18 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/03

  Kızıl Bayrak'tan
   Ablukayı parçalamak için direnişi büyütelim!
  İstanbul’dan Eskişehir’e Ankara yürüyüşü...
SSGSS saldırısını püskürtmek ve “Herkese sağlık, güvenli gelecek” için grev!..
Sermayenin sendikalardaki “iyi çocuklar”ı
iş başında!
Sendikal bürokrasiye
büyük öfke!
Sınıf hareketinin gelişimi önündeki engeller ve çıkış noktaları
  Emperyalist/kapitalist ‘medeniyet’ler buluştu...
  Devletin emekçilerle yeni sınavı: Paralı üniversite...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden....
  Avrasya iç savaş coğrafyasına dönüşüyor...
Pakistan: Balkanlaşma dalgası yayılıyor
Volkan Yaraşır
  Haydutbaşı’nın uğursuz Ortadoğu gezisi sona erdi…
  Uşağa aşağılayıcı muamele…
  Üniversite–sermaye işbirliğinde
girilecek yeni aşama!
  2007’nin Hrant Dink penceresinden bir dökümüdür…
  Kapitalizmde kadın ve kadın emeği
  Emekçi kadınların sesi 17 Şubat’ta Çiğli’deki kurultayda buluşacak!
  Dağıtım engeli basın özgürlüğünün engellenmesidir...
  Liberal solun Gregor Samsa’sı: Baskın Oran
S. Kızılırmak
 yök Alevilere düşen yol Pir Sultanlar’ın yoludur!
  Alevilik ve cumhuriyet...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist/kapitalist ‘medeniyet’ler buluştu...

İnsanlığın başına örecekleri çorapları kararlaştıracaklar!

Medeniyetler ittifakı canlanıyor teraneleriyle Madrid’de bir araya gelen taraflar, nihayet, medeniyetten ve ittifaktan ne anladıklarını daha açık konuşmaya başladı.

Kalabalık bir maiyet eşliğinde Madrid’e çıkarma yapan Türkiye Başbakanı Erdoğan, “Terörle uzun yıllar mücadele etmiş, halen de etmekte olan İspanya ile uluslararası teröre karşı alınabilecek tedbirler ve işbirliği konusunu da görüşme fırsatı bulacağız“ sözleriyle, her zamanki ‘dobra’lığıyla ‘buluşma’nın ardındaki niyetleri de açığa vurmuş oldu.

Zaten onların literatüründe ‘medeniyet’ sözcüğünün emperyalist/kapitalist ‘Batı’ anlamına geldiği biliniyordu. Şimdi Erdoğan’ın yırtınarak yapmaya çalıştığı, bu ‘Batı’ya Doğuyu da eklettirmektir. Mademki işbirlikçi, uşak yönetimler olarak biz ‘medeniyet’e fiilen eklemlendik, öyleyse literatürde de bu ekleme yapılmalıdır. Hepimiz aynı sisteme dahil olduğumuza göre, bu Doğu-Batı, Müslüman-Hristiyan ayrımı niye, demeye getiriyor.

Erdoğan ne kadar yırtınırsa yırtınsın, ama, medeniyetin büyük efendisi ABD’nin gelmeyişi, bu buluşmanın politika ayağından beklenecek çok fazla şey bulunmadığını gösteriyor. Elbette işin propaganda edilen yanıyla. Fakat Erdoğan’ın itiraf ettiği daha özel yan, yani Türkiye ve İspanya medeniyetleri arasında teröre karşı birlik, elbette önemlidir. Zaten efendinin böyle birliktelere pek itirazı da bulunmamaktadır.

Buluşmanın reklamın ötesinde kalan ve somut sonuçlar verme ihtimali bulunan bir diğer ayağı, iki ülke kapitalistlerinin iş konseyidir. Medeniyet zaten onların medeniyeti olunca, buluşmaları da mümkün ve gereklidir.

