3 Ekim'de AB müzakereleri başlıyor…
Aldatıcı manevralar ve gerçekler
Tüm kurum ve kuruluşlarıyla sermaye iktidarı 3 Ekim'de başlayacak AB müzakerelerine kilitlenmiş bulunuyor. Bu çerçevede toplumsal yanılsamayı körükleyecek hayali rakamlar medyanın ekonomik analizlerine damgasını vuruyor. AB sürecinin Türkiye'nin lider ülke olma pozisyonunu perçinleyeceği çerçevesinde dış politika yorumlarından geçilmiyor. AB müzakere sürecinin Türkiye'yi demokratikleştireceğini savunanlar da epey geniş bir yelpaze içinde yer tutuyor.
3 Ekim ekonomide yaşanan sorunları çözecek mi?
Burjuva basını AB müzakere sürecini siyasi kriterlerle sınırlı bir eksende ele almaya özen gösterdi. Burjuva politikacıları da bu tutumla uyum içinde oldular. Oysa 3 Ekim'de başlayacak müzakere süreci esas olarak ekonomik ve sosyal kriterler üzerinden şekillenecektir.
3 Ekim'de başlayacak süreç işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik ve sosyal yıkımını daha da derinleştirecek. Sosyal hak gaspları genişleyerek devam edecek. Çalışma hayatının genelinde esneklik hakim hale gelecek. Sosyal güvenlik sistemi tümüyle yokedilecek. Eğitim ve sağlık hizmetleri bir bütün olarak paralı hale getirilecek, özelleştirme hızlanarak devam edecek...
3 Ekim süreci Türkiye'de tarımın çökertilmesi politikalarının önünü de tümüyle açacak. Tarımın çökertilmesi eksenindeki tüm dayatmalar AB'nin ekonomik kriterleri ile gerekçelendirilecek.
İşçi sınıfı ve emekçiler açısından sosyal yıkımın derinleşmesi anlamına gelen müzakere süreci, AB emperyalistlerine ve işbirlikçilerine herhangi bir yük getirmiyor. Aksine Türkiye'nin AB'ye hazırlanması çerçevesinde AB'nin emperyalist güçlerinin bastığı zemin güçleniyor.
Müzakere süreci demokratik hak ve özgürlükleri genişletecek mi?
17 Aralık sonrası yapılan makyajı “beyaz devrim” diye tanımlayan sermaye medyası, bu eksendeki tartışmaları ifrata vardırmıştı. Dayatmaların Türkiye'yi demokratikleştirmesi amacı ile yapıldığı düşüncesi sadece sermaye iktidarının ve kurumlarının fikri değildi. Liberal demokratizmin politik platformundan beslenen siyasal partilerin ve liberal sol çevrelerin önemli bir kısmı da “beyaz devrim” tanımlamasını desteklediler.
Müzakere sürecinin demokratik hakları, ulusal hak ve özgürlükleri genişleteceği yaklaşımı sadece burjuva liberallerini kapsamıyor. Sosyal reformizmin politik platformundan beslenen liberal sol çevreler de benzer görüşleri savunuyorlar. Ehveni şer mantığıyla ABD karşısında AB alternatifine sarılıyorlar. AB'yi bir uygarlık projesi olarak tanımlıyor, “emeğin Avrupa'sı” argümanı ile meşrulaştırıyorlar.
Ancak tüm bunlar olurken, AB'li ya da AB'siz, demokrasinin sınırlarını gösteren yargısız infazlar, devrimci katliamları, kitle eylemlerine saldırılar da sürüyor.
AB ulusal sorunu çözer mi?
Teslimiyetçi Kürt liberalleri de “demokratik cumhuriyet” stratejisinin güvencesi olarak AB'yi görüyorlar. Sorunun çözüm adresi olarak Brüksel'i gösteriyorlar. Kürt sorunu konusunda çözüme dair tüm umutların AB ekseninde yeşertilmesi teslimiyetçilerin ortak politik tutumudur.
Kürtçe televizyon yayını ve özel dil kursları türünden kırıntılar Kürt liberalleri tarafından AB sürecinin kazanımları olarak tanımlanıyor. Kürt halkının özgürlük umudunun boğulmasının adı olan İmralı çizgisi sömürgeci Türk devletinin imhacı ve inkarcı tutumunu her bakımdan güçlendiriyor.
AB sürecine cepheden destek veren teslimiyetçiler, objektif olarak Kürt halkının ve işçi-emekçilerin çıkarlarının karşısında yeralmaktadırlar. Kürt halkı henüz bu açık gerçeğin farkına varamamıştır. Ama Kürt halkı çok geçmeden teslimiyetçi önderliğin AB'ye bağladığı umutların ne denli boş olduğunu kendi deneyimi ile görecektir.
