18 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/03

  Kızıl Bayrak'tan
   Ablukayı parçalamak için direnişi büyütelim!
  İstanbul’dan Eskişehir’e Ankara yürüyüşü...
SSGSS saldırısını püskürtmek ve “Herkese sağlık, güvenli gelecek” için grev!..
Sermayenin sendikalardaki “iyi çocuklar”ı
iş başında!
Sendikal bürokrasiye
büyük öfke!
Sınıf hareketinin gelişimi önündeki engeller ve çıkış noktaları
  Emperyalist/kapitalist ‘medeniyet’ler buluştu...
  Devletin emekçilerle yeni sınavı: Paralı üniversite...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden....
  Avrasya iç savaş coğrafyasına dönüşüyor...
Pakistan: Balkanlaşma dalgası yayılıyor
Volkan Yaraşır
  Haydutbaşı’nın uğursuz Ortadoğu gezisi sona erdi…
  Uşağa aşağılayıcı muamele…
  Üniversite–sermaye işbirliğinde
girilecek yeni aşama!
  2007’nin Hrant Dink penceresinden bir dökümüdür…
  Kapitalizmde kadın ve kadın emeği
  Emekçi kadınların sesi 17 Şubat’ta Çiğli’deki kurultayda buluşacak!
  Dağıtım engeli basın özgürlüğünün engellenmesidir...
  Liberal solun Gregor Samsa’sı: Baskın Oran
S. Kızılırmak
 yök Alevilere düşen yol Pir Sultanlar’ın yoludur!
  Alevilik ve cumhuriyet...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayenin sendikalardaki “iyi çocuklar”ı iş başında!

12 Eylül faşist askeri darbesini gerçekleştiren eli kanlı generallerin Beyaz Saray’daki adı “bizim çocuklar”dı. 12 Eylül askeri darbesinin gerçekleştirildiğini birbirlerine “bizim çocuklar başardı” diyerek bildirmişlerdi. Bu söz, Türkiye’yi yöneten sermaye iktidarının emperyalizmle kölece bağlarının niteliğini en çıplak biçimde özetlemekteydi.

Yakın zaman önce ise “iyi çocuklar”ı tanıma fırsatı bulduk. Şemdinli’de bir Kürt yurtseverine ait işyerini bombalayan kontrgerilla elemanları halk tarafından suçüstü yakalanıp tutuklanınca, kendilerine en üst düzeyde sahip çıkıldı. Yargılanıp ceza almamaları için üzerlerine kol kanat gerildi. Şimdinin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın eli kanlı kontra elemanları için o zamanlar söylediği “kendilerini tanırım, iyi çocuklardır” sözü kendilerine sunulan devlet himayesinin özü ve özeti oldu.

O günden bu yana artık sermaye sınıfına ve onun devletine kanlı-karanlık icraatlarıyla hizmet eden herkesin adı “iyi çocuklar” olarak kaldı. Nerede bir faili meçhul cinayet işlense, nerede bir provokasyon bombası patlasa, nerde bir kanlı karanlık oyun tezgahlansa, insanların aklına hemen “iyi çocuklar” geliyor artık. “İyi çocuklar” tanımı, sermayeye hizmette sınır tanımayan, bu uğurda her türlü aşağılık yöntemi kullanmaktan çekinmeyen gözü kanlı, eli silahlı uşakların ortak adı haline geldi.

Son günlerde ise sendikal hareket içindeki “iyi çocuklar”, yani sermayenin bu alandaki hizmetkarları sahnedeler. Gerçi bunların elinde silah yok. Gece karanlığında bomba atıp kurşun da sıkmıyorlar. Fakat sermayeye faydası düşünüldüğünde, hiç de bunlardan aşağı kalmayan işler kotarmaya çalışıyorlar. İşçi sınıfının içinden çıkıp burjuva sınıfının bir parçası haline geldikleri ve kimliklerinin en belirgin özelliği içinden çıktıkları sınıfa ihanet olduğu için, biz bu alandaki “iyi çocuklar”ı daha çok korucularla özdeşleştiriyor ve “sendikal korucular” diyoruz. Nasıl ki sermaye Kürt halkına karşı savaşta Kürt halkının içinden devşirilen korucuları, içinden çıktıkları halka karşı kullanıyor, sınıf hareketine karşı da işçi sınıfının, sendikal hareketin içinden devşirilen aynı nitelikteki kişilere iş gördürmeye çalışıyor.

Aslında sendikal korucular uzun yıllardır sendikaların ve sınıf hareketinin içinde yuvalanmış durumdalar ve bu konumları üzerinden sermayeye kesintisiz bir biçimde hizmet ediyorlar. Sermayenin başı ne zaman işçi sınıfından yana sıkışsa onlar görev başındalar. Son olarak sermayenin SSGSS saldırısı üzerinden bir kez daha görev başına koştular. Efendilerinin işini kolaylaştırmak, işçi ve emekçileri bu büyük saldırı karşısında mücadeleden alıkoymak için kaleyi içten fethetme çabasına giriştiler.

Yakın zaman önce gerçekleştirilen bir toplantı, bu sendikal korucuların kimler olduğunu ve ne yapmak istediklerini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Bilindiği üzere sermayenin SSGSS saldırısına karşı sınıf ve emekçiler cephesinden mücadeleyi örgütlemek üzere bazı çabalar sözkonusudur. Bu kapsamda İstanbul’da bu amaçla sendikaların, ilerici ve devrimci güçlerin ortak çabasıyla “Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Platformu” kurulmuştur. Türk-İş’e bağlı sendikaların İstanbul şubelerinin önemli bir bölümü de SSGSS karşıtı mücadeleyi örgütleme çabasının bir parçası durumundadır.

