5 Şubat 2005
Sayı: 2005/05(05)


  Kızıl Bayrak'tan
  Seçim oyunu ve şoven kışkırtmalar
tutmayacak.
  Amerikancı Tayyip sözlerinin arkasında bir
gün bile duramadı
  Emperyalist haydutların seçim oyunu
bitti
  Halkların cellatlarına bu topraklarda yer
yok!
  CHP operasyonunda son perde
  SEKA işçisinin kazanma kararlılığı!.
  SEKA işçilerinden
Unakıtan'a yanıt
  Direnişteki bir UNO işçisiyle konuştuk
  TEKSİF’in başındaki ağalar satışa imza attı!
  GOP BDSP kampanya
faaliyetinden
  Esenyurt ve Kıraç BDSP faaliyetlerinden
  Ankara BDSP kampanya faaliyeti
  İ. Ü.’nde soruşturma
skandalı
   Ulusal sorun ve Kürt hareketi/1 (Orta sayfa)
  Eğitim-Sen’in dünü ve bugünü
  Gayrimeşru seçimler işgali meşrulaştıramaz
  ÖDP 4. Kongresi üzerine
  Filistin halkı direnme kararlılığını koruyor!
  ABD-İngiliz emperyalist ittifakında çatırdama belirtileri
  “Başka bir dünya mümkün”, ama nasıl?
  Sempozyumda sorunlarımızı tartışmaya
hazırlanıyoruz
  PSAKD Maltepe Şubesi röportaj
  Irak seçimleri ve Kerkük üzerine koparılan
fırtına
 AB, kadın sorunu ve Türkiye
 Bültenlerden
 Mumcu cinayeti ve devletin “tuğladan duvar”ı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

ÖDP 4. Kongresi üzerine...

Emperyalizmden medet umma arayışları

ÖDP ‘aşkın ve devrimin partisi' olmak iddiasıyla ‘94 yılında kuruldu. Kurulduğu ilk günden itibaren değişimin partisi olma söylemiyle ve kendi deyişleriyle ‘özgürlükçü sosyalizm' modeliyle, toplumu değiştirmeye aday olduğunu ve kitleleri örgütleyeceğini iddia etti. Ancak bu çıkış, iddialarının tersine, geçmişin devrimci-demokrat akımlarının 12 Eylül'le birlikte girdikleri tasfiyeci liberalleşme sürecinin yeni aşamasına denk düşüyordu. Kitlelerin geriliği öne sürülerek siyasal hedefler geriye çekilmiş, daha doğrusu devrimcilik bir yana bırakılmış, böylelikle kitlelerle buluşulabileceği iddia edilmişti.
Reformist-liberal sol bir parti olarak ortaya çıkan ÖDP için bugün söylenebilecekler kuşkusuz bunlarla sınırlı değil. Yenilginin faturasını devrimci sosyalist ideolojiye çıkaranlar ya da sorunu işçi sınıfının geriliğine indirgeyenler, bugün de kendi başarısızlık ve yenilgilerini ‘sosyalist ideolojinin' kitlelerde karşılık bulmamasına, kitlelerin ihtiyaçlarına cevap verememesine bağlamaktadırlar. ‘Klasik sınıf kuramlarının' hayatı açıklamadığı, toplumsal mücadele dinamiklerinin ‘yoksulluk, ezilmişlik' gibi muğlak kavramlar üzerinden kurulması gerekliliği, onlar tarafından bilimsel, yenilikçi söylemler olarak çokça dillendirilmektedir. 4. kongrede de buna benzer bir söylem dile getirilmiştir.
Kuşkusuz bu yönelim ÖDP içinde yeni ortaya çıkmamıştır. Ancak bugün bunu farklı kılan artık ÖDP'nin tam olarak ‘Avrupa solu'na endekslenmiş ve sözde de olsa savunduğu ‘inadına sosyalizm, inadına devrim' söylemi yerine artık ‘emeğin Avrupası' anlayışını resmen kabul etmiş olmasıdır. ÖDP sol-liberal bir çizgiden artık kabaca sosyal-demokrata dönüşmüş, bir parça da Avrupalı ‘yeşiller' partilerini andırır yeni bir kimliğe bürünmüştür.
ÖDP'nin ne olup-olmadığı hepimiz için aşikar belki; ancak önümüzdeki süreçte varoldukları sendikalarda, özelikle KESK'te ve demokratik kitle örgütlerinde, bu yaklaşımlarını dillendirip emekçileri AB'ci çizgide yönlendirmeye çalışacakları da bir o kadar açık. Bu nedenle bir kez daha ‘aşkın ve devrimin partisinin' şu an ne olduğuna bakmak gerekiyor.
ÖDP kongresinde iç içe ve birbirini bütünler tarzda ele alınan toplumsal muhalefetin örgütlenmesi ve Avrupa Birliği üzerinden yürütülen tartışmalara genel hatlarıyla bakmak bunu görmek için yeterli olacaktır.