“Bağımsız sosyalist Türkiye!”
Bugün dünya ve Türkiye'de işçi ve emekçilerin, halkların özlemini duydukları ekonomik-demokratik-sosyal hak ve özgürlüklerin yolunu açacak olan birlik proletarya enternasyonalizmidir. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin ve halklarının tercihi AB değil, “Bağımsız sosyalist Türkiye!” olmalıdır.
AB karşısında “Bağımsız sosyalist Türkiye!” alternatifinin güçlendirilmesi çerçevesinde seferber olmak sınıf devrimcilerinin temel görevlerinden biridir.
-----------------------------------------------------------------------------------------
İMF uşaklara emir yağdırıyor, uşaklar el pençe divan...
İMF'ye ve saldırılara karşı mücadeleye!
Geçtiğimiz hafta Türkiye'ye gelen İMF heyeti, verilen sözlerin akıbetini görmek ve 2006 bütçesini görüşmek için temaslarda bulundu. Devlet Bakanı Ali Babacan görüşmelerin iyi geçtiği yönünde açıklamalar yaptı. Ancak, Ankara'dan ayrılmadan önce İMF heyetinin yaptığı kısa açıklama Babacan'ı yalanlar nitelikteydi. Başta Sosyal Güvenlik Yasası olmak üzere, bankalar, GSS gibi bekletilen yasaların bir an önce çıkarılması için emirler yağdıran İMF yetkilisi, cari açık ve faiz dışı fazla hedeflerinin tutması için önlemler alınmasını istedi ve görüşmelerin Washington'da devam edeceğini belirtti.
ABD'ye hareketi öncesinde açıklamada bulunan Ali Babacan, Meclis açıldığında milletvekillerinin ilk işinin sosyal güvenlik ve bankacılık yasalarının TBMM'den geçirilmesi olduğunu kaydetti. 2005 bütçe değerlendirmesinin ve 2006 bütçesinin hazırlıklarının da ABD'de yapılacağını belirten Babacan, İMF'nin yeni beklentileri arasında, Gelir Vergisi Yasası'nın temel unsurlarının belirlenmesi, Kurumlar Vergisi Tasarısı'nın Meclis'e sevkedilmesi olduğunu açıkladı. Babacan'ın özel görüşmeler yapacağı kişilerin başında İMF Başkanı Rodrigo Rato, İMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger ve Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz geliyor. Bu son toplantıda yeni sözler verilmesi bekleniyor. İMF heyeti 3 Ekim'den sonra Türkiye'ye tekrar gelecek.
Hazine'nin yaptığı açıklamada; sosyal güvenlik ve tarım ödeneklerinin aşağı çekilip vergilerde “küçük artışların” olabileceği söyleniyor. 2006 bütçesinin bir faiz ve rant bütçesi olacağı şimdiden kesin.
İMF ile yapılan stand-by anlaşmalarının sonuncusu 2007'de bitiyor. Ama daha şimdiden ekonominin denetimine talip olanlar var. Girilmek için kapısında beklenilen Avrupa Birliği en güçlü denetçi adayı durumunda. Gazetelerde yeralan haberlere göre, “Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Ekonomik ve Finansal İşler Direktörlüğü yetkilisi Dirk Verbeken, İMF ile 2007'de sona erecek stand-by anlaşması sonrasında Türk ekonomisinin karşılaşacağı riskleri önlemek için, Türkiye ile Birlik arasında ‘izleme-monitoring mekanizması' kurulması yönünde resmi öneride bulunacakları”nı açıklamış. Verbeken bunları söylerken, işbirlikçilerin iştahını kabartacak 15-20 milyar Euro tutarında bir kredi “yemi”ni de ortaya atıyor.
3 Ekim'de yapılacak olan AB ile müzakerelerde Türkiye'nin önüne yeni taahhütlerin konulacağı şimdiden kesin görünüyor. İMF'ye verilen sözlerin yerine getirilmemesinin faturası her gün kabarıyor. Bu fatura da şüphesiz işçi ve emekçilerin sırtına yüklenecek. Bugüne kadar toplam 630 yasa çıkaran 22. dönem parlamentosunun sermayeye uşaklıkta sınır tanımadığı ve tanımayacağı kesin.
Ancak aslolan işçi sınıfı ve emekçilerin tutumudur. AKP hükümeti istediği kadar yasalar çıkarsın, taahhütlerde bulunsun, bunların hayata geçip geçmemesi işçi sosyal güvenlik ve bankacılık yasalarının emekçilerin ortaya koyacağı mücadeleye bağlıdır. |