İçindekiler:

29 Kasım 2021
Sayı: KB 2021/Özel-42

“Restorasyon” ve sol hareket
Düzenin temsilcileri derman olabilir mi?
Asgari ücret mücadele gündemidir
Kur krizi
Körfez şeyhlerinin ayağına düştüler
CHP ve TÜSİAD’ın “Kürt açılımı”
Asgari ücret için çağrılar
Sokaklarda “istifa” sesleri…
Engels, oportünizm ve devrim - A. Eren
Sinbo direnişinde 25 Kasım
Dardanel işçilerine: “Yaparsa işçiler yapar!”
Kadınlar 25 Kasım’da sokaklarda...
Frankfurt’ta 25 Kasım
Avrupa’da pandemide 4. dalga
Burkina Faso’da Fransa karşıtı eylemler
İsviçre’de halk oylaması
Wuppertal’de coşkulu Engels eylemi
Beyaz Adam’ın “adaleti”
Eğitim hayatımızı mahvedenlere karşı...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Düzenin temsilcileri ezilenlerin derdine derman olabilir mi?

E. Bahri

 

Saray rejiminin tepesindeki mafyatik kast çeyrek asırdan beri ülkenin toplumsal servetini yağmalıyor. Emperyalistlere ve sermaye sınıfına yaptığı hizmetlerin bir tür ‘bedeli’ kabul edilen bu yağma, yakın zamana kadar düzen cephesinden ciddi bir itirazla karşılaşmadı. Ancak mafyatik-dikta rejimler çok masraflıdır. Zira çeteleri, trolleri, gazeteci kılıklı tetikçileri beslemeleri gerekiyor. Fanatik destekçi kitlesi yaratmak da masraflıdır. Kokuşmuş saray rejiminin halka ve ülkeye karşı işlediği ağır suçlara rağmen halen toplumun belli bir kesiminden destek bulabilmesi, yağmanın bir kısmının beselemelere dağıtılmasıyla mümkün oluyor.

Yağma ve talanda ölçü tanımayan bir rejime kaynak dayanmaz. Hazinenin ‘yedek akçesi’ diye anılan 128 milyar doların bile yağmalaması, mafyatik saray rejiminin sistem için bir yük haline dönüştüğünü ispatlamıştı. Kitle desteği sadece ideolojik hırsla gözü kararanlar ile yağmadan pay alanlara daralan rejimin siyasal meşruiyeti çoktan tükendi. Geniş kitleleri yoksulluk ve sefalet girdabına atan AKP-MHP koalisyonu o kadar pervasızlaşmış ki, milyonların sefaletini arttıran politikaları tam bir pişkinlikle uyguluyor. Bu ise sefaleti daha da derinleştiriyor ve geniş kitlelerin kokuşmuş sistemden umut kesmelerine neden oluyor.

***

CHP başta olmak üzere düzenin muhalefet partileri yakın zamana kadar bir tür ‘pasif muhalefet’ politikası izlediler. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet Yürüyüşü’ dışında kayda değer bir şey yapmadılar ya da yapamadılar. Bu ise mafyatik rejime düzen muhalefetiyle istediği gibi oynama imkanı sağlıyordu. Millet İttifakı ancak AKP-MHP rejimi çürümenin dip çukurunu boylayıp kitle desteğini yitirdikten sonra üslup değiştirmeye başladı. Yönetime aday olduğunu, kısa süre içinde bunu başaracağını dillendirmeye başlayan Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki Millet İttifakı, toplumun farklı kesimlerine hitap eden vaatlerde bulunmaya başladı.

Millet İttifakı’nın şefleri sistemin restore edileceğini, tek adam rejimine son verileceğini, ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ kuracaklarını söylüyorlar. Bu kadarı kitleler için fazla bir şey ifade etmiyor. Zira sistemin restore edilmesi, AKP-MHP rejimini toplumun başına bela eden yapıya dönüşten başka bir anlam ifade etmez. Bunun farkında olan Kılıçdaroğlu, çıtayı yükselten açıklama ve vaatlerde bulunmaya başladı.

CHP şefinin başlattığı “helalleşme” tartışması, farklı boyutlar alarak genişletildi. “Helalleşme-hesaplaşma” bağlamında başlatılan tartışmalar, geniş bir destek buldu. Kılıçdaroğlu’nun devlet tarafından organize edilen birçok olayı ve suçu sıralayarak sistemin mağdurlarıyla helalleşme vaadinde bulunması, geniş kesimler tarafından tartışma konusu edildi. Saray rejimine muhalif mecralarda tartışılan Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” vaadi “Varlık Vergisi”nden 6-7 Eylül olaylarına, Sivas kıyımından Roboski katliamına, 28 Şubat mağdurlarından Ahmet Kaya’ya, Berkin Elvan’dan Ali İsmail Korkmaz’a geniş bir suç çetelesini ve devletin işlediği daha birçok suçu kapsıyor.

