İçindekiler:

27 Aralık 2021
Sayı: KB 2021/Özel-46

2021 geride kalırken…
İktidarın çıkmazı ve OHAL sopası
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yeni dönem
Erdoğan’ın sahte Afrika sevgisi!
Saray rejiminin portresi: “Nebatigiller”
Kapitalist örgütler ve mafyatik saray rejimi
MESSe karşı metal işçileri eylemde!
“Tartışma sendikal anlayış tartışmasıdır”
Kayseri’de asgari ücret çalışması üzerine
Birleşik mücadele arayışından yol ayrımına - Baki Duman
Veysel Akgül yoldaş Frankfurt’ta anıldı
Veysel Akgül yoldaş kavgamızda yaşıyor!
İtalya’da sendikal ihanet...
Şili seçimlerinin ardından
Nükleer anlaşma mı savaş histerisi mi?
Gençlik hareketi 2021 yılı tablosu
ILO 190 Sayılı Sözleşme üzerine
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Saray rejiminin portresi: “Nebatigiller”

 

Türkiye kapitalizmi içine girdiği tıkanmayı aşamıyor. Her şeye rağmen rejimin yönetebilmesi ise sömürü cehenneminde krizin faturasını emekçilerin sırtına yıkabilmesi sayesindedir. AKP-MHP iktidarının mafyatik talan politikaları ekonomik krizi derinleştiriyor ancak krizin kaynağı kapitalizmin yapısal sorunlarında yatıyor. Buna rağmen bazı iktisatçı ve reformistler krize çare arayışları bağlamında iktidara birtakım reçeteler sunuyor. Oysa asıl mesele krizin faturasının kapitalistlere ve onların temsilcisi AKP’ye mi ödetileceği yoksa emekçilerin sırtına yıkılmaya devam mı edeceğidir. Son söz henüz söylenmedi, bunu sınıf mücadelesinin seyri netleştirecektir.

AKP iktidarının iç ve dış politikadaki çıkışsızlığını, ağırlaşan ekonomik kriz tamamlıyor. Son günlerde yaşananlar AKP-MHP rejiminin sadece bir ekonomik iflasla yüz yüze olmadığını, yanısıra bir bütün halinde iflas ederek çökmekte olduğunu gösteriyor. Ekonomik çıkışsızlıktan kaynaklı nefes almak için çeşitli yollar deneyen rejim; göstermelik maaş zamlarından sahte “müjde” açıklamalarına, şantajdan “ekonomik OHAL” tehditlerine kadar elinde olan her kozu ortaya koyuyor. AKP-MHP iktidarının süreç boyunca göz boyamak için kullandığı araçlardan biri sık sık bakan değiştirme manevraları da yönetme aczini dışa vuruyor.

2020 senesinden bu yana sarayın damadı Berat Albayrak dahil üç Hazine ve Maliye Bakanı eskitildi. Kendisi de kapitalist olan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ise saray rejiminin portresini sunan tiplerden biridir. Son günlerde ismi öne çıkmaya başlayan Nebati kısa süre önce basına verdiği bir röportajda şunları ifade etmişti:

“Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Ama ben, bu iş düzelmezse eğer, bin çalışanımla beraber bütün varlığımı kaybederim. Emekçi altı üstü maaşını ve işini kaybeder, ama ben fabrikamı, şirketimi kaybederim.” Bu sefil zihniyete göre emekçinin işsiz kalıp açlığa mahkum edilmesi “sıradan” bir şeydir.

Krizin faturasını ödemek istemeyen bir kapitalist olarak bakanın ağzından dökülen bu kelimeler itiraf niteliğindedir. Kârını kaybetmektense itibarını kaybetmeyi yeğleyen bakan bu itirafların ardından TRT yayınında “yeni ekonomik model” konusunda yaptığı açıklamalarda şunları söyledi:

“Çok iyi durumdayız. Şimdi rakamları vermeyeyim. Ekonomi rakam işi, temenni, güven, istikrar, beklenti, gözlerdeki ışıltıdır. Benim gözlerimdeki ışıltıyı arkadaşlarım görüyor. Biz insanız, makina değiliz.” Halkı ekmeğe muhtaç duruma düşüren rejimin bakanı, tam bir utanmazlıkla bundan mutlu olduğunu ilan ediyor. Belli ki, döviz fiyatlarındaki dalgalanma sayesinde yapılan vurgundan önemli bir pay almıştır.

