18 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/03

  Kızıl Bayrak'tan
   Ablukayı parçalamak için direnişi büyütelim!
  İstanbul’dan Eskişehir’e Ankara yürüyüşü...
SSGSS saldırısını püskürtmek ve “Herkese sağlık, güvenli gelecek” için grev!..
Sermayenin sendikalardaki “iyi çocuklar”ı
iş başında!
Sendikal bürokrasiye
büyük öfke!
Sınıf hareketinin gelişimi önündeki engeller ve çıkış noktaları
  Emperyalist/kapitalist ‘medeniyet’ler buluştu...
  Devletin emekçilerle yeni sınavı: Paralı üniversite...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden....
  Avrasya iç savaş coğrafyasına dönüşüyor...
Pakistan: Balkanlaşma dalgası yayılıyor
Volkan Yaraşır
  Haydutbaşı’nın uğursuz Ortadoğu gezisi sona erdi…
  Uşağa aşağılayıcı muamele…
  Üniversite–sermaye işbirliğinde
girilecek yeni aşama!
  2007’nin Hrant Dink penceresinden bir dökümüdür…
  Kapitalizmde kadın ve kadın emeği
  Emekçi kadınların sesi 17 Şubat’ta Çiğli’deki kurultayda buluşacak!
  Dağıtım engeli basın özgürlüğünün engellenmesidir...
  Liberal solun Gregor Samsa’sı: Baskın Oran
S. Kızılırmak
 yök Alevilere düşen yol Pir Sultanlar’ın yoludur!
  Alevilik ve cumhuriyet...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Haydutbaşı’nın uğursuz Ortadoğu gezisi sona erdi…

“Arabulucu elçi” değil, “saldırganlık tellalı” Bush umduğunu bulamadı…

İlkin Afganistan’ın, ardından Irak’ın vahşi yöntemlerle işgal edilmelerine imza atan neofaşist ekibin şefi Bush’un insanlığa karşı işlediği ağır suçlar, ancak Hitler gibi emperyalist kapitalizmin “seçkin” bir temsilcisinin suçlarıyla kıyaslanabilir. Diğerlerinin yanısıra işgalden sonra Irak’ta 1 milyon 500 bine yakın insanın katledilmesinin baş sorumlusu olan “dindar zebani” Bush, 8 yıllık başkanlık süresinin son yılında 8 gün süren Ortadoğu turunu tamamladı.

Siyonist İsrail’i ziyaret ederek gezisini başlatan Bush’un ikinci durağı, İsrail işgali altındaki Filistin oldu. Bölge turuna şeyhler yönetimindeki bazı körfez ülkelerini ziyaret ettikten sonra Suudi Arabistan’a geçen Bush, Mısır ziyaretiyle turunu tamamladı. Bölgenin gerici/Amerikancı rejimleri Bush’a “özel ilgi” gösterirken, yaygın olmasa da halklar haydutbaşını protestolarla karşıladı.

Filistin sorununu çözmek savaş kundakçılarının işi mi?

Washington’dan gelen resmi açıklamalarda, Bush’un önceliğinin Filistin-İsrail sorununa çözüm bulmak olduğunu öne süren vurgular dikkat çekiyordu. Batı Şeria’daki Ramallah kentine geçip Filistin Yönetimi başkanı Mahmut Abbas’la görüşen Bush da, Filistin devletinin kurulmasını önemsiyor görünmek için çaba harcadı. Yaptığı açıklamalarda, daha önce kendisinden duyulmayan sözler sarf etmekten de geri durmadı.

Aynı günlerde bölgeye gelen eski İngiliz başbakanı, nam-ı diğer Bush’un fino köpeği Tony Blair de, Ortadoğu dörtlüsü (ABD, AB, Rusya, BM) temsilcisi sıfatıyla yaptığı açıklamalarla, Bush’un başrolü oynadığı çirkin oyunda figüranlık yaptı. Ortadoğu barışı konusunda iyimser olduğunu iddia eden fino köpeği, Bush’un yalanlarına inandırıcılık kazandırmak için çabaladı. Ancak Irak işgaline gerekçe uydurmak amacıyla Saddam yönetiminin 45 dakika içerisinde kitle imha silahlarını devreye koyabileceğini öne süren Blair’in, kaba yalanları “masum” bir yüz ifadesiyle dünyaya ilan etme yeteneği bilindiği için, Filistin’le ilgili uydurmalarını ciddiye alan olmadı.

