İçindekiler:

27 Mart 2022
Sayı: KB 2022/12

TKİP'nin 1 Mayıs çağrısı!
Tarihsel ve sınıfsal özüne uygun 1 Mayıs
MİB: 1 Mayıs'a
Emperyalistlere uşak, emekçilere düşman
Yeni kara delik Çanakkale Köprüsü
İstanbul'da coşkulu Newroz!
İllerde Newroz coşkusu
Ukrayna savaşı ve işçi sınıfı
AB'nin "Stratejik Pusula"sı
Ulusal sorun ve toplumsal devrim / 2
Dersim GKB'den Veli Gültekin
Kızıldere Direnişi yarım asırdır sürüyor!
NATO ABD'nin savaş politikasını onayladı
Zelenski'nin "dizi filmi"
Savaş Rheinmetall'ın kasasını dolduruyor
Onuncu Küresel İklim Grevi
Dünya işçi-emekçi eylemlerinden...
2022 Dünya Su Raporu
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

AKP-MHP rejimi: Emperyalistlere uşak, emekçilere düşman

E. Bahri

 

Belçika’nın Başkenti Brüksel’de düzenlenen “NATO Olağanüstü Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi”ne katılan AKP şefi Tayyip Erdoğan, emperyalist ülkelerin hükümet ve devlet başkanlarıyla yeniden görüşme yapma imkanı buldu. Batılı emperyalistler nezdinde yerlerde sürünen imajını, Ukrayna savaşı bağlamındaki gelişmeler sayesinde kısmen ‘düzeltmiş’ görünüyor. Bu ‘düzelme’ Erdoğan’ın kıymete binmesinden kaynaklanmıyor elbette. Bunu NATO’ya sunduğu hizmetlerden dolayı kendisine verilen ‘ödül’ saymak gerek. Zira savaş aygıtının saldırganlığı artınca Türkiye’nin aygıta sunduğu hizmetlere dikkat çekilmesi ve bunun ‘övgülere’ vesile olması adettendir. Zirve öncesinde Ankara’ya yapılan ziyaretlerde bunun ilk işaretleri verilmişti.

‘İki tarafı idare etme’ politikası uygulasa da Türkiye’nin NATO için taşıdığı önemi bir kez daha hatırlatan Erdoğan, emperyalist efendilerine yaptığı büyük hizmetleri Brüksel’de dile getirme imkanı bulmaktan memnun görünüyordu. ABD Başkanı Joe Biden’la görüşme hevesi kursağında kaldığı için hayal kırıklığı yaşasa da diğer emperyalist şefler tarafından muhatap alınmak, AKP şefinin az buçuk kıymete bindiği izlenimi yarattı.

Ukrayna savaşının NATO’yu öne çıkarmasından en çok memnun olan kişi AKP şefidir. Yaklaşık iki yıl önce Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” açıklaması yaptığında ‘küplere binen’ tek kişi Tayyip Erdoğan’dı. Macron’a ‘haddini bildirerek’ emperyalist savaş atına toz kondurmadığını dünya aleme göstermişti.

AKP şefinin üstüne titrediği NATO neler yapıyor? Ülkeleri işgal ediyor, yakıp yıkıyor, toplu katliamlar gerçekleştiriyor, silahlanma yarışını körüklüyor, militarizmi yaygınlaştırıyor vb… Tüm bu barbarca icraatlar NATO’nun ABD emperyalizminin hegemonya aygıtı olmasıyla bağlantılıdır. İşte AKP şefi bu aygıta toz kondurmuyor. Bundan dolayı NATO’ya laf etti diye Macron’a etmedik hakaret bırakmamıştı. Zira eski Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya ve daha birçok ülkede barbar yüzünü gösteren NATO’ya hizmet, AKP şefinin medarı-iftiharıdır. Brüksel dönüşünde yaptığı açıklamalarda, bir kez daha bu utanç verici tutumunu sergiledi.

Brüksel’den dönüş yolunda uçağına aldığı saray beslemesi ‘gazeteci’ kılıklı yandaşlara açıklamalarda bulunan Erdoğan, emperyalist savaş aygıtına atfettiği önem ve Türkiye’nin aygıta yaptığı hizmetler konusunda şunları söylüyor:

 “Avrupa güvenliğinin temel taşı, temel yapısı NATO’dur. Bunu çok açık, net olarak görmüş bulunuyoruz. İkincisi, Türkiye bölgesel güvenliğin temini için vazgeçilmez bir müttefiktir. Gerek ikili görüşmeler gerekse zirve toplantısı esnasında liderlerin birçoğu bunu dile getirdiler. 70 yıllık üyeliğimizde NATO’ya en kapsamlı katkıları veren Türkiye, müttefiklerden farklı olarak bunu her yönüyle karada, denizde, havada, siyasi etkinliklerinde ortaya koyan bir ülke oldu.”

Mafyatik AKP-MHP rejiminin başı 70 yıla yayılan bir hizmet ve suç ortaklığı tarihinden söz ediyor. Pek adeti değil ama bu defa gerçeği dile getiriyor. NATO’ya hizmet AKP’yi de şefini de aşıyor kuşkusuz. Buna rağmen kendine büyük bir pay çıkarma hakkı var Erdoğan’ın. Zira bu suç ortaklığının son 20 yılında hizmeti bizzat sağlayan kişidir. Bu sürede NATO’nun halklara karşı işlediği savaş suçları önceki yıllardan da fazladır. Bu suçların tümüne sermayenin temsilcisi ve emperyalizmin hizmetkarı sıfatıyla AKP iktidarı ortak olmuştur. Önceleri zımni, yedi yıldan beri ise fiilen koalisyon kurduğu MHP ise, NATO’culukta AKP’den de eskidir. Sermayenin bu iki partisinin yakınlığı sadece ideolojik-politik yönden değil, ABD imalatı olmalarından da kaynaklanıyor. Bu bakımdan ortak bir tarihe sahipler. Yani bu partilerin “yerli ve milli” diye yutturmaya çalıştıkları dinci-faşist rejimlerinin kıblesi her zaman NATO’dur.

