Üçlü şer ittifakını dağıtmak
bölge halklarının görevidir
Üçlü şer ittifakı (ABD-İsrail-Türkiye) ülkelerinin basını son günlerde İsrail-Türkiye ilişkilerinde esen soğuk havayı tartışıyor. Emperyalist-siyonist gericiliğin sözcülüğünü yapan basın tekelleri, saldırgan ittifak güçleri arasında en ufak bir pürüz olmasını bile istemiyorlar. Bu yüzden Erdoğanın İsraille ilgili açıklamalarını abartarak gündemde tuttular. İsrail başbakan yardımcısına randevu vermemesini cezalandırma şeklinden yansıttılar.
Siyonist bakan: Cezalandırılmadım
Erdoğanın Şaronun yardımcısı Ehud Olmerte karşı aldığı tutum Arap ülkelerinde de etkili oldu. Arap basınından yansıyanlara bakılırsa, Erdoğan İsraile karşı ciddi bir tavır içinde. Yanılsamanın ürünü olan bu bakışa göre, Ankara Şaron ve çetesini Filistin konusunda paylıyor. Kuşkusuz AKPnin dinsel gerici kimliğinin de bu yanılsamada etkisi var.
Erdoğanın yaptığı açıklamalarla Olmerte karşı tutumu elbette siyonistleri rahatsız etti. Zira bu eli kanlı katiller hiçbir eleştiriye tahammül etmezler. Hele bu eleştiri yakın dostlarından geliyorsa. Buna rağmen Şaronun yardımcısı cezalandırıldığı şeklindeki yorumlara katılmıyor. O cezalandırıldığını değil, onurlandırıldığını düşünüyor. Bu konuda sağlam gerekçeleri de var.
Başbakan randevu vermedi ama cumhurbaşkanı ile 20 dakika olarak planlanan görüşme 45 dakika sürdü. Çok sayıda bakanla görüştü. Dahası Dışişleri Bakanı Abdullah Gül siyonist bakanı kendi evinde ağırladı.
Olmertin görüşmeleri siyasilerle de sınırlı olmadı. O aynı zamanda İsrail burjuvazisinin bir temsilcisi sıfatıyla geldi, ekonomik alanda da verimli görüşmelerde bulunduğunu açıkladı. Türkiye-İsrail karma ekonomik komisyonu toplantısının ardından mutabakat zaptı imzalandı. Sulama konularında işbirliğinin devam etmesi karar altına alınırken, GAPtaki İsrail projelerinin yaşama geçirilmesi konusunda da Olmerte söz verildi. Yıl sonuna kadar iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2 milyar dolara ulaşması hedefleniyor.
Türk sermaye basını da kasap Şaronun yardımcısına ekran ve sayfalarını sonuna kadar açtı. Bu sayede Olmert dilediğince siyonist propaganda yapma fırsatı buldu. Siyonist bakan bu toplantıları yaparken, İsrail ordusu Filistinde yıkım ve katliamlarına aralıksız devam ediyordu.
Ne niyetleri var, ne de güçleri yeter
Dinsel gerici basının iddialarının aksine, Türkiye-İsrail ilişkilerinin niteliğinde herhangi bir değişiklik yoktur. AKPnin bu ilişkilerin niteliğine müdahale edecek gücü olmadığı gibi, böyle bir niyeti de yoktur. Zira Erdoğanı başbakanlığa hazırlayanların başında siyonist lobi vardı. Nitekim, Türkiye ve İsrail medyası da dahil pek çok yayın organında, Erdoğanın eleştirilerinin, Türkiye kamuoyunun Filistin konusundaki hassasiyetinden kaynaklandığı dile getiriliyor.
