İçindekiler:

25 Haziran 2022
Sayı: KB 2022/23

İşçi direnişleri ve sınıf hareketi
TÜSİAD ve AKP dalaşı
Yeni bir "açılım" sahtekarlığı mı?
AKP'nin Kürt sorunundaki "çözümsüzlüğü"
"Sansür Yasası"
Sermaye yargısı iş başında!
Pressan'da TM'ye yetki verildi
Kılıçlar'da asbest tehlikesi
Sınıf hareketinin dünü, bugünü ve imkanları
NATO, "yıllarca sürebilecek" bir savaş bekliyor
Kolombiya'da solun zaferi!
Zenginler göç yollarında
Uluslararası Ekonomi Formu
Almanya'da metalde TİS süreci başladı
BRİCS Zirvesi
Çorum Katliamı 42. yılında...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Çorum Katliamı 42. yılında...

Katliamcı devletten hesap sormak için örgütlü mücadeleye!

 

Türk sermaye devleti kuruluşundan bu yana ezilen halklara ve mezheplere, ilerici ve devrimcilere yönelik kanlı katliamlar gerçekleştirdi. Hamurunun mayası kanla yoğrulan sermaye devleti Karadeniz sularında 15 komünisti, Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta ve Kürt illerinde besleyip büyüttüğü gerici-faşist çeteler eliyle yüzlerce Alevi ve Kürt emekçiyi katletti.

1921’de Karadeniz sularında Suphiler’in katliamı ile başlayan süreç, 1938 Dersim katliamıyla Alevi ve Kürt emekçilerine yönelik kanlı katliam saldırılarıyla devam etti ve yıllar geçtikçe daha da şiddetlendi. Sermaye devleti toplumsal mücadelenin boy verdiği dönemleri kanlı katliamlar ile bastırmaya çalıştı. 1960’lı yılların başlarında üniversite öğrencisi iki genç devrimci katledildi. Kaveller’den 15-16 Haziran Direnişi’ne kadar gerçekleşen işçi direnişlerinde birçok işçi katledildi. 1968 yılıyla birlikte mücadeleye atılan devrimci gençlik üniversitelerde, sokaklarda katledildi. 12 Mart 1971 darbesiyle devrimcilere yönelik sürek avları başlatıldı, devrimci önderler bu dönem tutuklandı. Devrim davasını bitirme arzusuyla devrimci önderler darağacında, Kızıldere’de ve Diyarbakır zindanında katledildi. Devrimci önderleri katleden ve binlerce devrimciyi tutsak eden sermaye devleti yükselen sosyal-siyasal mücadeleyi de dizginleyemedi. 1974 yılıyla birlikte kitlelerin mücadelesi yükselişe geçti. Yükselen mücadelenin karşısında sermaye devleti büyütüp beslediği faşist güçleri kullandı. Devrimcilerin sokak ortasında katledilmesini, Alevi emekçilerin 1978 yılında Malatya’da ve Maraş’ta katledilmeleri takip etti.

27 Mayıs 1980 günü MHP’li Gün Sazak’ın öldürülmesinin ardından faşist çeteler, devrimcilere ve Alevi emekçilere yönelik 28 Mayıs 1980 günü Çorum’da faşist saldırıları hayata geçirdi. 28 Mayıs 1980’tan 3 Temmuz 1980 gününe kadar Çorum’da Alevilerin oturduğu evler, çalıştığı işyerleri yakıldı-yıkıldı. Faşist çetelerin saldırılarına karşı Alevi emekçiler Milönü’nde kurdukları barikatlar ile kendilerini savunmaya çalışır. Faşist çetelerin saldırısının ardından Çorum Valisi Rafet Üçelli sokağa çıkma yasağı ilan ederek barikatların kaldırılmasını istedi. Valinin sokağa çıkma yasağı ilan etmesi ve barikatların kaldırılmasını talep etmesi faşist çetelerle-devlet makamlarının iç içe ve iş birliği içinde olduğunu bütün bir açıklığı ile gözler önüne sermiştir. Bir ayı aşkın süren katliam saldırısında 57 emekçi katledilirken, yüzlerce emekçi ise yaralanır.

28 Mayıs’ta başlayan ve 4 Temmuz tarihine dek süren Çorum Katliamı, 12 Eylül 1980 askeri-faşist cuntası dönemine gidişte sermaye devletinin yolunu düzleyen sayısız katliamdan sadece biridir.