Her zaman olduğu gibi Türk-İş merkez yönetimi bu mücadelede işçilerin değil sermayenin hizmetindedir. Son genel kurulda AKP’ye daha yakın isimlerin yönetime seçilmeleriyle birlikte sermaye hükümetiyle Türk-İş yönetimi arasındaki ilişkiler daha bir derinleşmiş, bunun doğal sonucu olarak sermayeye sunulan hizmetler daha pervasızca, daha uluorta icra edilir olmuştur. Öyle ki, genel merkez yöneticileri İstanbul şubelerinin ortaya koydukları mücadele eğiliminin önünü kesmek için açık bir müdahale çabasına dahi girişmişlerdir. Türk-İş Genel Eğitim Sekreteri Nihat Yurdakul ile Genel Mali Sekreter Ergün Atalay’ın 10 Ocak’ta İstanbul’da şube yöneticileriyle yaptıkları toplantıda dile getirdikleri, hem onları mücadeleden alıkoymaya dönük bir müdahaledir, hem de kendilerinin nasıl yaman birer “sendikal korucu” olduklarını gözler önüne sermektedir.

Yurdakul ve Atalay mücadeleyi örgütlemek için bir şeyler yapmaya çalışan şube yöneticileri, takdir edeceğine, onlara genel merkez adına destek sunacaklarına, tam tersi bir tutum içine girmişlerdir. Bu kadar da olmaz dedirtecek şekilde, yerel platformlar kurulmasına, bu şekilde eylem ve etkinlikler örgütlenmesine şiddetle karşı çıkmışlardır. Aynı zamanda Belediye-İş Genel Başkanı da olan Nihat Yurdakul İstanbul Sendika Şubeleri Platformu’nu “sivri” olmakla suçlamış, sanki mücadele adına adım atmaya niyetleri varmış gibi “yapılacak bir şey varsa genel merkezle yapın” diyebilmiştir.

Asıl utanç verici olan ise Ergün Atalay’ın sözleridir. Ergun Atalay toplantıda yaptığı konuşmada, Ekonomik ve Sosyal Konsey’in 3 Ocak’ta toplanmasının kendi gayretleri sonucunda mümkün olduğunu övünerek anlatmıştır. Bu toplantıda Başbakan’a SSGSS Yasa Tasarısı’yla ilgili bir dosya sunduklarını; yasa tasarısını görüşecek meclis alt komisyonunda tanıdığı “iyi kişilerin” olduğunu, bu kişiler sayesinde bazı taleplerinin taslağa girmesini sağlayabileceklerini utanıp sıkılmadan dile getirebilmiştir. Başbakanı ve pek çok milletvekilini tanıdığını ballandıra ballandıra anlattıktan sonra “ bu ilişkileri kullanmanın neresi kötü” diyebilmiştir. Bir taraftan da konfederasyon olarak “etkili eylemler” yapamamaktan şikayet eden Ergun Atalay, “Eylem yaptın mı, sarsman lazım, gündem olman lazım” diye yakınabilmiştir.

Saldırılar karşısında Türk-İş yönetimi olarak parmağını oynatmayacaksın, mücadeleyi örgütlemek için bir şeyler yapmaya çalışan şubelerin tepesine bineceksin, başbakan ve bakanlarla dost sohbetlerinde biraraya gelip iş bitirmeye çalışacaksın, ondan sonra da kalkıp etkili eylemler yapamamaktan şikayet edeceksin. Bu samimiyetsizlik ve ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

İşin aslı, ne Ergun Atalay’ın ne de Türk-İş’in diğer tepe yöneticilerinin “etkili, sarsıcı” eylemler yapmak gibi bir derdi ve niyeti yoktur. Yaptıklarının işçinin, emekçinin hakkını, çıkarlarını savunmakla da uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Tek dertleri sermayenin saldırı politikalarının kazasız belasız hayata geçirilmesi, işçi ve emekçilerin bu saldırılara karşı ayağa kalkmasının engellenmesidir. Bu kadar dil dökmelerinin, şube yöneticileriyle yaptıkları toplantıda bazen havuç bazen sopa göstermelerinin tek anlamı budur.

Bunu adı işçi haklarını savunmak ya da sendikacılık yapmak değildir. Tam tersine işçi sınıfını mücadeleden alıkoymak, bunun yapılamadığı noktada sırtından hançerlemektir. Yani sermaye adına koruculuk yapmaktır. Bunu yapmak sendikal alanda sermayenin “iyi çocuklar”ı olmaktır.

SSGSS saldırısına karşı mücadele geliştikçe Türk-İş içerisindeki farklı tutum ve eğilimlerin de belirginleştiği görülmektedir. Sermayenin “iyi çocukları” ile tabanın basıncıyla da olsa mücadeleden yana duruş sergileme eğilimine giren ara kademe yöneticiler arasındaki bağlar zayıflamaktadır. Bu çerçevede, yani safların netleşmesine hizmet etmesi anlamında Ergun Atalay’ın açıklamaları son derece yararlı olmuştur.

SSGSS Yasası ve diğer saldırılara karşı mücadele tabanda gelişebildiği, kendi örgütlenmelerini yaratabildiği ölçüde Ergun Atalay ve diğer sendikal korucuların hareket alanı daha da daralacaktır. Bu da bize sermayenin saldırılarına ve sendikal ihanete karşı mücadelenini ayrılmaz bir bütün olduğunu farklı bir açıdan bir kez daha göstermektedir. Kısacası sermayenin saldırılarına ve sendikalardaki “iyi çocuklar”ına karşı mücadele birbirinden ayrılmaz. O halde taban inisiyatifini açığa çıkarmak, sınıfın mücadele enerjisini açığa çıkartmak için daha çok çaba!