ABD: Sermayenin bilimle hesaplaşması
“Bilim, bilgi ve sanat, lüks değildir; onları reddetmek insanı hayvandan farksız kılar.”
Aristoteles
Kapitalist düzenin krizleri derinleştikçe egemen sınıflar, iktidarlarını korumak için başvurdukları baskı araçlarını çoğaltmakta ve daha açık biçimde toplumun ilerici dinamiklerine saldırmaktadır.
ABD’de Trump’ın ikinci başkanlık döneminde başlattığı “bilim karşıtı tasfiye dalgası”, tekelci kapitalizmin bu gericilik eğiliminin güncel bir yansımasıdır.
2025’in ilk aylarında başlayan ve federal kurumları, üniversiteleri ve araştırma merkezlerini hedef alan bu saldırı dalgası, yalnızca birkaç bin emekçinin işten çıkarılmasıyla sınırlı kalmadı. Aslında bu, kapitalist devlet yapısının ideolojik aygıtlarından biri olan bilimsel üretimin sermaye sınıfına hizmet etmediği alanlarda “gereksiz” ilan edilmesidir.
Sermayenin ideolojik tercihi
Elon Musk gibi sermaye sınıfının en küstah temsilcileri eliyle yürütülen bu sürecin sadece ekonomik değil, politik boyutları da var.
Trump yönetimi, ocak ayından buyana Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi-NASA’dan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi-NOAA’ya, Sağlık Bakanlığı’ndan Radyasyon Güvenliği Dairesi’ne kadar birçok kurumu hedef aldı, bu kurumlarda çalışan binlerce bilim insanı ve kamu emekçisini işten çıkardı. Bu durum, sadece teknokratik bir küçülme politikası değil bilginin, kamu hizmetinin ve bilimsel aklın tasfiyesidir aynı zamanda. Çünkü sermaye, kriz dönemlerinde kâr getirmeyen hiçbir kuruma tahammül etmez. Bilimsel faaliyet, eğer doğrudan piyasa mekanizmalarına hizmet etmiyorsa, kapitalistler açısından “gereksiz maliyetler” kategorisine alınır.
ABD, bir yandan silah sanayine her yıl 900 milyar dolar ayırırken, yoksul çocuklara aşı sağlayan iki milyar dolarlık bir sağlık programını iptal edebiliyor. Bu tercih, sadece bir bütçe kaydırması değil, hangi sınıfın yaşamının “değerli”, hangisinin “değersiz” olduğuna dair ideolojik bir tercih ve beyanattır. Bu tercih, emekçi sınıfların yaşamını hiçe sayan vahşi kapitalist tahakkümün ilanıdır. Sağlık Bakanlığı’nda çalışanların dörtte biri kapı önüne konurken, bu alanda dış kaynaklara ayrılan bütçelerde de %35 oranında kesintiye gidildi. Bu kesintiler, sadece temizlik ve bilgisayar hizmetlerini değil, tıbbi araştırmalar için yapılması gereken alımları da kapsıyor. Kamusal hizmetler alanındaki bu çöküş, neoliberal restorasyonun geldiği son noktayı gösteriyor. Emekçi halkın sağlığı, eğitimi ve güvenliği artı-değer üretmediği için korunmaya değer bulunmamaktadır. Kapitalizmin bu çağında, artık yalnızca üretmeyen değil, üretse dahi artı-değeri doğrudan artırmayan her faaliyet sermayeye göre “gereksiz”dir.
NOAA bünyesindeki hava durumu servisinde yaşanan personel kısıtlaması nedeniyle, hava balonlarıyla gerçekleştirilen radyosonde (atmosferde yapılan meteorolojik araştırmalar) yükselişleri iptal edildi. Bu, halk sağlığının ve güvenliğinin bile piyasa öncelikleri uğruna feda edilmesi anlamına geliyor. Bilimsel verinin doğruluğu azaldıkça, hava olaylarının öngörülebilirliği de ortadan kalkmakta ve doğal felaketlere karşı hazırlıksız kalınmaktadır.
Bilim kamunun değil, sermayenin emrinde olacak
Trump yönetimi yalnızca kamusal bilim kurumlarını tahrip etmekle yetinmemekte, özelleştirme politikalarıyla bu kurumları doğrudan sermayeye devretmeyi de planlamaktadır. Hava durumu servisinin özelleştirilmesi fikri, bilimsel bilgiye erişimi de sınıfsal ayrıcalıklara bağlı olduğu gerçeğinin bir kez daha teyit edilmesidir. Bu saldırı, uluslararası bilimsel iş birliklerini engelleme, laboratuvar ve araştırma bütçelerini kesme ve doktora öğrenci alımlarını durdurma gibi kararlarla eş güdümlü yürütülecektir.
