüşme döneminde görüşlerini şu sözlerle dile getirmiştir:

Bu yılki toplu görüşmelerde KESK’in masaya oturması, ya da çekilmesi şeklinde bir tartışmayı tek başına yürütmek yetersiz ve yersizdir. Süreci bu biçimiyle ele alarak çözüme ulaştırmak mümkün değildir. Masaya oturalım mı, çekilelim mi şeklinde bir tartışmayı yürütmek yerine, yöntem ne olursa olsun arkasından izlenecek olan programların tartışılması, kararlaştırılması ve arkasında durulması gerekliliği vardır.

Sergilenen tavrın ve verilen sözlerin gerekleri yapıldığı zaman kitlelerde inandırıcılığı olur. Aksi takdirde ne inandırıcılık ne de KESK’e güven kalır.

Sendikaları ve haklarımızı masada değil; fiili-meşru mücadele çizgisindeki direnişlerimizle kazandık. Gerçekten bu konudaki samimiyet, toplu görüşme ve grev hakkını kazanmanın da yolunu gösterebilecek tek adrestir. Tersini düşünenler, geriye dönüp KESK’i KESK yapan mücadele tarihimize bir kez daha bakmalıdırlar!”

Devrimci Kamu Çalışanları ise 2006 yılı toplu görüşme sürecine ilişkin görüşlerini 24 Ağustos ‘06 tarihinde sendika.org sitesinde yer alan metinde şu şekilde dile getirdiler:

Burada esas tartışma hiç kuşkusuz KESK’in şekilsel olarak ‘Toplu Görüşme’ masasından kalkması üzerinden yürütülemez. Gerçekte masadan kalkması gereken KESK’in masa yerine mücadele zeminini nerede tanımlayacağı işin özünü oluşturur. Son 5 yıldır tüm örgütü Kamu-Sen’e karşı ‘üye yapma’ ve ‘yetki alma’ yarışına kilitleyen, Eğitim-Sen’in ardından usulsüzce de olsa Tüm Bel-Sen’deki yetki kaybıyla Toplu Görüşme masasındaki sandalyesi sarsılan KESK’in, buna çare olarak ‘Toplu Sözleşme’ yapma hakkı olduğunu keşfedip ‘Toplu Sözleşme Hakkımız vardır’ konulu bir uluslararası Konferans düzenlemeye çalışması kafa karışıklığının ne boyutlara vardığını göstermeye yeter.

Oysa kamu emekçileri daha KESK’in nüvelerini kurarken üyelerin nasıl artırılacağını, kitleselleşmenin ancak kamu emekçilerinin tüm emekçi kesimlerle bütünleşen gerçek talepleri doğrultusunda fiili-meşru ve hareketli bir zeminde olabileceğini yaşayarak öğrenmiş ve öğretmişlerdi. Bu masaların nerede kurulacağını kamu hizmetinin verildiği her okulun, hastanenin, dairenin bahçesinin-giriş kapısının buna müsait olduğunu göstermişlerdi. Buralarda toplanan gücün Kızılay Meydanı’nda neye dönüşebildiğini de!”

6 yıldır kamu emekçilerine hiçbir kazanım getirmeyen, aksine sendikaların da ortak edilmesiyle devlet tarafından meşrulaştırılmaya çalışılan toplu görüşme masasına bu yıl kesinlikle oturulmamalıdır.

KESK reformistleri yıllardır toplu görüşme masasını hükümet tarafından ciddiye alınmanın, muhatap <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">kabul</st1:city></st1:place> edilmenin bir imkanı olarak gördüler, kamu emekçilerinin mücadelesini görüşme masasına oturmak uğruna heba ettiler. KESK reformistleri iki yıl önce çekildiklerini açıkladıklarında kamu emekçileri arasında umut yaratan bu tutum, geçen yıl da günü savmaya dönük eylem pratikleriyle geçiştirilince, kamu emekçilerindeki tüm beklentiler boşa düştü. Dolayısıyla, toplu görüşme süreci tek başına masaya oturmamak tutumuyla ele alınmamalıdır. Toplu görüşme süreci ve masası tüm taraflarıyla birlikte (hükümet, devlet, kontra ve işbirlikçi sendikalar) mahkum edilmeli, mücadelenin yönü  işyerlerine çevrilmelidir.

KESK tutumunu hak alıcı bir mücadele programı ve pratiğiyle birlikte açıklamalı, toplu görüşme sürecini de aşacak tarzda mücadeleyi işyerlerinden doğru örmenin ve örgütlemenin biçimlerini somutlamalıdır. Toplu görüşmelerin 15 Eylül’de başlamasını sermaye uşağı Tayyip Erdoğan’dan talep edeceğine, kamu emekçilerini uzun erimli bir mücadeleye hazırlamalıdır.

