24 Temmuz'04
Sayı: 2004/29 (21)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşçi sınıfı ve emekçiler bu yağma ve peşkeşe dur demelidir!
  “Kamu Yönetimi Reformu” adlı kapsamlı saldırı programı
  Aydoslu emekçiler yıkıma karşı örgütleniyor
  Kölelik yasası meclisten geçti... Sırada işgüvencesinin gaspı var...
  Eğitimde sözde devrim ya da gericiliğin sınır tanımazlığı
  Özelleştirme saldırısına, kölelik dayatmasına karşı
  Metal ve tekstilde TİS süreci yaklaşıyor...
  Direnişteki Socotab işçileriyle konuştuk...
  İşgal karşıtı direnişte yeni gelişmeler...
  Filistin direnişi engelleri aşacaktır!
  Üçlü şer ittifakını dağıtmak bölge halklarının görevidir
  Direnişçi Castleblair işçileri DİSK Tekstil yöneticilerini yanıtlıyor!..
  Sarsan ve saflaştıran direniş!..
  Castleblair’de bugün olup bitenlerin ışığında ibretle okunsun!..
  Beybi’de sendikalaşma ve reformizmin gericiliği
  Direnişçi Castleblair işçilerine...
  Direnişçi Castleblair işçilerine...
  Daimler-Chrysler işçisi kölelik dayatmasına karşı mücadelede kararlı
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Kapitalizmde spor
  Semt gençliği ve kültürel dejenerasyon
  Mamak İşçi Kültür Evi ve Mamak İşçi-Gençlik Kültür Evi’nin yaz dönemi kampanyası...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Üçlü şer ittifakını dağıtmak
bölge halklarının görevidir

Üçlü şer ittifakı (ABD-İsrail-Türkiye) ülkelerinin basını son günlerde İsrail-Türkiye ilişkilerinde esen “soğuk” havayı tartışıyor. Emperyalist-siyonist gericiliğin sözcülüğünü yapan basın tekelleri, saldırgan ittifak güçleri arasında en ufak bir pürüz olmasını bile istemiyorlar. Bu yüzden Erdoğan’ın İsrail’le ilgili açıklamalarını abartarak gündemde tuttular. İsrail başbakan yardımcısına randevu vermemesini “cezalandırma” şeklinden yansıttılar.

Siyonist bakan: “Cezalandırılmadım”

Erdoğan’ın Şaron’un yardımcısı Ehud Olmert’e karşı aldığı tutum Arap ülkelerinde de etkili oldu. Arap basınından yansıyanlara bakılırsa, Erdoğan İsrail’e karşı ciddi bir tavır içinde. Yanılsamanın ürünü olan bu bakışa göre, Ankara Şaron ve çetesini Filistin konusunda “paylıyor”. Kuşkusuz AKP’nin dinsel gerici kimliğinin de bu yanılsamada etkisi var.

Erdoğan’ın yaptığı açıklamalarla Olmert’e karşı tutumu elbette siyonistleri rahatsız etti. Zira bu eli kanlı katiller hiçbir eleştiriye tahammül etmezler. Hele bu eleştiri yakın dostlarından geliyorsa. Buna rağmen Şaron’un yardımcısı “cezalandırıldığı” şeklindeki yorumlara katılmıyor. O cezalandırıldığını değil, onurlandırıldığını düşünüyor. Bu konuda sağlam gerekçeleri de var.

Başbakan randevu vermedi ama cumhurbaşkanı ile 20 dakika olarak planlanan görüşme 45 dakika sürdü. Çok sayıda bakanla görüştü. Dahası Dışişleri Bakanı Abdullah Gül siyonist bakanı kendi evinde ağırladı.

Olmert’in görüşmeleri siyasilerle de sınırlı olmadı. O aynı zamanda İsrail burjuvazisinin bir temsilcisi sıfatıyla geldi, ekonomik alanda da “verimli” görüşmelerde bulunduğunu açıkladı. Türkiye-İsrail karma ekonomik komisyonu toplantısının ardından mutabakat zaptı imzalandı. Sulama konularında işbirliğinin devam etmesi karar altına alınırken, GAP’taki İsrail projelerinin yaşama geçirilmesi konusunda da Olmert’e söz verildi. Yıl sonuna kadar iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2 milyar dolara ulaşması hedefleniyor.

Türk sermaye basını da kasap Şaron’un yardımcısına ekran ve sayfalarını sonuna kadar açtı. Bu sayede Olmert dilediğince siyonist propaganda yapma fırsatı buldu. Siyonist bakan bu toplantıları yaparken, İsrail ordusu Filistin’de yıkım ve katliamlarına aralıksız devam ediyordu.