“Sorun çözücü” kılığında bölgeye gelen Bush ise, iki tarafın liderleriyle ayrı ayrı yaptığı görüşmelerinin sonunda, “1967’de başlayan işgalin sona ermesi” gerektiğini söylediği bir basın toplantısı düzenledi. Tarafların anlaşacağı konusunda iyimser olduğunu öne süren Bush, “Anlaşma Filistin’i Filistin halkının, İsrail’i de Yahudilerin vatanı olarak tesis etmeli” diye konuştu.

Filistin topraklarındaki görüşmelerinin ardından Kudüs’te de açıklama yapan Bush, İsrail’in 40 yıl süren işgalini sona erdirecek, bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını sağlayacak bir anlaşma için iki tarafın da ciddiyetle müzakerelerde bulunması gerektiğini belirtti.

Filistin devletinin bütüncül olması gerektiğini söyleyen Bush, Filistinliler’in “delikli İsviçre peyniri” gibi bir devletten daha iyisini hakettiklerini vurguladı. Bush, 1967’de başlayan işgalin son bulması gerektiğini de ima eden sözler sarfetti.

Oysa biliniyor ki, Filistin topraklarını “delikli İsviçre peyniri”ne çeviren Yahudi yerleşimleridir. Bu yerleşimlerin çalınan Filistin toprakları üzerine kurulmasına “tam destek verenler”in başında da Bush gelmektedir. Demek ki, bu açıklama kaba bir riyakârlığın ötesine geçmemektedir. Filistin devletinden söz ederken, bir Yahudi devletinden söz etmek ise, İsrail’i “saf Yahudi devleti” olarak kabul etmek anlamına gelir ki, bu yaklaşım halen İsrail bünyesindeki filistinli varlığını inkar anlamına geldiği gibi milyonlarca Filistinli mültecinin geri dönüş hakkının da yok sayılmasıdır aynı zamanda.

Bush’un bölge turu devam ederken Tel Aviv’den Yahudi yerleşimleriyle ilgili yapılan açıklamalar da, Filistin devletine dair söylenen sözlerin hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığının göstergesidir.

Kudüs’te tartışmalı bölgelerde konut inşaat faaliyetlerini durdurmayacaklarını ilan eden İsrail Konut Bakanı Ze’ev Boim, “Başkentimiz olan kenti (Kudüs’ü) bölmek ve egemenliği paylaşmak imkânsız” diye konuştu. Görüldüğü üzere Bush’un sözleri, Tel Aviv’deki ırkçı-siyonistleri pek ilgilendirmiyor. Zira onlar, hamilerinin bu sözleri gösteriş kabilinden söylediğini çok iyi biliyorlar. Hamilerini o kadar iyi tanıyorlar ki, Bush Batı Şeria’da Abbas’la görüşürken bile, İsrail ordusu Gazze’deki katliamlarına ara vermedi.

Hal böyleyken hem Mahmut Abbas hem El Fetih’in önde gelen bazı isimleri, Bush’un ziyaretine “özel önem atfetme” gafletine düşmekten kendilerini alamadılar. Mahmud Abbas, “Bush’un ziyaretinin Filistinliler’e büyük bir umut verdiğini” bile öne sürdü. Bir süre önce Bush yönetimi tarafından muhatap alınmak için girişimde bulunan Hamas’ın tutumu El Fetih’ten farklı oldu.

“Bush hoş gelmedi. Çünkü o Filistin halkının çektiği acıların başlıca nedenlerinden biridir” açıklamasını yapan Hamas sözcüsü Sami Ebu Zuhri, “Bush bölgeye sadece İsrail’in işgaline ahlaki, siyasi, maddi destek vermek ve Filistinliler arasındaki ayrılığı körüklemek için geldi” diye konuştu.

Siyonist işgale karşı direnen Filistin halkının Bush gibi eli kanlı bir katilden medet umması beklenemez. Zira bu halk, haydutların her zaman zalimlerin safında yer aldığını bilecek kadar deneyimlidir.

Asıl gündem silah satışıyla halkları birbirine kırdırmaya endeksliydi

Filistin’le ilgili sahtekârlıklar bir yana bırakılırsa, Bush’un gündeminde Arap-Fars/ Sünni-Şii çatışmasını kışkırtma, bazı Körfez ülkeleriyle Suudi Arabistan’a yüklü silah satışı gerçekleştirme amacı vardı.

Milyarlarca dolarlık silah satışı için Riyad’da yapılan pazarlıkların sonuç verdiği, Bush’un kongreden bu satışa onay vermesini talep etmesinden de belliydi. Bush’un, Kongre’den onaylamasını istediği anlaşma, 123 milyon dolarlık bazı lazer güdümlü bomba teknolojilerinin Suudi Arabistan’a satışını da içeriyor.