KESK yönetiminde yer alan devrimci, ilerici anlayışlar bugüne kadar toplu görüşme sürecine ilişkin KESK reformistlerine yönelttikleri eleştirilerine uygun bir tutum almak, bu tutumu boşa düşürmeye çalışan liberal reformist anlayışları kamu emekçilerine açık bir tarzda teşhir etmek ve eleştirmek sorumluluğuyla davranmalıdırlar. Toplu görüşme sürecini KESK’e çöreklenmiş reformist anlayışlarla hesaplaşmanın bir zeminine, kamu emekçilerinin mücadelesini devrimci kanallara akıtmanın bir imkanına çevirmek bilinciyle ele almalıdırlar. Zira kapalı kapılar ardında yönetim toplantılarına sıkışmış bir tartışma süreciyle günü geçiştirmek reformist anlayışlara yedeklenmek anlamına gelecektir. Toplu görüşme sürecinde KESK reformistlerinin iddiasız ve pasif mücadele çizgisini etkin ve etkili bir teşhire konu etmek ve devrimci iddiaya uygun bir pratik yönelim içinde olmak günün güncel görevleri arasındadır.

Somut ve hak alıcı bir mücadele programı!

KESK Genel Kurulu, hareketin dibe vurmasından doğrudan sorumlu olan liberal reformist anlayışların dar grupsal kaygılarla bugüne kadar kamu emekçileri hareketini nasıl içten içe kemirdiklerinin ve mücadele dinamiklerini nasıl heba ettiklerinin kendi ağızlarından itiraflarına sahne olmuştu. Kurul sonrası benzer bir tablonun yaşanacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Zira koltuk kapma telaşıyla birbirlerini yıpratmaya çalışanlar, eylem kırıcılığı yapanlar, mücadeleye zarar vermek pahasına, bundan sonra da benzer yöntemleri izleyeceklerdir. Kamu emekçileri hareketini ve mücadeleyi elbirliğiyle tasfiye edenler KESK’i grupsal hesaplaşmalarının zemini olarak görmeye devam etmektedirler.

Önümüzdeki dönemin kamu emekçileri hareketi açısından zorlu geçeceğini kestirmek zor değildir. Bir yandan yönetimde yer alan ve alamayan liberal reformist anlayışların grupsal çıkar çatışmaları, diğer yandan sermaye devletinin baskı ve saldırıları, devrimci ve ilerici kamu emekçilerine önemli görevler yüklemektedir.

Sermaye hükümetinin kamu emekçilerinin iş güvencesini gaspedecek olan Kamu Personeli Rejimi Yasa Tasarısı’nı önümüzdeki dönemde yasalaştırmaya çalışacağı açıktır. SSGSS ile gaspedilen sağlık ve emeklilik hakkı ise herkesin malumudur. Özetle kamu emekçilerinin en temel kazanımları birer birer tasfiye edilmektedir.

Bu süreçte parasız sağlık ve eğitimle sosyal güvenlik hakları, herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi, esnek çalışma ve istihdama son verilmesi, çeşitli adlar altında iş güvencesiz çalışanların kadroya alınması, örgütlenmenin önündeki tüm engellerin kaldırılması, insanca yaşamaya yeten ücret, grevli-TİS’li sendika hakkı vb. talepleri yükseltilmelidir. Toplu görüşme süreci kamu emekçilerinin acil ve güncel talepleri etrafında mücadeleyi yükseltmenin imkanına çevrilmelidir.

Bunun için görüşme masasını ve taraflarını mahkum etmek, “biz masada yokuz” demek önemlidir ancak tek başına yeterli değildir. Asıl önemli olan hak alıcı bir program etrafında mücadelenin tabana, işyerlerine doğru yayılmasını sağlayacak mekanizmaların yaratılması ve sürecin bu örgütlülükler aracılığıyla örülmesidir. Bunun somut anlamı tüm işyeri ve sektörlerde grev ve TİS komitelerinin kurulmasıdır. Birbirini besleyen ve aşan tarzda bir mücadele hattının hayata geçirilmesidir.

Kamu emekçilerine güven vermenin ve umut aşılamanın yolu somut ve hak alıcı bir mücadele programıyla buna uygun örgütsel mekanizmaların yaratılmasından geçmektedir. Zira bir atımlık barut misali emekçilerde umutsuzluk yaratan basın açıklamaları, Ankara yürüyüşleri, faks çekme eylemleri, kokart takmalar, dilekçe imzalamalar, merkezi ve bölgesel mitingler vb.’nin ancak uzun soluklu ve hak alıcı bir mücadele yöntemi olan “süresiz iş bırakma ve grev” hedefiyle birleştiğinde bir anlamı olacaktır. Bu da ancak yasaları ve görüşme masasına aşan bir bakışla sürece yaklaşan, fiili-meşru mücadele geleneğine inanan tüm devrimci, ilerici kamu emekçilerinin iradesi ve çabasıyla mümkündür.