Geniş tartışmalara vesile olan “helalleşme” vaatleri, genelde olumlu karşılandı. Belli çekinceler konsa da Kılıçdaroğlu’nun çıkışının önemli bir gelişme olduğu söyleniyor. Bu vaatlerin saray rejiminden yaka silken geniş kitlelere umut aşılayabileceği, kararsız kalan kitlenin tercih yapmasını kolaylaştıracağı ifade ediliyor. Bu çıkışın egemen güçler arası iktidar çatışmasını keskinleştireceği, saray rejiminin ise ‘her şeye kadir olmadığını’ göstereceği yönünde analizler yapılıyor.

CHP şefinin açıklaması, bazı açılardan bir yenilik taşıyor. Zira devletin başına geçmeye aday bir siyasetçi, bu aygıtın suçlarını sırlayarak, mağdur edilenlerle helalleşeceğini vadediyor. Kılıçdaroğlu’nun çıkışı, böyle bir yüzleşmenin ülkeyi demokratikleştireceği varsayılarak, farklı çevreler tarafından alkışlanıyor.

***

Kontr-gerillanın devlet aygıtında her zaman etkin bir rol oynadığı, bu yapının organize ettiği sayısız vahşi katliamın gerçekleştirildiği dikkate alındığında, “helalleşme” vaadinin yankı uyandırması şaşırtıcı değil elbette. Zira devrimci-ilerici hareket başta olmak üzere toplumun farklı kesimleri şu veya bu şekilde bu zulüm aygıtının hışmına uğramıştır. Nitekim Kılıçdaroğlu da devletin işlediği belirgin suçlara atıf yaparak sistemi demokratikleştireceklerini söylüyor.

Bu vaatler elbette ki kulağa hoş geliyor. Kılıçdaroğlu liderliğindeki Millet İttifakı’nın sistemi belli noktalarda törpülemesi, en azından belli bir süre için toplumu oyalayacak bazı adımlar atması kaçınılmaz görünüyor. Ancak bu ittifakın Kılıçdaroğlu’nun vadettiği gibi, devletin suçlarıyla yüzleşmek, suçlulardan hesap sormak, zulme uğrayanlardan özür dilemek gibi şeyleri yapmasını beklemek ham hayal olacaktır.

Bu vaatler yerine getirilebilseydi, sistem burjuva anlamda kısmen ‘demokratik’ kurallara uyar hale getirilirdi. Buna rağmen kapitalizm var oldukça, sömürücü sınıfların çıkarlarının bekçisi olan burjuva devlet aygıtı yönetmeye devam ettikçe kaba şiddetin de devam edeceğini ispatlayan sayısız örnek var. Kaldı ki az çok burjuva demokratik hakların kullanılabildiği AB ülkelerinde bile polis devleti uygulamaları yaygınlaşırken, çoklu krizlerle yüzyüze olan Türkiye kapitalizminin bekçisi olan bir aygıtın yönetim değişikliğiyle demokratikleşeceğini iddia etmek, en hafif tabirle gerçekliği tersyüz etmektir. Deşifre olmuş azılı katillerini bile koruyan bir devletin, toplumsal bir basınç olmadan durduk yerde suçlarıyla yüzleşmesi, kurbanlarıyla “helalleşmesi” olacak şey değildir. Ancak burjuva devletin sınıf karakterinden ve bir zor aygıtı olarak misyonundan habersiz olanlar ya da bu misyonun üstünü örtmek isteyenler böyle şeylerin olabileceğine inanır ya da inanmış gibi görünür.

Devletin işlediği suçların bir kısmı burjuvazinin sınıf çıkarlarını koruma misyonundan, bir kısmı ise, emperyalist savaş aygıtı NATO’ya üye olmasından kaynaklandı. Ne kapitalist sistemde ne devletin sınıfsal karakterinde bir değişiklik olduğuna göre, saray rejiminde mafya aygıtına dönüşen devlet neye göre demokratikleşme adımlarına izin verecek? Çoklu kriz ortamının sınıf çatışmalarını daha da sertleştirme ihtimalinin yüksek olduğu bir dönemde sömürücü sınıfların zor aygıtı olan devletin keskin dişlerini göstermeye devam edeceğini öngörmek zor değil. Bu bağlamda “yüzleşme/helalleşme” vaatlerinin en iyi ihtimalle saray rejiminin kabalıklarının bazılarının törpülenmesinden öteye geçmesi verili koşullarda olası görünmüyor.

Burjuva devletin egemenliğine rağmen elbette işlenen suçların hesabının sorulması önemlidir. İşkencecilerden, katillerden, soygunculardan, çetelerden hesap sorulması için de mücadele edilmelidir. Bu mücadele demokratik hakların korunması ve kullanılması için de büyük önem taşır. Zaten devlet de ancak toplumsal basınç altında kaldığında, kullandığı tetikçilerin bir kısmını gözden çıkarmak zorunda kalır. Zira en azılı katilleri koruduğuna dair sayısız örnek mevcuttur. Demokratik haklar alanının genişletilmesi, kalıcı bir kazanıma dönüştürülmesi, emekçilerin ve ezilenlerin baskı ve zulümden tamamen kurtulmaları ise, ancak özel mülkiyete dayalı kapitalist sömürü sisteminin yıkılmasıyla mümkün olabilir.