İçindekiler:

27 Mart 2022
Sayı: KB 2022/12

TKİP'nin 1 Mayıs çağrısı!
Tarihsel ve sınıfsal özüne uygun 1 Mayıs
MİB: 1 Mayıs'a
Emperyalistlere uşak, emekçilere düşman
Yeni kara delik Çanakkale Köprüsü
İstanbul'da coşkulu Newroz!
İllerde Newroz coşkusu
Ukrayna savaşı ve işçi sınıfı
AB'nin "Stratejik Pusula"sı
Ulusal sorun ve toplumsal devrim / 2
Dersim GKB'den Veli Gültekin
Kızıldere Direnişi yarım asırdır sürüyor!
NATO ABD'nin savaş politikasını onayladı
Zelenski'nin "dizi filmi"
Savaş Rheinmetall'ın kasasını dolduruyor
Onuncu Küresel İklim Grevi
Dünya işçi-emekçi eylemlerinden...
2022 Dünya Su Raporu
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kızıldere Direnişi yarım asırdır sürüyor!

 

30 Mart 1972 Kızıldere Direnişi’nin 50. yılındayız. Yarım asırdır belleğimizden silinmeyen, Türkiye Devrimci Hareketi’nin en büyük direniş manifestolarından biridir Kızıldere Direnişi. Devrim davasına adanmışlığın, militanlığın, siper yoldaşlığının ve tereddütsüzce ölümü göğüslemenin adıdır Kızıldere. 68 devrimci kuşağının nice yiğit devrimcisi, devrimci hareketin önderleri 12 Mart 1971 askeri faşist darbesinden sonra, faşist cuntacılar tarafından katledildiler.

Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da belirttikleri gibi, “Şimdiye kadar ki bütün toplumların tarihi sınıf savaşımlarının tarihidir.” Her biri “vazgeçilmez birer cihan parçası” olan o genç insanlar, insanlık tarihinin baskıya ve sömürüye karşı direnişinin o yıllardaki (60’lar-70’ler) taşıyıcılarıdır. İşkence görmüş, zindanlara atılmış, katledilmiş, birçok bedel ödemişlerdir. Ancak bıraktıkları devrimci miras yarım asır sonra bile yaşamaktadır. Yarım asır geçmesine rağmen işçi ve emekçilerin, yoksul halkların, gençlerin ve hatta çocukların dillerindedir isimleri. Kuşkusuz bu yalnızca bir “hatırlanış” değil, onların yaşamlarını tereddütsüzce ortaya koydukları devrime, sömürüsüz, sınıfsız ve eşit bir dünyaya duyulan özlemdir aynı zamanda. Bu toprakların sömürü altında yaşamları çekilmez hale getirilen, baskıya ve zulme uğrayan halklarının, işçi ve emekçilerinin, gençlerinin, çocuklarının “yarınlara” duyduğu özlemin adıdır onlar. Bu yüzdendir ki 50 yıldır doğan kuşakların adı Deniz’dir, Mahir’dir, İbrahim’dir; Ulaş ve daha nicesidir…

***

1960’lı yıllar dünya çapında toplumsal hareketin yükselişe geçtiği yıllardır. Küba devrimi yaşanıyor, Vietnam Savaşı ve Latin Amerika halklarının sömürgeciliğe ve ABD emperyalizmine karşı başkaldırısı sürüyor, Avrupa’nın dört bir yanında gençlik hareketi yükseliyordu.

60’lı yılların ikinci yarısında, dünyayı saran devrimci yükseliş Türkiye’de de etkisini göstermiştir. Topraksız köylülerin işgalleri, işçi ve emekçilerin fiili fabrika grev ve işgalleri yaşanıyor, büyük işçi mitingleri gerçekleştiriliyordu. Bütün bunlarla birlikte gençlik hareketi önce TİP’in etkisindeki FKF’de sonra ise yerini bıraktığı Dev-Genç çatısı altında hızla militan ve devrimci bir niteliğe bürünüyordu. Bu dönemde Türkiye sol hareketi TİP şahsında parlamentarist-reformist, MDD-Yön hareketi şahsında ise orducu-darbeci bir çizgi izliyordu. 60 yılların sonunda devrimci yükseliş artık düzen sınırlarına ve düzen içi örgütlere, yani TİP reformizmi ve parlamentarizmine, MDD darbeciliğine sığmaz olmuştu. 71 Devrimci kopuşu ile birlikte kurulu düzenin cepheden bir reddi yaşanıyordu. Dev-Genç’in bağrından devrimci örgütler çıktı. Dönemin devrimci gençlik önderleri Deniz Gezmiş ve yoldaşları THKO’yu, Mahir Çayan ve yoldaşları THKP-C’yi ve İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları TKP-ML’yi kurdular.

