15 EKİM 2005 Sayı: 2005/41 (41)

  Kızıl Bayrak'tan
  Ordu AŞ'nin önlenemez yükselişinin gerisinde ne var?
  Yağma sofrasından yağlı parçalar generallere
  AB tartışmaları ve işçi sınıfı
  AB süreci ve "demokratikleşme" yalanları
  Kamu Personel Rejimi Kanun Taslağı açıklandı
Mortgage sistemi: Yeni bir soygun kapısı
TMMOB mitingi Ankara'da yapıldı
  Liberal Avrupa'ya karşı sosyal Avrupa sahte söylemi; DİSK durumdan vazife çıkartıyor
  Avrupa Birliği, müzakere süreci ve DİSK'in tutumu: Yeni olan ne? / Y. Akkaya
  Yerli sermaye tartışmaları üzerine
  Serna/Seral Tekstil işçileri: Gelecek ellerimizdedir!
  Ekim Gençliği: Birleşik, kitlesel ve devrimci bir 6 Kasım için ileri!
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/4 :"Demokrasinin sınırlarını genişletme" programı / Orta sayfa
  Ekim Gençliği'nden açıklama: Soruşturmalar, baskılar, gözaltılar bizleri yıldıramaz!

  Çukurova Üniversitesi'nde resmi açılış protesto edildi

  Filistinli örgütler silah bırakmayı reddetti
  Irak'ı "anayasa" değil birleşik anti-emperyalist direniş kurtarabilir!
  Bush'un "terörle savaş" konuşması: Sıkışmışlık ve saldırganlık
  İran: "Tüm nükleer silahlar yokedilsin!"
  AB ülkelerinde sınıf çatışmaları keskinleşiyor
  Kapitalizm yoksulluk dağıtmaya devam ediyor
  Kürkçüler cezaevinde baskı ve işkence
  Lastik-İş İstanbul Şube Genel Kurulu'nun gösterdikleri
  Bültenlerden / Ankara İşçi Bülteni
  Bültenlerden / Topkapı İşçileri Bülteni
  İnsanlığın virüsü sermaye düzenidir
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Türkiye'nin üçüncü büyük sermaye grubu...

Ordu AŞ'nin önlenemez yükselişinin gerisinde ne var?

2.7 milyar dolar teklif eden OYAK, yüzde 46'lık hissesini alarak Erdemir'in yeni sahibi oldu. Bu vesileyle gözler bir kez daha özelleştirmelere ve orduya çevrilmiş bulunuyor.

Erdemir özelleştirmesi iki bakımdan ilginç bir durum arzediyor. Birincisi, Mittal ve Arcelor gibi dev demir-çelik tekellerinin bir noktadan sonra fiyatı yüksek bularak yağma yarışından çekilmesidir. Yerli tekeller, savunma sanayii için önemli gördükleri bu işletmeyi deyim yerindeyse kapatmak, değilse ucuza kaptırmamak politikası izlediler. Fakat yabancı tekellerin geri çekilmesinin tek nedeni fiyatın yüksek olması da değil. Bir diğer neden dünya demir-çelik üretimindeki yüzde 20'lik kapasite fazlasıdır. Sektördeki kâr marjının düşüklüğü ve pazar sorunu yerli tekellerin fiyat artırma yarışıyla da birleşince, emperyalist tekeller çekilme yolunu tercih ettiler.

İlginç olan ikinci bir nokta ise, Erdemir'in bir devlet kurumuna, orduya peşkeş çekilmesidir. Ne var ki, Erdemir özelleştirmesi bu konuda tek örnek de değil. OYAK aracılığıyla ordu, daha önceki özelleştirmelere katılmış, özelleştirme yağmasından hatırı sayılır bir pay da kapmıştı. Bu açıdan bakıldığında, klasik özelleştirme uygulama ve söylemleriyle taban tabana zıt bir durumla karşı karşıyayız. Ancak, Erdemir ve benzeri kamu iktisadi kuruluşlarının OYAK aracılığıyla ordu tarafından kapatılmasının özelleştirme politikalarına uygun olup olmaması ayrı bir tartışma konusudur.

Özelleştirmeler, işçi ve emekçilere dönük kapsamlı saldırılar ve hak gaspları anlamına geliyor. Emekçiler için asıl önemli olan da budur. Peşkeşin biçiminin halka arz ya da blok satış biçiminde olması, talancıların yerli ya da yabancı olması, özelleştirmelerin burjuva yasalarına uygun olup olmaması işin tali planda kalan bir yanıdır.