Toplumsal muhalefetin örgütlemesi ve AB

Liberal sol ilk ortaya çıktığı günden itibaren sınıf kavramıyla uğraşmıştır. Onların temel savunusu teknolojik gelişim, üretim sürecindeki post-fordist örgütlenme, bilginin metalaşmasına paralel olarak klasik anlamda sınıf kavramlarıyla toplumsal yapının çözümlenemeyeceği, işçi sınıfının toplumsal mücadelenin öznesi olamayacağı ve bu nedenle işçi sınıfı kavramı yerine yoksulluk, ezilenler gibi muğlak kavramların kullanılmasıdır. Değişimin devindirici gücü olarak mahalleleri, işsizleri, kadınları görmeleridir (ÖDP kongresinde de mücadele alanları olarak mahalleler, işsizler ve kadınlar gösterilmiştir). Heterojen ve şekilsiz bir toplumsal yapı üzerinden değişimin mümkün kılınacağının propagandasını yapmalarıdır. Aslolan yenilginin faturasını kolay yoldan teorinin üstüne yıkarak, kendilerini haklı çıkarmaya çalışmalarıdır.
ÖDP kongresinde de görülen, sınıf kavramları, sınıf bilinci tamamen dumura uğramış bir yapının, toplumsal muhalefetin parçalı yapısını kendisine dayanak yaparak sağa kayışını formüle etmesidir. Toplumsal yapının bu biçimde çözümlenişi Avrupa Birliği'ne yaklaşımı da belirlemektedir. Toplumsal dönüşümü ve değişimi sınıflar mücadelesi üzerinden anlamlandıramayan bir partinin Avrupa Birliği'nden değişim için medet umması son derece anlaşılırdır. İşçi sınıfını görmeyen bir yapının genel, sınıf mücadelesi sonucu elde edilmeyen ve bu nedenle hiçbir sonucu olmayan, kağıt üstünde kalması muhtemel düzenlemelere el bağlaması da anlaşılır olmaktadır.
Ancak daha da vahimi yoksulluğu toplumsal muhalefeti açıklayan temel kavram olarak kullanmalarına rağmen, nedenleri üzerinde dururken neo-liberal politikaların dayanak noktası Avrupa Birliği'ne değinmemeleridir. Artan yoksulluk ve işsizlik AB'nin ucuz işgücü yaratma temel politikasının sonucudur. Ancak ÖDP Avrupa'ya bakarken nedense hiçbir etkisi olmayan hukuksal düzenlemeleri, Avrupa Sol Partisi'ni görmektedir. Ve Avrupa sol partisinin bir üyesi olarak Avrupa Parlamentosu'nda yeralmayı düşlemektedir. ÖDP'nin önde gelenlerinden Melih Pekdemir kongrede ‘Eskiden parlamentoya burjuvazinin ‘ahırı' derdik, şimdi TBMM'de sözümüzü söyleyelim diyoruz. Bizim de birkaç milletvekilimiz olsa fena mı olur' Bunu savunduğumuza göre neden AB Parlamentosu'nda yer almayalım'' diyerek ÖDP'nin bu yeni yönelimini açıkça ifade etmiştir. Tabii bunu gerekçelendirirken ‘emeğin Avrupası'na yapılan uzun vurguları da eklemek gerekir.