Emperyalizme, yaklaşık 100 yıllık bir gecikmeyle eklemlenen Türkiye’nin kapitalizmi, zaten, daha baştan ‘medeni memleketler’in seviyesine göz dikmişti. O seviyeye ulaşabilmek için işbirliğine de, taşeronluğa da, ülkenin, kaynaklarının, emek-gücünün peşkeş çekilmesine de dünden razıydı. Hepsi vatana ihanetle eş değer olan bu alçaklıkların hepsini de yaptı. Emperyalizmle kopmaz göbek bağına böyle sahip oldu. Türkiye’nin en büyük tekellerinin, holdinglerinin emperyalist tekel ve holdinglerle ortaklıkları, iç içelikleri biliniyor.

Öyleyse Erdoğan’ın çabası, zaten var olan bir bağı daha da güçlendirmek için mi sadece? Yoksa, ‘medeniyetler buluşması’nın esprisine uygun düşecek biçimde, yeni palazlanan ‘Müslüman’ sermayenin de emperyalist sermayeye eklemlenmesine destek olmak mı?..

Niyet ister biri, ister diğeri isterse hepsi olsun, sonuç değişmiyor ama. Sonuçta bunların kastettiği medeniyet, sözlük anlamındaki medeniyetin tam tersidir. Toplumsal gelişme, ilerleme gibi kavramları da içeren bu sözlük anlamında medeniyetin en büyük düşmanı, Mehmet Akif’in ‘tek dişi kalmış canavar’ tabirindeki kendine medeniyet adı takmış emperyalizmdir.

Erdoğan’ın, ‘medeniyet buluşması’ adına kotarmaya çalıştığı vahşet ittifakı da, emperyalizmin bu genel karakteriyle tamı tamına uygun düşmektedir. Hatta, uygun düşmenin de ötesinde, bu, bir nevi emperyalizm taşeronluğudur. Bilindiği gibi ABD, tüm dünyayı ‘teröre karşı ittifak’ adı ve kendi emri altında buluşturmaya çoktan soyunmuş durumdadır.

Her anlamıyla bir ABD üssü olmaktan başka bir niteliği kalmamış durumdaki Türk devletinin, ABD’nin bu yeni stratejisi peşinde çoktan göreve koştuğu ise biliniyor. Özellikle, GOP sahasındaki pek çok ülkenin ABD stratejisine uyum sağlaması yolunda, en üst düzeyde gerçekleştirilen ikna turlarının ardı arkası kesilmiyor. Türkiye Cumhuriyeti’ne dinci bir hükümet ve Cumhurbaşkanı yaması da, İslam Zirvesi de, Medeniyetler Buluşması projesi de aynı ‘yüksek’ amaca hizmet ediyor.

Emperyalist/kapitalist dünyanın bu sahtekarlığı bir yana dursun, insanlığın uygar bir çağda kucaklaşacağı zamanlar da gelecektir. Ne iç, ne bölgesel ve ne de küresel savaşlara ihtiyaç duyulmayacağı bu gerçek medeniyetten, insanlık, hiç de uzak olmadığını geçen yüzyılın başlarında kanıtlamıştı. Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, Çarlığın hapishaneye döndürdüğü uçsuz bucaksız topraklarda yaşayan halkları, çok kısa sürede kardeşleştirmeyi de, göçebe kabileleri uygarlaştırmayı da başarmıştı. Bu başarılarıyla Ekim Devrimi, emperyalizmin halklar arasına ördüğü buzdan duvarları da kırmış ve yıkmış oldu.

Yeni Ekimler’le insanlığın medeniyet yolunda ilerlemesi çok daha kolay olacak.

 

Matkap operasyonu, çeteler, kontrgerilla ve diğerleri…

Ayşe Aydın

Matkap operasyonu kapsamında tutuklananlardan biri bir albay, bir başkası Yeşil’in sağ kolu olarak bilinen Zakir S. imiş. Albay olduğu halde Şenol Boyu’nun adı açık yazıldığı halde Yeşil’in sağ kolu Zakir, neden sadece S nokta yazılır, anlaşılmaz. Ancak konu medyanın garabetleri olmadığı için bu kısmını geçelim. Çete tabir edilerek kovuşturulan, gözaltına alınıp bırakılan, sonra yeniden alınan bu şahsiyetler ve faaliyetlerine bir göz atalım.

