15 EKİM 2005 Sayı: 2005/41 (41)

  Kızıl Bayrak'tan
  Ordu AŞ'nin önlenemez yükselişinin gerisinde ne var?
  Yağma sofrasından yağlı parçalar generallere
  AB tartışmaları ve işçi sınıfı
  AB süreci ve "demokratikleşme" yalanları
  Kamu Personel Rejimi Kanun Taslağı açıklandı
Mortgage sistemi: Yeni bir soygun kapısı
TMMOB mitingi Ankara'da yapıldı
  Liberal Avrupa'ya karşı sosyal Avrupa sahte söylemi; DİSK durumdan vazife çıkartıyor
  Avrupa Birliği, müzakere süreci ve DİSK'in tutumu: Yeni olan ne? / Y. Akkaya
  Yerli sermaye tartışmaları üzerine
  Serna/Seral Tekstil işçileri: Gelecek ellerimizdedir!
  Ekim Gençliği: Birleşik, kitlesel ve devrimci bir 6 Kasım için ileri!
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/4 :"Demokrasinin sınırlarını genişletme" programı / Orta sayfa
  Ekim Gençliği'nden açıklama: Soruşturmalar, baskılar, gözaltılar bizleri yıldıramaz!

  Çukurova Üniversitesi'nde resmi açılış protesto edildi

  Filistinli örgütler silah bırakmayı reddetti
  Irak'ı "anayasa" değil birleşik anti-emperyalist direniş kurtarabilir!
  Bush'un "terörle savaş" konuşması: Sıkışmışlık ve saldırganlık
  İran: "Tüm nükleer silahlar yokedilsin!"
  AB ülkelerinde sınıf çatışmaları keskinleşiyor
  Kapitalizm yoksulluk dağıtmaya devam ediyor
  Kürkçüler cezaevinde baskı ve işkence
  Lastik-İş İstanbul Şube Genel Kurulu'nun gösterdikleri
  Bültenlerden / Ankara İşçi Bülteni
  Bültenlerden / Topkapı İşçileri Bülteni
  İnsanlığın virüsü sermaye düzenidir
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İnsanlığın virüsü sermaye düzenidir!

Tüm gazete ve televizyonların “AB'ye acaba girebilecek miyiz” ve “ah bir girsek ne güzel olur” eksenli yayın yaptığı ve tüm manşetleri “AB macerası”nın kapladığı bir dönemde tanıştık kuş gribi isimli hastalıkla… İlk başlarda AB haberlerinin arasında kendine zar zor yer açan bu olayın taşıdığı “haber değeri” başka bir deyişle “sansasyonel boyutu” medya yöneticileri tarafından kısa sürede farkedilmiş olacak ki, bu hastalık haberine ayrılan yer her saat biraz daha arttı ve birkaç gün içinde tüm yayın organları adeta seferberlik ilan ettiler.

İlk başlarda Manyas'taki bir çiftlikte çeşitli hayvanların bu malum hastalık nedeni ile öldüğünü öğrendik. İlk elden yapılan açıklamalar “kuş gribi” olma ihtimali yüksek olan bu hastalığın göçmen kuşlarla geldiği ve kontrol altına alındığı, zaten insan için bir tehlike oluşturmadığı yönündeydi. Bölgenin karantinada olması ve hastalığın bulaşmış olabileceği tüm hayvanların itlaf ediliyor olması tehlike olmadığı yönündeki haberlere kaynaklık ediyordu. Zaman ilerledikçe çıkan haberlerin içerikleri değişmeye, daha karamsar ve spekülatif haberler birbiri ardına gelmeye başladı. “150 milyon kişi kuş gribi salgını nedeniyle ölebilir” ya da “virüs insana bulaşıp farklı bir türe dönüşürse insanlığın felaketi olur” benzeri cümleler haberleri kaplamaya, ekrana çıkan her “uzman” nasıl bir facia ile karşı karşıya olduğumuzu anlatmaya başladı. Haberlere göre virüs hızla yayılıyordu…

Bu felaket haberleri arasında düzenin kimi köşe yazarları, bu olay tam da Avrupa ülkelerinin Türkiye'den beyaz et ithalatı yasağını kaldıracağı sırada yaşandığı için üzülürken, kimisi de “tam da AB'ye girecekken oldu mu!” benzeri tepkilerle Türkiye'nin esas gündemi ile sorunun bağını kurmaya çalışıyordu.

Basın tarafından yaratılan bu panik havası ekonomiyi de etkiledi.. Gerek borsada yaşanan ve binlerce değişkenin birbirini etkilediği dalgalanma, gerek küçükbaş hayvan tüketiminde yaşanmasından endişe edilen düşüş, yani patronların zarar etmeye başlamaları, bu kez devletin olaya müdahale etmesinin vaktinin geldiğini gösteriyordu. Birbiri ardına açıklamalar yapan devlet yetkilileri, yine başlangıçta olduğu gibi herşeyin kontrol altında olduğundan, tavuk yemekte bir sakınca olmadığından, virüsün iyi pişirilmiş ette yaşayamayacağından bahsettiler açıklamalarında. Tabii ki basın da bu açıklamalara genişçe yer vermeye, eski felaket haberlerini biraz daha sınırlamaya başlamıştı. Devletin konu üzerine en yetkili kişisi olan Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker'in “ben de tavuk yiyorum, siz de yiyin” şeklindeki açıklaması ise, Çernobil faciasından sonra çayda radyasyon olmadığını kanıtlamak için basının önünde çay içip fındık yiyen Cahit Aral'ı aratmayacak cinstendi. Tabii Cahit Aral yeni dönem bakanlara göre daha “delikanlı” davranıp söylediği şeyi yapmış, çayı içmişti. Bugün ise bakan tavuk yiyorum açıklamasını yaparken, TBMM lokantasından tavuk ve hindi yemek listelerinden çıkarıldı.

Açık ki kuş gribi virüsü insanlık için büyük tehlikelere sebep olabilir. Gerek dünya sağlık örgütü, gerek bilim adamları konu ile ilgili birçok araştırma yapıyor ve dünyada bu hastalığın yaratabileceği zararları tespit etmeye/önlem almaya çalışıyor. Fakat işin trajik yanı onun medya ve devlet tarafından ele alınış biçimi. Devletin ya da değişik düzen sözcülerinin yaptıkları açıklamalar, hep satışların düşmesi, şirketlerin zarar etmesi, itlaf edilen hayvanların değerlerinin karşılanması ve benzeri konuları içeriyor. Olası bir salgında ölebilecek insanların bahsi bile geçmiyor. Çünkü onların sorunu hiçbir zaman insan hayatı değil. Milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşadığı ve sofrasına etin ayda bir zar zor girdiği bir ülkede halka güvenle tavuk yiyebileceğini söylemek bile, söyleyenler ile işçi-emekçiler arasındaki uçurumu göstermeye yetiyor.