Trump yönetimi şu ana kadar bu yönelime karşı yapılan protestolara kayıtsız kalmakla yetinmemiş, yer yer saldırmıştır da. Çünkü bu yönetim, sermaye sınıfının doğrudan temsilcisidir ve bilimin de üniversitenin de ancak piyasaya entegre olduğu sürece yaşamasına izin vermektedir. Üniversitelerin ve araştırmacıların federal fonlardan bağımsızlaşması ise, sermaye düzeni altında bir ütopyadır. Zira hiçbir akademik yapı, bu denli ticarileşmiş bir düzende piyasa dışı bir üretimi sürdürebilecek maddi temellere sahip değildir.
Bu koşullarda bilim emekçilerinin yanısıra tüm emekçi sınıflara düşen görev, yalnızca iş güvencesi için değil, bilginin, halkın hizmetinde kalması için de mücadele etmektir. Herbert Marcuse’nin dediği gibi, “Gerçek özgürlük, yalnızca kolektif aklın zincirlerinden kurtulduğu anda mümkündür.”
Bilim, sermayeye değil, emekçi halkın ihtiyaçlarına yanıt verdiği ölçüde özgürleşecektir.
İspanya ve Portekiz’de elektrik sistemi çöktü
İspanya’nın elektrik sistemi 28 Nisan’da aniden çöktü. Kentlerde metro ulaşımı durdu, trafik ışıkları devre dışı kaldı, internet ve mobil iletişim hizmetleri kesildi, hastanelerin elektrik ihtiyacı jeneratörlerle karşılandı. Etkinlikler iptal edilirken okullar tatil edildi. Havaalanlarında kaos yaşandı, başkent Madrid dahil birçok kentte olağanüstü hal ilan edildi. Şehirlerde yaşam fiilen felç oldu. İspanya’da yaşanan sorundan Portekiz geniş bir şekilde, Fransa ise kısmen etkilendi.
Elektrik sisteminin çömesi, hükümetleri de gafil avladı. Sorunun kaynağını açıklamayan ya da açıklamaktan kaçınan hükümetler, farklı ihtimaller üzerinde dururken, sabotaj olasılığını reddettiler. Kimi olayı atmosferdeki faktörlere bağladı, kimi çok yüklenmeden kaynaklandığını iddia etti. Resmi açıklamaların dışında ise sorunun neo-liberal politikalar bağlamında elektrik üretim, dağıtım, bakım işlerinin özelleştirilmesinden kaynaklı sorunlara dikkat çekildi. Elbette sabotaj olasılığının göz ardı edilemeyeceğini savunanlar da var. Esas nedenin ne olduğu ise halen açıklanmış değil. Sistem çöktüğünde yapılan resmi açıklamalarda, elektrik kesintisinin birkaç saat içinde giderileceği öne sürüldü. Oysa ancak 29 Nisan’da yeniden elektrik verilebildi.
Olayın teknik boyutu ile ilgili yapılan açıklamalar, kesin bilgi içermekten uzaktı. Daha çok olasılıklar üzerine kurgulanan açıklamalarla yetinildi. Sorunun kaynağından bağımsız olarak, bu kadar uzun süreli bir kesinti, sistemde ciddi aksamalar olduğunu ortaya çıkardı. Atmosferdeki birtakım hareketlerin olduğu gibi çok yüklenmenin de teknik arıza yaratmış olması ihtimal dahilindedir. Ancak kesintinin çöküş noktasına varmasının neo liberal özelleştirme politikalarıyla doğrudan bağlantılı olduğundan kuşku duymak için sebep yok. Zira karı esas alan kapitalist şirketlerin yeterince bakım, altyapı yenilemesi, teknik donanım gibi kritik alanlarda gerekenleri yapmaları beklenemez. Bütün işlerin bir maliyeti var. Dolayısıyla yeterince sıkı denetlenmeyen şirketlerin bu işi hakkıyla yapmıyor. Türkiye’de elektrik iletim hatlarının bakımının yapılmamasından dolayı yaşanan sorunlar ve meydana gelen yangınlar her yaz gündeme geliyor.
Erken ya da geç, sistemin neden çöktüğü bir şekilde ortaya çıkacak. Sorunun kaynağı ne olursa olsun, kesintilerin yaygınlığı, uzunluğu ve yarattığı sonuçların, neo liberal politikalarla doğrudan bağı olduğu görülecektir. Vahşi kapitalizmin adı olan serbest piyasa ekonomisi ve neo liberalizm yaşamın pek çok alanında olduğu gibi enerji güvenliği açısından da sorunlar yarattı. Avrupa gibi kuralların nispeten uygulandığı bir bölgede bile elektrik sisteminin çökmesi, benzer sorunların başka ülkelerde de yaşanabileceğine işaret ediyor.
Sermaye sahibi bir azınlık ile tekelci şirketlerin çıkarlarına göre işleyen kapitalist sistemle insan soyunun yola devam etmesi mümkün değil. Hegemonya savaşları, silahlanma, militarizm, faşizm, küresel ısınma, ekonomik-siyasal kriz yaratan kapitalist sistem, listeye enerji krizini de ekleyerek, felaketler yaratma konusundaki maharetini göstermiş, insan soyunun önünde aşılması gereken bir engel olduğunu birkez daha hatırlatmıştır.
|