Kapitalist bakan Nebati yine aynı konuşmasında “Çin modeli” değil Türkiye’ye özgü yeni bir model uyguladıklarını iddia etti ve modelin başarısız olması durumunda ne yapacağı sorusuna “Üzülürüm” diye yanıt vermekle yetiniyor.

Kapitalistler neden üzülür?

Hazine ve Maliye Bakanı Nebati AKP-MHP iktidarının sınıfsal-siyasal karakterini yansıtması bakımından önemli bir figürdür. Özel okul sahibinin Milli Eğitim Bakanı, özel hastane sahibinin Sağlık Bakanı, şirket sahibinin Ticaret Bakanı, otel sahibinin Turizm Bakanı olması gibi tek adam rejiminin kendi alanlarında “soygun ustası” bakanlara ihtiyaç duyması tesadüf değildir. Saray rejimi kapitalistlere hizmet etmekle yetinmiyor aynı zamanda bir “kapitalistler kabinesi” olarak işliyor.

Tekstil sektöründe “fason üretim” yapan Bakan Nebati, ihracata yönelik çalışıyor. Aynı zamanda akaryakıt istasyonu işletmeciliği ve MÜSİAD, İTO gibi kapitalistlerin örgütlerinin temsilciliğini de yapan Nebati, Bakan olduktan sonra verdiği röportajlarda “aynı gemi”de olma safsatasını öne çıkarsa da bakanlıktan önce verdiği röportajlarda “yüksek ücret sorunundan” bahsediyor ve kapitalist olmanın “dayanılmaz sancılarını” anlatıyordu.

Bakan Nebati, 1979 yılında kurulan Nebbati isimli aile şirketini uzun yıllar yönetmiş. Bu şirkete ait işletmeler arasında BG Baby, Tyess, Nebbati, BG Store gibi yüzlerce TL’lik kıyafetlerin satıldığı lüks markalar ve işletmeler de bulunuyor.

Nebati, tekstile 1996’da iplik ticareti ile giriş yapmış ve fason üretime başlamış. 2001 krizini fırsata çevirenlerden biri olan Nebati o zaman da sevinmiş, gözleri parlamış. Milyonlarca emekçinin işine, aşına, yaşamına mal olan krizden kârlı çıkan zenginlerden biri olan Nebati o krize dair şunları söylüyor:

“Belki de o kriz olmasaydı, bizim mağazacılığa girme şansımız olmayacaktı. Çünkü alışveriş merkezlerinde çok ciddi şekilde mağaza boşalıyordu. (...) 2000 yılında fason üretim yaptığımız Akmerkez’de mağazası olan bir hanımefendinin işleri kötüye gittiği için mağazaya ortak olarak girdik ve mağazacılığa başladık.”

Kapitalistler emek-gücünü ucuz bulamazsa, krizi fırsata çeviremezse “üzülür.” Görünen o ki, sarayın yeni bakanı bugüne kadar pek üzülmemiş!

Dinsel gericiliğin öz çocuğu kapitalist Nebati

Bakanın bir diğer dikkat çekici yanı ise İlim Yayma Cemiyeti, Ensar, TÜGVA gibi gericilik yuvası derneklerle ilişkili olmasıdır. Nebati’nin, 2002’de yazdığı “Türkiye’de İslami siyasal hareket” adlı bir yüksek lisans tezi var. Tezin “öz” kısmında “Cumhuriyet döneminde İslami hareketlerin hemen hepsi yönetime talip olmaya yani iktidara yönelmişlerdir” diyor. 1980 askeri darbesine ve bu süreçte siyasal İslamın durumuna da değinen Nebati, şunları ifade ediyor:

“Solu tasfiye etmek ve komünizm tehlikesini bertaraf etmek adına İslam’ın manipülatif bir öğe olarak ortaya çıkması sağlandı. 1980 sonrasında İslamcı hareket, anti hegemonik bir söylem üretmekten öte küreselleşme sürecine eklemlenerek var olabilmiştir. Türkiye’nin neoliberal politikalarının bir aracı olarak güç kazanmış, kendi özgüllüğünün dışına çıkarılarak kapitalist kurumlarla bütünleştirilmiş ve bu konuda düzenli bir devlet politikası uygulanmıştır.”