Aradan yıllar geçse de sermaye devletinin katliamcı rolü ve işlevi değişim göstermiyor. Sermaye devleti gün geçtikçe Alevi ve Kürt emekçilere yönelik saldırılarına hız kazandırıyor. Kürt halkına yönelik içerde baskıyı, faşist provokasyon saldırılarını tırmandırmakta, ülke dışında ise sınır ötesi “operasyonlarını” devreye sokarak kanlı katliamlar gerçekleştirmeye devam ediyor. Alevi emekçilerin yaşadığı bölgeler ve binalar işaretlenmeye devam ettirilerek mezhepçi provokasyon saldırılarının önünü açılmak isteniyor. Devrimciler sokak ortasında gözaltına alınıp, işkenceye maruz kalıyor. Yükselen mücadele yine kan, katliam ve zulüm politikasıyla bastırılmaya çalışılıyor.

Sermaye devletinin tarihi kanlı katliamlar tarihidir. Biz işçi ve emekçilerin tarihi ise direnişlerin tarihidir. Tarihimizden aldığımız güç ile mayası kanla yoğrulan bu kapitalist barbarlık sistemine ve katliamcı sermaye devletine karşı örgütlü mücadele yükseltmeliyiz.

Çorum Katliamı’nın 42. yılında katledilenleri saygıyla anıyoruz. Katliamcı sermaye devletinden hesap sormak için işçi ve emekçileri örgütlü mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.

Çorum katliamını unutmadık, unutturmayacağız!

K. Sönmez

 

 

 

Gelecek optiklere sığmaz!

 

Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) gerçekleşti. “Gelecek kapısı” olarak lanse edilen YKS’nin ücreti geçen yıl her oturum için 90 TL iken, bu yıl her oturum için 115 TL olarak açıklandı. ÖSYM kurumu bu yıl da sınavlar üzerinden milyonlarca TL kâr elde etti. YKS’ye 3 milyon 243 bin 425 kişi başvurdu. Bu sayı ÖSYM sınavları tarihinde bir rekor olarak açıklandı. Sınavın ardından binlerce genç sınav sisteminin çarpıklığına ilişkin sosyal medyada görüşlerini açıkladı. Sınav süresinin yetersizliğine, müfredattaki birçok konunun sorulmamasına, sınav salonuna 1 dakika geç kalındığı ya da piercing taktığı için sınava alınmama gibi her yıl yaşanan birçok mağduriyete karşı çeşitli tepkiler yükseldi.

Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na başvuranların çoğunluğunu lise eğitimini yeni tamamlamış gençler oluşturdu. Ancak bu yıl ortaöğretim sürecini tamamlamış gençlerin eğitim hayatlarında pandemiden kaynaklı en az 1,5 yıl kayıp bulunuyor. Tüm bu süre boyunca eğitimdeki kayıp zamanın telafi edilebilmesi için hiçbir adım atılmadı. Dahası pandemi ile birlikte daha yalın bir şekilde görülen eğitimin daha da niteliksiz, anti-bilimsel ve eşitsiz hale getirildiği gerçeğidir. Milyonlarca öğrenci zaten baştan aşağı çürümüş olan bir eğitim sisteminin sınavına tabii tutulmaktadır.

Bu düzende eğitim sistemi fırsat eşitsizlikleri üzerine kuruludur. Özel okullarda ve özel derslerle eğitim gören bir genç ile hem okuyup hem çalışmak zorunda bırakılan ve devlet okullarında niteliksiz eğitimi gören bir genç aynı sınavda sınanmaktadır. Bu sınav elbette ki eşit koşullarda yapılmamaktadır.

Sınav sistemi yanlış ve elemeci bir uygulamadır. Yıllara yayılan ders konularının 3 saatlik bir sınav maratonuna sıkıştırılması ciddi bir sorundur. “Geleceğin” dört şıkka sığdırılmak istenmesi ise bir başka sorundur. Kişinin yeteneklerini, özlemlerini ve emeğini esas almayan sınav sistemi başlı başına bir sorundur.

Tüm bunların yanı sıra “gelecek kapısı” olarak lanse edilen sınavla geçiş yapılan yükseköğrenim kurumlarının niteliği ve yaratılan diplomalı işsizler ordusu da büyük bir sosyal sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu yıl geç kaldığı için sınava alınmayan bir gencin “üniversite benim için vakit kaybı, iş kuracağım” biçimindeki açıklaması sistemin ne denli çürüdüğünün ve iflas ettiğinin en açık ifadesidir. Üniversiteden mezun olduktan sonra iş bulamayan ya da kendi alanında çalışamayan milyonlarca diplomalı işsiz varken, işyerlerinde yoksulluk hatta açlık sınırının altında çalıştırılan ve emeğinin hakkını alamayan milyonlarca işçi ve emekçi varken, gençlerin genel bir kanı olarak böyle düşünmeleri anlaşılır bir durumdur.

Gençliğin en büyük kaygısı geleceksizliktir! Gençliğin geleceği optik kağıtlara sığmaz!