***

Washington’daki efendilerine hizmet etmeye bu kadar hevesli olan, Beyaz Saray’ın saldırganlık ve savaş politikalarıyla suç ortaklığı yapan bu rejim, iç politikaya gelince, toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilere karşı bir o kadar pervasızdır. Genelde sermayenin özelde saraya yakın duran şirketlerin çıkarları için özel olarak çaba harcayan faşist rejim, izlediği politikanın sonucu olarak on milyonlarca emekçiyi sefalete mahkum etmiştir. Emperyalistlere yaranmak için taklalar atan, dış politikada 180 derece dönüşler yapan, dün düşman ilan ettiği Körfez WWWşeyhleri ile siyonist İsrail’in ayaklarına kapanan bu rejim, son yıllarda beka sorunu yaşadığı için ömrünü uzatmaya yarayacak her şeyi yapıyor. İçeride toplumun desteğini yitirdiği için emperyalist-siyonist güçler yaranmak için akla-karayı seçiyor. Rejimin başı, Tele Aviv’e gidiş bileti alabilmek için tüm imkanlarını kullanıyor.

Her konuda dönüşler yapan, bazen göstermelik bazen çıkar çatışmalarından dolayı dış politikada ‘kabadayılık’ taslayan ama U dönüşleriyle işlerini 20 yıldır sürdüren rejimin ‘en tutarlı’ olduğu alan, işçi ve emekçilere düşmanlıkta sınır tanımamasıdır. İşbaşına getirildiği günden bu yana tam bir kararlılık ve tutarlılıkla bu politikasını sürdürüyor. AKP-MHP rejiminin bu politikasının sonuçlarını grevleri yasaklarken de, hak arayan işçilerin üzerine polisi saldırtırken de, asgari ücreti açlık sınırının atlında bırakırken de, tarım emekçilerinin derelerini yağmalarken de, ormanları yakarken de, zeytinlikleri sökerken de, sahilleri talan ederken de görmek mümkün. Pandemi sürecinde işçilerin ölümü pahasına “Çarklar dönmeye devam edecek” diye vaazlar veren Tayyip Erdoğan, emekçilere düşmanlıkta birçok burjuva siyasetçiden çok daha pervasız olduğunu göstermişti. Yabancı sermayeye çağrı yaparken “İstediğiniz her imkanı sağlamaya hazırız, işçilere de grev yaptırtmıyoruz, Türkiye’den daha uygun bir yer bulamazsınız” laflarını yüzü kızarmadan defalarca tekrarladı.

Politik-askeri alanda emperyalistlere hizmet eden, mali-ticari alanda ise yerli ve yabancı sermayenin kârlarını arttırması için hiçbir pervasızlıktan kaçınmayan saray rejimi, buna rağmen “yerli ve milli” söylemiyle emekçileri aldatmaya, onları din istismarı ve şoven ırkçılıkla zehirleyerek hak arama mücadelesinden uzakta tatmaya çalıştı. Kaba sömürüye dayalı çarkların dönmesi hedefiyle işçileri “hak aramaktan aciz kullar” durumuna düşürmek için özellikle din istismarını fütursuzca kullandı. Zira en büyük korkusu işçi sınıfı hareketinin gelişip-güçlenmesidir.

***

İktidarın bu kadar gözü dönmüş politikalar izlemesi tam korktuğu şeyin, yani işçi sınıfı hareketiyle toplumsal muhalefetin henüz gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor. Herhangi bir ahlaki, insani, hukuki, siyasi kural ya da değer tanımadığı için, icraatlarını sürdürmekte sakınca görmüyor. Düzen partilerinin yaptığı muhalefeti ise, zaten ciddiye almıyor. Zira diğer burjuva partiler de sistemin bekasını gözetiyor ve bundan dolayı temel toplumsal sorunlara mümkün olduğu kadar az değiniyorlar.

Rejim toplumsal meşruiyetini çoktan yitirdi. Seçmen desteği de hiç olmadığı kadar düşmüş, erimeye de devam ediyor. Ancak bunlar politika değişikliğine gideceği anlamına gelmiyor. Birkaç sebepten dolayı bu pek mümkün de görünmüyor. İlkin, kendi bakası için elinde kalan sona araca, yani kaba şiddet ve aldatmacaya başvurmaktan vazgeçemez. İkincisi, temsil ettiği sermaye sınıfının çıkarları başka türlüsüne pek imkan vermiyor. Üçüncüsü, bu rejimin varlığını sürdürmesi yağma ve talan olmadan mümkün değil.

Ukrayna savaşının uzaması durumunda dibe çökmüş ekonominin yarattığı sefalet daha derinleştirilecek. Koşullar ağırlaşırken iktidarın önünde dikilebilecek tek güç işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesidir. İnsanca çalışma ve yaşam koşullarına ulaşabilmenin başka bir yolu yoktur. Aynı durum emperyalizme ve savaş aygıtı NATO’ya sunulan hizmetin engellenmesi için de geçerlidir. Bu arada sefalet, militarizm ve savaş sarmalı emekçileri sıkıştırırken, emperyalist savaşa ve sermaye iktidarının saldırılarına karşı mücadelenin birlikte yükseltilmesi de hiçbir zaman olmadığı kadar özel bir önem taşıyor.