Ucuz emek-gücü sömürüsünü kutsallaştıran Türk-İslam sentezci “komünizmle mücadele dernekleri”nde yetişmiş bu zat aslında dinsel gericiliğin nasıl ve neden iktidara getirildiğini de anlatıyor.

“Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden itibaren din ve dinsel gericilik, burjuva gericiliğinin ayrılmaz/vazgeçilemez bir parçası olmuştur. 2000’li yıllara kadar süregelen “irticaya karşı mücadele” üzerine edilen tüm ikiyüzlü, aldatıcı ve saptırıcı söylemlere rağmen tarihi gerçek budur.

Yine de günümüz Türkiye’sinde karşı karşıya bulunduğumuz sorun, dinin kurulu burjuva düzen tarafından bu türden bir kullanımından tümüyle farklıdır. Bugünün Türkiye’sinde siyasal bir akım olarak bizzat dinsel gericiliğin kendisi, burjuvazi adına başlı başına bir iktidar gücüdür. Devlet temel kurumlarıyla artık onun elindedir. Burjuva gericiliğinin hakim öğesi olarak toplumsal yaşamın tüm alanlarına hükmedecek bir pozisyondadır. Dinsel gericiliği bugünün Türkiye’sinde çok önemli bir sorun haline getiren olgusal durum tam da budur.” (Tarihsel temelleriyle Türkiye’de dinsel gericilik – H. Fırat, www.tkip.org)

Dinci gericilik emperyalistlerin ve sermayenin desteği ile palazlandırıldı. CIA uzmanlarının raporlarına da yansıyan “Türkiye’de dinci parti gerekliliği” düşüncesi, 70’li yıllarda hayata geçirilmiştir. “Yeşil kuşak” projesinde İslami gericilik komünizme karşı bir silah olarak kullanıldı. Bugünün Hazine ve Maliye Bakanı olan bu kapitalistin tez çalışması bir yanıyla ‘90’lı yıllarda “ılımlı İslam” projesi ve projenin lideri olarak Tayyip Erdoğan’ın yetiştirilmesi ve günlerden bugüne hazırlanan “proje partisinin” iktidar olma sürecini anlatıyor.

Nebatilerin düzeni yıkılmadıkça figüranlar değişecek ancak sömürü çarkları dönmeye devam edecektir. Nebati kendi düzeninin portresi olarak karşımızda duruyor. Nebati’nin “gözlerinde parlayan ışık”, 20 yıllık AKP iktidarının, haramilerin saltanatının kapitalistlere armağanıdır. Bu asalakların gözlerindeki ışığı, kaybedecek bir şeyi olmayanların inşa edecekleri yeni bir dünya için yükseltecekleri mücadele söndürecektir.

G. Umut

Kaynaklar:

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/bakan-degil-aga-nebati-1891198

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/op-beni-sap-beni-somur-beni-1890350

https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/maliye-bakani-nureddin-nebatinin-yuksek-lisans-tezinde-skandal-ifadeler-1892819

 

 

 

 

 

Kapitalizmin “trajikomik”
bir durumu

 

Türk Lirası’nın hızla değer kaybetmesi enflasyonun artması, işçi ve emekçilerin daha derin bir açlık ve yoksulluk içine atılmalarına neden oldu. Öyle ki, sık sık temel tüketim maddelerine, elektrik, su ve doğalgaz faturalarına zam üstüne zam yapılmaktadır. Artık gelinen yerde sokakta simidin çeyreği dahi satılmaya başladı. Ekonomik krizin faturasını özellikle pandemi döneminde işçi ve emekçilere fatura eden AKP-MHP iktidarı zam yağmuruyla bu tabloyu daha vahim hale getirmiştir.

Türk Lirası’nın değer kaybetmesinin ve peş peşe yapılan zamların birinci dereceden sorumlusu saray rejimidir. Hal böyleyken iktidardakiler tam bir pişkinlikle toplumun aklıyla dalga geçercesine açıklamalar yapmakta, değer kaybını “dış mihrakların” Türkiye’ye yönelik yükselttiği bir “savaş” olarak lanse etmektedirler. Dolar kuru artarken de düşerken de vurgun yapan AKP-MHP rejimi ile etrafındaki yiyici takımı, utanmadan “dış güçler” zırvasını tekrarlıyorlar. Milyonlarca insanı ekmeğe muhtaç hale getirenler, utanmadan “ekonomik kurtuluş savaşı” verdikleri palavrasını tekrarlıyorlar. Saray rejiminin yarattığı yıkıma karşı sokaklara çıkıp “Tayyip Erdoğan istifa!”, “Hükümet istifa!” sloganı atanları ise tehdit ediyorlar.