Zakir S. Yeşil’in sağ koluymuş. Demek ki faaliyet alanı ‘kutsal’ devlet görevleridir. Ne iş verilirse yapar ‘abisi’. Başta siyasi cinayet olmak üzere. Ne zaman, nerde, ne yaptığı bilinmez. Açığa çıkınca üstü örtülür. Daha olmadı, ‘iyi çocuk’ olduğu ilan edilip, kollanır. Kısaca, Yeşil hakkında ne okudunuz, ne duydunuzsa, sağ kolu olduğuna göre, Zakir hakkında da aynen geçerlidir. Karanlık bir kimliktir yani. Öyleyse tıpkı Yeşil gibi karanlıkta kalmalıdır.

Oysa o ne yapmış? Kişisel ve de maddi çıkarının peşine düşüp aydınlığa çıkmış. Karanlık kimliklerin tarifi için gayet uygun olan, kan emiciler için rivayet edilen ‘ışıkta yanma’ olayı bu vampir için de bir biçimde tezahür etmiş böylece.

Zakir S. gerçekten yanar mı, yakılır mı, zaman gösterecek. Ancak, diğer çete operasyonlarına ve sonuçlarına bakıldığında öyle pek derin yanıklar beklememek gerektiği de ortada.

Matkap operasyonunun bir diğer ünlüsü Albay Şenol Boyu. Albay’ın ünü albaylığından gelmiyor ama. Bu operasyon kapsamında tutuklanma başına gelmese belki adını duyan bile olmayacaktı. Ne ‘Doğu’daki istihbari çalışmalarını duyan olacaktı, ne bu çalışmasının içerdiği insanlık suçlarını. Albay da, çetedeki diğer karanlık şahıslar gibi, şahsi çıkar peşine düştüğü için açığa çıkmış oldu. Bir adi suç yüzünden tutuklanmış olduğu halde, avukatının, Albay’ın ‘doğu maceraları’nı sayıp dökmesi, hatta, tutuklanma nedenine bile bir istihbarat çalışmasını karıştırması bu adi suçun üstünü daha adi siyasi suçlarla örtmeye çalışmaktan başka nedir. O, albayını ‘Türkiye’nin övündüğü’ kahramanlar seviyesine çıkarmaya çalışıyor da olabilir. Diğer yandan, avukatın gündeme getirdiği istihbarat çalışması, Albay’ın ‘Batı’da da aynı kirli görevi sürdürüyor olma ihtimalini de anlatabilir.

Albay avukatının medyaya verdiği bilgiye göre, operasyon kapsamında tutuklanan ve çetenin lideri olarak lanse edilen Orhan Aykut, sözde, Albay’la istihbarat ilişkisi içindedir. Kuzey Irak’tan gelecek bir kişinin suikastler düzenleyeceğini anlatmıştır. Ve benzeri…

Demek ki, çete reisi de öyle ‘adi’ suçlu değildir.

Demek ki, ‘çete’ olarak lanse edilen bu suç örgütlerinin kökeninde kontrgerilla vardır. Demek ki bunlar birilerinin iyi çocuklarıdır.

Bu, klasik kontrgerilla tarifinin biraz dışına çıkabilir. Ancak hangi olgu kitaba uyar ki?..

Madem ki kontrgerilla denen suç çeteleri, düzenin ve devletin bekası için örgütlenmiştir. O takdirde devletin ve düzenin her türlü ihtiyacına koşturulabilir. Şurada kitabevi bombalarlar. Öte yanda adam kaçırıp öldürürler. Bir başka yerde para tahsil eder, uyuşturucu kaçakçılığı yapar, mafyayla, politikayla, apoletli ve sivil bürokrasiyle, resmi militer kuvvetlerle elele/iç içe çalışır. Bunlar tarafından kullanılır, korunur, kollanır.

İşin içine bireysel menfaatler, özellikle büyük miktarlarda paralar girince de, bazen böyle iç çatışmalara kurban gidebilirler. Ancak bu olaylarda kurban sözcüğü çok da uygun değildir. Daha ziyade bir kulak çekme, yola getirme operasyonudur sözkonusu olan.