Yalnızca özelleştirmelerden aldığı pay vesilesiyle değil, ordunun ayrı bir sermaye grubu olarak örgütlenmesi ve son yıllarda gücünü gitgide artırması ise her bakımdan dikkatle üzerinde durulması gereken bir konudur. Zira Türk ordusu yalnızca sermayenin bir bekçisi değil, aynı zamanda büyük bir sermaye grubudur. Ama bu herhangi bir sermaye grubu da değil, olağanüstü hak ve yetkilerle donatılmış, büyük bir hızla büyüyen iktisadi bir güçtür.

Ordu, olağanüstü hak ve ayrıcalıklarla donatılmış bir sermaye kesimidir!

Kendi bütçesi üzerindeki mutlak belirleyiciliği bir tarafa bırakılacak olursa, ordunun iktisadi yaşama aktif katılımı 3 Ocak 1961 yılında çıkarılan özel bir yasayla kurulan OYAK'la başlıyor. Resmi verilere göre, şu anda Koç ve Sabancı'dan sonra ciro bazında üçüncü büyük sermaye grubunu ordunun kurduğu ve denetlediği şirketler oluşturuyor. Ordu, bir taraftan inşaattan bankacılığa, sigortacılıktan otomobile, lastikten gıdaya, turizmden enerjiye kadar onlarca sektörde at oynatan OYAK, diğer taraftan savunma sanayi sektöründe faaliyet yürüten Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Güçlendirme Vakfı aracılığıyla Türkiye'nin en büyük tekellerinden biri haline gelmesini çok özel bir koruma ve kollama politikasına borçludur. 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren generallerin emriyle çıkarılan OYAK yasasıyla, ordu adeta ayrıcalıklı bir iktisadi zırh edinmiştir kendisine. 205 No'lu bu özel yasanın sağladığı olağanüstü ayrıcalıklar sayesinde kısa bir sürede en büyük iktisadi güçlerden biri haline gelmiştir.

Bunlar öyle sıradan ayrıcalıklar değildir. Herşeyden önce yasa, ticari bir faaliyet de yürütse OYAK'ı devlet güvencesine alıyor: “Kurumun her çeşit malları ile gelir ve alacakları, devlet malları hak ve rüçhanlığını haizdir. Bunlara karşı suç işleyenler, devlet mallarına suç işleyenler gibi takibata tutulur.” Dünyada bu ayrıcalığa sahip başka bir şirket bulmak mümkün değil. Bunun yanında OYAK'a, hiçbir devlet kurumu tarafından denetlenemeyecek bir idari ve mali özerklik statüsü veriliyor. Yani generallerinin ataması bile hiç değilse görünürde temsili sistem mekanizması içinde yapılan ordunun kurduğu bir şirketin faaliyetleri, hiçbir güç tarafından hiçbir biçimde denetlenemiyor, yapısı ve işleyişi sorgulanamıyor.

Ama yasal güvenceler ve ayrıcalıklar bu kadarla da sınırlı değil. Ordu mensuplarının yaşam standartlarını yükseltmek amacıyla kurulan OYAK, basbayağı bir ticari şirket olmasına rağmen her türlü vergi yükünden muaf tutuluyor. Gelir vergisi, her devlet kuruluşunun ödemekle yükümlü olduğu kurumlar vergisi, üyelerinden düzenli aidat kesen kuruluşların ödediği özel gelir vergisi ve satış ve tüketim vergileri bir tarafa, OYAK tüm yasal işlemlerden alınan damga vergisinden bile muaf kılınmış bir şirket ve kurumdur.

Bu kadarına da pes doğrusu diyenler için son bir ayrıcalık daha olduğunu hatırlatalım. Bu da zarar etmeme ayrıcalığıdır. Zarar etse dahi mallarının haczedilemeyeceği güvence altına alınan OYAK, kendisini olası zararlardan koruyan başka güvencelere de sahip. Gerçi bunun için düzenlenmiş özel bir yasa yok ama fiilen kullanılan ayrıcalıklar var. 1984 krizinde ordu, kendisine ait TOE ve MAT'ta oluşan zararı bir devlet bankası olan Ziraat Bankası'na devrederek işin içinden sıyrıldı. Yani OYAK'ın zararı aleni bir şekilde kamuya yüklendi. Benzer bir diğer örnek Emlak Bankası'nın OYAK'a ait Kutlutaş İnşaat Şirketi'nin zararlarına ortak edilmesidir. 1995 yılındaki zararın yükünü ise SSK sırtlanmak zorunda kaldı. Yani ordu AŞ, her durumda zararını kamuya, yani emekçilerin sırtına yükleyerek kervanını yürüten bir şirkettir.