Kongrenin satışa onay vermesinin önünde bir engel yok. Ancak bazı üyeler, satılan teknolojinin İsrail’i tehdit edebileceği kaygılarını dile getirince, ABD dışişleri bakanlığı sözcüsü Sean McCormack, Washington’un İsrail’e bölgede askeri üstünlüğü sağlama taahhüdünün arkasında olduklarını söyleyerek kaygıları giderdi.

Silah satışı ihalelerini kotaran Bush, gerici Arap rejimlerini İran karşıtı bir blokta toplama girişiminden beklediği sonucu alamadı. ABD’nin Hürmüz boğazındaki “gerginlik”leri körüklemesi ve İran’ın bölge için tehdit unsuru oluşturduğu yönündeki demagojiyi dikkate alan olmadı.

Bush, “İran’ın davranışları tüm ulusların güvenliğini tehdit ediyor. Bu yüzden ABD, Körfez’deki dostlarıyla olan güvenlik taahhüdünü güçlendirecek ve çok geç olmadan bu tehlikeye karşı koymak için müttefiklerini biraraya getirecek” şeklinde kesin konuşması, muhataplarını pek etkilemiş görünmüyor.

Zorba rejimlerin başındaki Kral ya da Emirler, Bush’u kırmızı halılar döşedikleri havaalanlarında karşıladılar. Bir “efendi” gibi de ağırladılar. Ancak bu madalyonun sadece bir yönüydü. Diğer yönü ise, bu rejimlerin resmi yayınlarından yansıdı.

Örneğin, Kuveyt gazetesi El Rai, ‘Bay Başkan, bölgenin akıllı girişimlere ihtiyacı var, akıllı bombalara değil’ manşetiyle Bush’u karşılarken, Suudi rejiminin sözcüsü El Riyad gazetesinin sözü dolaysızdı:

“İran’la gerginlik çıkarma ya da savaş başlatmada atlama tahtası olarak kullanılmayı reddediyoruz. Bu konu diplomatik yollarla ve diyalogla çözülebilir. Başkan tüm Arapların dayanışmasını kazanmak istiyorsa, mantıksal olarak en önemli soruna odaklanmalı ki, o da barıştır. Bush Amerikan istihbaratının kısa vadede var olmadığını söylediği bir tehdide kafayı takmamalı. İran’ın teşkil ettiği iddia edilen tehdit, dünyada nükleer silah sahibi 10 ülke arasında bulunan İsrail’in gerçek tehdidini küçültmez. Bush savaş değil barış adamı olduğu müddetçe hoş gelir.”

Hem bu rejimlerin hem onların borazanı olan yayın organlarının ABD’ye ya da emperyalizme karşı olmak gibi bir dertleri yok elbette. Ancak, ABD’nin onları İran’a karşı kullanma tuzağına düşmenin kendi sonlarını da getirebileceğini biliyorlar. Zira asıl sorunun İran’ın nükleer silah üretme çabasından çok, bataklığa saplanan Büyük Ortadoğu Planı’nı (BOP) kurtarmak ve ABD’nin çöküşe gittiği gözlenen ekonomisine soluk aldırmak olduğu bir sır değil.

“Kolay lokma” olmayan İran’ın petrol satışının çoğunu euro ile yapması, rezerv para olarak da dolardan uzaklaşma yolunda ilerlemesi, ülkenin stratejik önemi, Hürmüz Boğazı’nı denetlemesi, zengin petrol yatakları… gibi hasletleri olduğu hesaba katıldığında, Tahran’da Amerikancı bir rejim kurmanın cazibesi ortadadır. İşte Arap yönetimleri ve halklarını İran’a karşı kullanmak isteyen ABD emperyalizminin, kalabalık heyetle birlikte Bush’u bölgeye göndermesi, bu planı uygulama sürecini başlatma teşebbüsüydü. Fakat uzun geziden yansıyan tüm veriler, Bush’un bu kirli amacına ulaşmayı başaramadığına işaret etmektedir.

Filistin, Bahreyn, Mısır gibi ülkelerde protestolarla karşılansa da, Bush gibi bölge haklarına karşı bu kadar ağır suç işleyen bir caniye ve onu bir “efendi” gibi karşılayan uşaklarına Ortadoğu’yu dar etmek gerekiyordu. Bu konudaki eksiklik, anti-emperyalist/anti-siyonist birleşik direnişi örmenin, bölge haklarının geleceği açısından taşıdığı hayati önemi bir kez daha ortaya koymuştur.