Ne niyetleri var, ne de güçleri yeter

Dinsel gerici basının iddialarının aksine, Türkiye-İsrail ilişkilerinin niteliğinde herhangi bir değişiklik yoktur. AKP’nin bu ilişkilerin niteliğine müdahale edecek gücü olmadığı gibi, böyle bir niyeti de yoktur. Zira Erdoğan’ı başbakanlığa hazırlayanların başında siyonist lobi vardı. Nitekim, Türkiye ve İsrail medyası da dahil pek çok yayın organında, Erdoğan’ın eleştirilerinin, Türkiye kamuoyunun Filistin konusundaki hassasiyetinden kaynaklandığı dile getiriliyor.

Washington’un telkinleriyle İsrail’le ilişkileri geliştiren generaller ise baştan beri işi sağlama bağlamışlardı. Türkiye-İsrail “savunma işbirliği anlaşması” bizzat Amerikancı generaller tarafından imzalanmıştı. 1996 Şubatı’nda Genelkurmay ikinci başkanı Çevik Bir’le İsrail Savunma Bakanı arasında imzalanan anlaşma, “yüce meclis”in iradesi hakkında fikir veriyor. Yasalara göre böyle bir anlaşmayı Türk savunma bakanının imzalaması gerekiyordu. Oysa anlaşma imzalandığında Erbakan hükümetinin bu belgenin içeriğinden haberi bile yoktu.

Amerikancı Türk generalleri İsrail’le ilişkilere o derece önem veriyorlar ki, Necmettin Erbakan’ı bile gerektiğinde siyonistlerle masaya oturup anlaşmalara imza atmaya zorlamışlardır. Zamanın başbakanı Erbakan, TSK tarafından dört saat süreyle brifinge tabi tutulduktan sonra, F-4 savaş uçaklarının modernizasyonunun İsrail firmalarına verilmesi anlaşmasına imza atmıştır.

Yapılan anlaşmalar çerçevesinde gerçekleştirilen Türk-İsrail -bazen de ABD- askeri tatbikatları çoğunlukla kamuoyundan habersiz olup bitiyor. Ocak ‘98’de yapılan Türk-İsrail ortak tatbikatından hükümet bile haberdar edilmemişti. Doğu Akdeniz tatbikatı sürerken Türk dışişleri bu gelişmeyi yalanlamakla meşguldü. Geçen ay Konya’da yapılan tatbikat da kamuoyundan gizlenmiştir.

Görüldüğü gibi Türk-İsrail ilişkileri hükümetleri aşan bir nitelik taşıyor. Türkiye-İsrail ilişkilerine son vermek ve Ortadoğu halklarını hedef alan üçlü şer ittifakını dağıtmak, başta Türkiye olmak üzere tüm bölge halklarının önünde duran acil bir görevdir.



Amerikancı Gül işgal karşıtı direnişten rahatsız

Irak’a komşu ülkeler dışişleri bakanları Mısır’ın başkenti Kahire’de toplandı. Irak işgalinden önce Türkiye’nin önerisiyle başlayan toplantıların beşincisinde biraraya gelen bakanlar, daha çok “Irak’ın toprak bütünlüğü” meselesi üzerinde durdular. İnisiyatifin başını çekmekle övünen Abdullah Gül’ün gündeminde iki temel konu vardı. Biri Güney Kürdistan’da olası bir Kürt devletini engellemek, diğeri ise Irak’ta devam eden direniş.

Toplantıdan çıkacak sonuçtan bağımsız olarak, işbirlikçi rejimin önceliklerini dayatan Gül, öncelikle Kerkük sorununun çözülmesini istedi. Gül, Kerkük sorununun Irak’ta yeni anayasa sürecinde ele alınarak, bu çerçevede baştan bir çözüme bağlanması, konunun ileriki aşamalarda daha karmaşık hale gelmeden bir an önce çözülmesi gerektiğini belirtti.

Gül’ün derdi “Irak’ın toprak bütünlüğü” ile sınırlı değil. Onun asıl rahatsız olduğu ve “terörizm” diye tanımladığı işgal karşıtı direniştir. Gül, terörün Irak’ın güvenlik sorununa çok ciddi etkilerde bulunduğunu, bu sorunun üzerine eğilinmesi gerektiğini iddia etti. “Türkiye de dahil olmak üzere Irak’a komşu olan ülkelerin, Irak’ta yerleşik terörist unsurların faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını” da vurguladı.

Direnişi terör kategorisine koyan Amerikancı Gül, “yönetim devri” ile kurulan kukla hükümetle, zaman içinde seçimlerle birlikte ülkede huzur ve istikrarın iyice tesis edilmiş olacağını iddia ediyor.

Yani Gül’e göre ajan Allavi başkanlığındaki kukla hükümet, Irak halkının tepesine bomba yağdıran işgalcilere uşaklık ederek Irak’a huzur ve istikrarı getirecek. İşgale karşı direnenler ise ezilmesi gereken teröristlerdir. Tescilli bir Amerikan uşağının yapacağı değerlendirme de ancak bu kadar olur!