ÖDP'nin bundan sonraki hedefi, her ne kadar henüz Türk burjuvazisinin ahırına girememiş olsa da, AB emperyalizminin ahırına girmektir. Hiç kuşkusuz emekçilere giderken onların (sermayenin) Avrupası, bizim (emeğin) Avrupamız ayrımını koymayı ihmal etmeyecekler. Ancak unutacaklar ki kendi işçi sınıfını-emekçisini örgütlemeyen (böylesi bir hedefi hiçbir zaman olmamış olan) ÖDP, hangi güçle Türkiye işçi-emekçileriyle Avrupa işçi-emekçilerinin dayanışmasını sağlayacak' Sınıf dayanışması ancak ortak talepler etrafında, sınıfın bütünsel çıkarlarını savunarak, enternasyonalist bir ruhla örgütlenebilir. ÖDP'nin dayanışması ise ÖDP elitiyle, Avrupalı ‘sol' elitin, AB Parlamentosu'nda M. Pekdemir'in ifadesiyle ‘sosyalizmin propagandasını yapan' milletvekillerinin, sendikal bürokrasisinin dayanışması olabilir.
Aslında sonuç bildirgesinde yeralan şu ifadeler hiç kimseye söyleyecek söz bırakmayacak kadar açıktır: ‘...Önümüzdeki süreç AB sürecini sermayenin hegemonyasına dayalı bir birlik projesi olarak ele almak yerine, gündeme gelecek her konuyu ülkemiz emekçilerinin ve geniş toplumsal kesimlerin çıkarları açısından Emeğin Avrupası perspektifiyle değerlendirecek, Avrupa'nın sosyalistleri, emekçileri, feministleri, ekolojistleri ve savaş karşıtları ile kader birliğini ve ortak bir gelecek tasavvurunu önüne koyan bir hattı izleyecek bir anlayışla mücadele edecek bir sola ihtiyaç duymaktadır'.
AB'nin ihtiyaç duyduğu sol hiç kuşkusuz bizzat ÖDP'nin kendisidir.
Kongrede daha da vahim olanı, bilinçlerde kavram düzeyinde yaşanan bulanıklık ya da Avrupa Birliği'nin niteliği sorunudur. Aynı önergede hem ‘emeğin Avrupası'nın savunulması hem AB'nin kapitalizmin bölgesel düzeydeki örgütlenmesi olduğu, hem de neo-liberal saldırılara karşı mücadele gerekliliği karar altına alınabilmiştir. Solu, ortodoks olmakla, gelişmelerin dışında kalmakla itham eden ÖDP eliti, öyle anlaşılıyor ki daha sosyal bilimin ABC'sini öğrenmeye muhtaçtır.
Benzer kafa karışıklığı tarım sorununda da yaşanmaktadır. Neo-liberal saldırıların tarımı tasfiyesi saldırısına karşı Üzüm-Sen, Tütün-Sen ve Fındık-Sen'de örgütlenmiş olan çiftçilerin temsilcileri Avrupa Birliği tartışmalarında suskun kalabilmişlerdir. Oysa AB süreci aynı zamanda köylülüğün neo-liberal politikalarla kuralsızca ve acımasızca yıkıma uğratılması sürecinden başka bir şey değildir.
ÖDP kongresi, burjuvaziye ideolojik olarak tam bir teslimiyetle sonuçlanmıştır. Kongrede alınan olağanüstü kongre kararıyla bir yıl içinde program ve tüzük değişikliği yapılması öngörülüyor. Programda yeralan ve ilk çıkışın etkisiyle konulmuş devrim ve sosyalizm söyleminin kırıntıları da silinip atıldıktan sonra süreç tamamlanmış olacak.

S. Doğan