“‘71’den kalıcı olan devrim yapmak iradesiydi ve bu çok önemliydi. Kurulu düzeni yıkmak üzere devlete başkaldırmak, bu yeni bir durum, yeni bir tutumdu. Devrimciliği de temelde buradan geliyordu. İdeolojik konumu tartışmalıydı, ama bu yönelimiydi asıl kalıcı olan. Devlete başkaldıran bu genç insanlar, bunu bir devrim anlayışına dayandırıyorlardı. Sonuçta kendilerince bir devrim teorileri vardı ve bu kendince özgün öğeler de içeriyordu. Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın yazıları buna tanıklık etmektedir. Ortaya konulan çizgi elbette tartışmalıydı, ama bu yeni dönemde hızla aşıldı. Onlarda kalıcı olan devrim yapmak arzusu, iradesi ve yönelimi oldu. Aradan neredeyse bir yarım yüzyıl geçtiği halde unutulmamalarının ve unutturulamamalarının gerisinde bu var. Öncü savaş yürüttükleri için değil, fakat kendilerini bir davaya adayıp kurulu düzenin karşısına devrimci olarak çıktıkları için kalıcı olabildiler. ‘71 devrimciler kuşağının tarihimizde buradan gelen çok ayrı bir önemi var.” (Teslim Demir’in anısına… / 1 - ‘60’lı yıllar: Devrimci örgüt ve önderlik boşluğu, H. Fırat)

Amerikan emperyalizmine göbekten bağlı olan Türk sermaye devleti, 71 devrimci çıkışına 12 Mart 1971’de askeri faşist bir darbe ile karşılık verdi. Binlerce devrimci tutuklandı, işkence gördü, onlarcası katledildi. Askeri faşist darbenin ilk hedefi devrimci hareketin önderlerini yok etmek, devrimci hareketi kırımdan geçirmek ve sindirmekti. Faşist cunta bu amaçla tutukladığı THKO önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında idam kararı verdi.

Aynı dönemde Mahir Çayan da Maltepe Askeri Cezaevi’nde tutsaktı. 30 Kasım 1971’de gerçekleştirdiği özgürlük eylemi ile dışarıya çıktı. Hedefleri 3 yiğit devrimcinin idamını durdurabilmekti. THKP-C’li yoldaşları ve THKO’dan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte ortak bir eylem gerçekleştirme kararı aldılar. Öncelikle Ünye’de bulunan NATO üssüne giderek, burada çalışan Amerikalı teknikerleri kaçırdılar. Ardından ise Tokat’ın Niksar ilçesindeki Kızıldere Köyü’ne gittiler. 30 Mart 1972’de bir hainin ihbarı ile kaldıkları ev askerler tarafından kuşatıldı. Saatlerce süren çatışmada NATO ordusuna, helikopterlere, ağır silahlara ve bombalara karşı on yiğit devrimci büyük bir direniş gösterdiler.

Teslim ol çağrılarına Mahir ve yoldaşlarının cevapları netti: “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!” Nitekim bu on yiğit devrimci tereddütsüzce dövüşerek ölümsüzleştiler. Devrimci direngenliğin, siper yoldaşlığının, devrimci dayanışmanın ne anlama geldiğini, eşine az rastlanır bir şekilde, yaşamlarını ortaya koyarak gösterdiler. Yalnızca 1 ay sonra, 6 Mayıs 1972 sabahı ise Deniz, Hüseyin ve Yusuf Ulucanlar zindanında kendileri için kurulan idam sehpalarına tereddütsüzce yürüyüp, “en önce göğüslediler ipi.”

Zaman devrime akıyor!

Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna, Saffet Alp… Bu on yiğit devrimcinin Kızıldere’de yükselttiği bayrak bugün bu topraklardaki komünistlerin ellerindedir. “Devrimci teori, devrimci örgüt ve devrimci sınıf bütünlüğünü bünyesinde toplayan ve buna uygun bir pratik çaba içinde olan komünistler, bu özellikleriyle devrimci mirasın ve değerlerin savunulmasının, daha ileriden yaşatılmasının bugünkü güvencesi, ‘71 devrimci mirasının da gerçek temsilcisidirler.” (50. yılında 12 Mart darbesi ve ‘71 devrimci hareketi, A. Engin Yılmaz)

Emperyalist savaş ve saldırganlığın, kapitalist sömürünün dizginlerinden boşaldığı, yaşamlarımızı çekilmez hale getirdiği bir dönemden geçiyoruz. Krizler, savaşlar ve bunalımların kaynağında yatan emperyalist-kapitalist sistemdir ve yüzüne taktığı maske düşmüştür. Kapitalist sistem düzenin bütün aygıtlarını seferber ederek sömürüyü, baskı ve zorbalığı derinleştiriyor. Bunun karşısında etkili olacak tek güç ise devrimci bir sınıf hareketidir. Yani düzenin sınırlarını aşan, siyasal iktidarı hedefleyen, birleşik, kitlesel, militan bir işçi sınıfı hareketidir. Bir zamanların devrimci hareketlerinin birer birer reformizmin ve düzenin bataklığına saplandığı günümüzde Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin bıraktığı devrimci mirasın sürdürücüleri bu uğurda kesintisiz olarak çalışan işçi sınıfının komünist partisidir. 71 Devrimci kopuşunun bıraktığı mirasın gerçek sürdürücüsü olan komünistler, Denizlerden, Mahirlerden ve İbrahimlerden devraldıkları bayrağı “Kızıldere mazi değil, savaş çağrısıdır!” diyerek, 1987’den bugüne otuz beş yıldır yukarıda tutmuş ve daha ileriye taşımıştır.

On’ların amacı “eşit, sömürüsüz ve sınıfsız” bir dünya idi. Tüm işçi ve emekçileri, gençleri, kadınları bu “çaba” için mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz!

S. Dede