Kapitalist sistemin yapısal bir sorunu olan ekonomik kriz, Türkiye’de AKP-MHP iktidarının politikalarıyla daha da derinleştirildi. Sarayın şefi Tayyip Erdoğan tek adam diktatörlüğünü ilan ederek devletin kasalarındaki paraları kendine ve yandaşlarına peşkeş çekmenin imkanlarına kavuştu. Sıcak para akışı ile “ayakta durabilen” Türkiye devlet hazinesi, her türlü pisliğe bulaşmış mafyatik rejim tarafından talan ediliyor. Enflasyonun yüzde 70’leri geçtiği koşullarda milyonlarca işçi ve emekçiye 4250 liralık asgari ücret reva görüldü. Bu yetmiyormuş gibi bir de utanmadan büyük bir zam yaptıkları yalanını ortaya atarak emekçilerle küstahça alay ettiler.

Hal böyleyken kapitalist sistemin yarattığı “trajikomik” sahnelere de şahit olmaktayız. Türk Lirası’nın değer kaybetmesi Türkiye işçi ve emekçilerinin yaşamlarını çekilmez hale getirirken, parası görece değerli hale gelen komşu ülkelerin vatandaşları için ise “fırsatlar” yarattı. Bulgar Levası ve Avro’nun Türk Lirası karşısında son dönemde daha değerli hale gelmesiyle birlikte komşu ülkelerden Bulgaristan ve Yunanistan vatandaşları alışveriş için Edirne’ye akın etmeye başladı. “Batan geminin malları bunlar” misali yeni yıla hazırlık alışverişlerini Türkiye’den yapan komşu ülke vatandaşları giyecek yiyecek ihtiyaçlarının yanı sıra temizlik malzemesi ve eczanelerden bol miktarda ilaç satın aldılar. Edirne Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Recep Zıpkınkurt bu duruma dair yaptığı açıklamada, artan döviz kuru farkı nedeniyle Edirne’ye alışveriş için hafta sonlarında 12 bin civarında turist geldiğini, hafta arası ise bu sayının 6-7 bin olduğunu ifade etti. Derinleşen kriz sınırın öbür tarafındakileri “mutlu” ederken, Türkiyeli emekçilerin yaşamlarını ise adeta cehenneme çevirdi. İşte bu tablo kapitalizmin yarattığı “trajikomik” rezaletlere yeni bir örnek oldu.

Sınıflara bölünmüş toplumlarda ve sınırlarla parçalanmış bir dünyada yaşıyoruz. Bir avuç sermayedarın kârı uğruna milyarlarca işçi ve emekçinin açlık sınırının altında bir ücretle çalıştırıldığı, emeğinin vahşi şekilde sömürüldüğü bir sistemin içindeyiz. Kapitalizm aynı zamanda akıldışı bir sistemdir de: Herkese yetecek kadar yiyecek, giyecek, konut vb. varken insanlar ya açlıktan ya da sokakta donarak ölmeye devam ediyor. Ya da “batan geminin malları” örneğinde olduğu gibi, Türkiye vatandaşları için ateş pahası olan şeyler, komşu ülkelerin vatandaşları için çok ucuz olabilmektedir. Temel ihtiyaçlarımızı satın almak zorunda kaldığımız gibi, dün aldığımız bir ürünü, bugün aynı fiyatla alamadığımız bir sistemdir kapitalizm. Akıldışılığının yanında bu düzenin, birçok açığı ve zaafı da vardır. İnsan emeğinin sömürüsü üzerine kurulu sistemin mezar kazıcıları, sömürdüğü işçi ve emekçilerdir. Bu akıldışılığa, emek sömürüsüne, yaşam pahalılığına “Artık yeter!” diyecek olan işçi ve emekçi kitleler son verecektir. Onların nasırlı elleri, bu akıldışı sisteme karşı bir gün örgütlü bir şekilde birleştiğinde, işte o zaman bu kokuşmuş sistemin çarkı kırılabilecek, insanın insan tarafından sömürülmediği, sınıfsız, sınırsız sosyalist bir dünya kurulabilecektir. 

P. Sevra