Çünkü sermaye devleti ve düzeninin bunlara olan ihtiyacı devam etmektedir.

İşçi ve emekçi kitlelerin, Kürt halkının asıl sorunu, suç çeteleri değil, onları da kullanan bu suç düzeni ve devletidir. Sermayenin kontrgerilla cumhuriyeti ortadan kaldırılmadan, kontrgerilla çetelerinin ve suçlarının önünü almak mümkün değildir.


TİB’den yeni iş cinayetlerine karşı eylem...

“Artık yeter! İş cinayetlerine son!”

Tersane patronlarının aşırı kar hırsı işçilerin yaşamlarını öğütmeye devam ediyor. 14 Ocak akşamı Kalkavanlar grubuna ait SEDEF Tersanesinde “Mukaddes Kalkavan” isimli gemide çalışan 19 yaşındaki Onur Bayoğlu iş cinayetine kurban gitti. Kuru yük gemisinin ambar kısmında demir ızgaraları döşerken kafaüstü yere çakılan Bayoğlu yaşamını yitirdi.

15 Ocak günü Sedef ve Tuzla Gemi tersaneleri önünde dağıttığımız bildirilerle ertesi gün yapacağımız açıklamaya çağrı yapmıştık. 16 Ocak Çarşamba sabahı, saat 07.30’da Tuzla Gemi Tersanesi önünde toplanarak önce ajitasyon konuşmalarıyla işçileri eyleme çağırdık. Ardından “Artık yeter! İş cinayetlerine son!/TİB-DER” yazılı pankartı ve “Katil Sedef hesap verecek!”, “Onur Bayoğlu aramızda!”,  “Artık yeter! İş cinayetlerine son!” TİB-DER imzalı dövizler açarak Sedef Tersanesi’ne doğru yürüyüşe geçtik.

Yürüyüş boyunca “Katil GİSBİR/SEDEF hesap verecek!”, “Artık ölmek istemiyoruz!” “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!” sloganlarını coşku ve öfkeyle attık.

Sedef Tersanesi önüne geldiğimizde TİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğlu son yaşanan iş cinayetiyle ilgili bir konuşma gerçekleştirdi. Nihadioğlu konuşmasında şunları söyledi:

 “Tersane patronlarının aşırı kâr hırsı biz işçilerin canını almaya devam ediyor. Geçtiğimiz yıl 12 işçi arkadaşımızı iş cinayetine kurban vermiştik. Bu yıl da iş cinayetleriyle başladı. Daha birkaç gün önce eli kanlı katil Murat Bayrak yaptığı açıklamada ‘işçinin hayatını en az kendi hayatımız kadar düşünüyoruz’ demişti. Ancak kısa bir süre sonra Sedef Tersanesi’nde Onur Bayoğlu emniyet kemeri olmadığı için iş cinayetine kurban gitti. Bu havzada iş cinayetleri sürdükçe eylemlerimiz de sürecek. Tersane İşçileri Birliği Derneği olarak ‘işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınsın ölümler durdurulsun’ konulu bir kampanya gerçekleştiriyoruz. Bu kampanya sonunda toplanan imzalar kitlesel bir eylemle İstanbul Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne ileteceğiz...

“Tersanelerde sigorta hakkımızı gaspedenler, ücretlerimizi gaspedenler yaşam hakkımızı da gaspediyor. Ölülerin üzerine kurdukları sırça köşklerde yaşayan eli kanlı katiller örgütü GİSBİR, iş güvenliği tedbirlerini almayarak ölümlere davetiye çıkarmaya devam ediyor. Tersanelerde yaşanan iş cinayetlerini ve hak gasplarını bir nebze olsun hafifletebilmek tersanelerde gerçekleşebilecek bir GREV’den geçiyor. 2. Tersane İşçileri Kurultayı grev kararı almıştır. Tüm tersane işçilerini komitelerde örgütlenmeye çağırıyoruz”.

30’u aşkın tersane işçisinin katıldığı eylemi tüm tersane işçilerinin Tersane İşçileri Birliği çatısı altında birleşip örgütlenmesi çağrısı ile bitirdik.

Tersane İşçileri Birliği