Washingtonun telkinleriyle İsraille ilişkileri geliştiren generaller ise baştan beri işi sağlama bağlamışlardı. Türkiye-İsrail savunma işbirliği anlaşması bizzat Amerikancı generaller tarafından imzalanmıştı. 1996 Şubatında Genelkurmay ikinci başkanı Çevik Birle İsrail Savunma Bakanı arasında imzalanan anlaşma, yüce meclisin iradesi hakkında fikir veriyor. Yasalara göre böyle bir anlaşmayı Türk savunma bakanının imzalaması gerekiyordu. Oysa anlaşma imzalandığında Erbakan hükümetinin bu belgenin içeriğinden haberi bile yoktu.
Amerikancı Türk generalleri İsraille ilişkilere o derece önem veriyorlar ki, Necmettin Erbakanı bile gerektiğinde siyonistlerle masaya oturup anlaşmalara imza atmaya zorlamışlardır. Zamanın başbakanı Erbakan, TSK tarafından dört saat süreyle brifinge tabi tutulduktan sonra, F-4 savaş uçaklarının modernizasyonunun İsrail firmalarına verilmesi anlaşmasına imza atmıştır.
Yapılan anlaşmalar çerçevesinde gerçekleştirilen Türk-İsrail -bazen de ABD- askeri tatbikatları çoğunlukla kamuoyundan habersiz olup bitiyor. Ocak 98de yapılan Türk-İsrail ortak tatbikatından hükümet bile haberdar edilmemişti. Doğu Akdeniz tatbikatı sürerken Türk dışişleri bu gelişmeyi yalanlamakla meşguldü. Geçen ay Konyada yapılan tatbikat da kamuoyundan gizlenmiştir.
Görüldüğü gibi Türk-İsrail ilişkileri hükümetleri aşan bir nitelik taşıyor. Türkiye-İsrail ilişkilerine son vermek ve Ortadoğu halklarını hedef alan üçlü şer ittifakını dağıtmak, başta Türkiye olmak üzere tüm bölge halklarının önünde duran acil bir görevdir.
Amerikancı Gül işgal karşıtı direnişten rahatsız
Iraka komşu ülkeler dışişleri bakanları Mısırın başkenti Kahirede toplandı. Irak işgalinden önce Türkiyenin önerisiyle başlayan toplantıların beşincisinde biraraya gelen bakanlar, daha çok Irakın toprak bütünlüğü meselesi üzerinde durdular. İnisiyatifin başını çekmekle övünen Abdullah Gülün gündeminde iki temel konu vardı. Biri Güney Kürdistanda olası bir Kürt devletini engellemek, diğeri ise Irakta devam eden direniş.
Toplantıdan çıkacak sonuçtan bağımsız olarak, işbirlikçi rejimin önceliklerini dayatan Gül, öncelikle Kerkük sorununun çözülmesini istedi. Gül, Kerkük sorununun Irakta yeni anayasa sürecinde ele alınarak, bu çerçevede baştan bir çözüme bağlanması, konunun ileriki aşamalarda daha karmaşık hale gelmeden bir an önce çözülmesi gerektiğini belirtti.
Gülün derdi Irakın toprak bütünlüğü ile sınırlı değil. Onun asıl rahatsız olduğu ve terörizm diye tanımladığı işgal karşıtı direniştir. Gül, terörün Irakın güvenlik sorununa çok ciddi etkilerde bulunduğunu, bu sorunun üzerine eğilinmesi gerektiğini iddia etti. Türkiye de dahil olmak üzere Iraka komşu olan ülkelerin, Irakta yerleşik terörist unsurların faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını da vurguladı.
Direnişi terör kategorisine koyan Amerikancı Gül, yönetim devri ile kurulan kukla hükümetle, zaman içinde seçimlerle birlikte ülkede huzur ve istikrarın iyice tesis edilmiş olacağını iddia ediyor.
Yani Güle göre ajan Allavi başkanlığındaki kukla hükümet, Irak halkının tepesine bomba yağdıran işgalcilere uşaklık ederek Iraka huzur ve istikrarı getirecek. İşgale karşı direnenler ise ezilmesi gereken teröristlerdir. Tescilli bir Amerikan uşağının yapacağı değerlendirme de ancak bu kadar olur!
|