Apoletli sermaye küreselleşmecidir, özelleştirmecidir!

Özetle; orduya bağlı OYAK holding varlığını ve hızla büyümesini, askeri-faşist darbelerde çıkarılan özel yasalara, özel yasalarla güvence altına alınmış özel statülere, özel ayrıcalıklara borçludur. Bu, tüm rakamları alt-üst eden, piyasa koşulları içinde anlaşılması güç, her bakımdan şaibeli bir büyümedir. (Yalnızca 1962-1970 arasında büyüme oranı yüzde 2400'dür). Türkiye ekonomisini tepe taklak eden iki krizin ardından pek çok büyük şirket dönemi zararla kapatırken, OYAK büyük kârlar elde etmiştir. Bunu ise OYAK Genel Müdürü Coşkun Ulusoy'un ifadesiyle, “Kriz varsa fırsat vardır” anlayışına borçludur. Kâr alanlarına baktığımızda üretimden kaçan, paradan para kazanan bir OYAK, bir ordu AŞ görüyoruz. (Kârının yaklaşık olarak %42'si üretim dışı alanlardan gelmektedir).

Krizleri fırsat bilen ordu AŞ, tüm konularda da tipik bir kan emici sermaye tutumu sergilemektedir. Apoletli sermaye, tüm diğer tekelci şirketler gibi AB'ye üye olma taraftarıdır, küreselleşmecidir, özelleştirmecidir. Ordu OYAK'la iktisadi yaşama daha ilk adımlarını atar atmaz Goodyear, Renault gibi yabancı tekellerin taşeronluğunu üstlenmiştir. Tüm diğerleri gibi en kârlı alanlara yatırım yapan, paradan para kazanan, borsada vurgun vuran, asalak bir sermaye kesimidir o. Böyle bir ordunun “Türkiye ekonomisine katkı sunmak”, “ulusal ekonomiyi güçlendirmek” gibi bir derdi olabilir mi? Reklam sloganlarında ifade edilenin tam aksine ordunun yeri, Türk halkının kalbinde değil, sermayenin tam göbeğindedir.

Siyasal iktidarın iplerini elinde tutma ayrıcalığını iktisadi çıkarlara tahvil etmeyi başaran Türk ordusu, kendi türünde nadir bir örnektir. Aynı türden örnekleri yalnızca darbe geleneğinin güçlü olduğu bazı Latin Amerika ülkelerinde görebiliyoruz. Bu açıdan bakınca, 44 yıl içinde sermayenin en ayrıcalıklı kesimlerinden biri haline gelen ordu AŞ'nin, asıl gelişmesini ‘80 sonrasında sağlaması hiç de tesadüfi değil. Ordu,12 Eylül faşist darbesiyle yalnızca emperyalist liberal politikaların önünü açmadı, aynı zamanda ondan en iyi biçimde faydalanarak piyasa ekonomisinin ciddi bir iktisadi aktörü haline geldi. Son 44 yıl içinde elde edilen bu çok özel iktisadi konum, onun niçin kanlı darbeler, provokasyonlar vb. yollarla toplumsal yaşama bu kadar sık müdahale ettiğini ve edeceğini de açıklıyor. Emperyalizme kölece bağımlılıkta ısrar ettiğini de…

Bu ordu, gerek askeri-bürokratik bir kast olarak bütçeden aldığı devasa payla, gerekse tekelci bir sermaye kesimi olarak, işçi ve emekçileri çift yönlü olarak sömürmekte, her bakımdan yıkımı derinleştirmektedir. Her yıl bir takım sözde anketlerle halkın seçtiği en güvenilir kurum olduğu ilan edilen ordunun bu gerçek yüzünü işçi ve emekçilere anlatmak, bu tablonun karşımıza çıkardığı en kritik güncel görevlerden biridir.

Öte taraftan, gelinen yerde iktidar mücadelesi, sermayenin sınıf iktidarına karşı mücadelede odaklaşmıştır. Bu gerçeği hesaba katmayan bir iktidar mücadelesinin, bu sınıfsal dayanağı hedef almayan bir mücadele programının en küçük bir başarı şansı yoktur.