14 Ağustos 2020
Sayı: KB 2020/Özel-9

Krizin faturasını sermaye iktidarına ödetmek için…
“Şahlanma” vaatleri çöktü...
İstanbul Sözleşmesi tartışmaları sürüyor...
“Onların direncine ses olmamız gerekiyor”
AKP iktidarının koronavirüsle “savaşı”
Sağlığımız ve geleceğimiz için mücadeleye!
Fabrikalar işçiler için ölüm kampı!
Sınıfa vurulmak istenen yeni pranga
İşçi kardeşim sınıfını bil, safa gel!
DİSK TEKSTİL sermayeye hizmete devam ediyor
Beyrut felaketinin ardından Lübnan
İsrail ve BAE arasında “normalleşme” anlaşması
TSK saldırısında Iraklı iki komutan öldürüldü
İran’da işçiler ayakta…
Pandeminin iki yüzü...
Fransa işçi sınıfı yeni saldırılarla karşı karşıya
İşsizliğe ve geleceksizliğe karşı örgütlü mücadeleye!
Parasız eğitim hakkımız için!..
“İstanbul Sözleşmesi” yaşatır mı?
İnternet ve ağ tarafsızlığı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın avukatı Çiğdem Akbulut’la konuştuk...

“Onların direncine ses olmamız gerekiyor”

 

(...)*

 

-Avukatların içeride ölüm orucu direnişiyle devam eden süreç, dışarda da ailelerin, yoldaşlarının ve dostlarının mücadelesi ile sürüyor. Bunun sonucunda Ebru ve Aytaç Adli Tıp Kurumu’na götürüldü ve ATK’nın verdiği hapishanede kalamazlar raporu 37. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunuldu. Avukatların tahliye kararı beklemesine rağmen Ebru ve Aytaç hastaneye kaçırıldı. Şu an sağlık durumları nasıl?

...Hukuksuzca gerçekleşen yargılama sürecine hukuki yollarla itirazlarımızı yaptık. Bölge Adliye Mahkemesi ve İstinaf Mahkemesi hiçbir itirazımızı değerlendirmedi. Bunun üzerine arkadaşlarımız Şubat ayında adil yargılanma talebiyle açlık grevine başladılar. 5 Nisan 2020 Avukatlar Günü’nde açlık grevini ölüm orucuna çevirdiler. Talepleri, adil yargılanma hakkının sağlanması. Sadece kendileri için değil herkesin maruz kaldığı adaletsizliğe karşı adil yargılanmanın sağlanmasını talep ediyorlar. Talepleri son derece hukuki ve meşru. Mevcut sistemin uygulanması ile sağlanabilecek bir talep. Arkadaşlarımız, ‘sonu ölüm dahi olsa biz bu haklı talebin yerine getirilmesini istiyoruz’ diyor. Ancak gelinen aşamada siyasi baskıların sürekli devam ettiğini biliyoruz.

Arkadaşlarımızın sağlık durumu özellikle pandemi koşullarının da etkisiyle cezaevinde kalmaları için uygun olmayan bir noktaya geldi. Hapishanelerin hijyen koşulları, yararlanabildikleri haklar, bağımsız hekimler tarafından gözlemlerin yapılması isteğinin karşılanmaması gibi bir çok sebeple Adli Tıp Kurumu’na tahliye olmalarına yönelik bir talebimiz oldu ve ATK buna karar verdi. ATK, cezaevinde kalmalarına sağlık durumlarının uygun olmadığının tespitini yaptı. Müdahale edilmeleri gerekir dedi. 37. Ağır Ceza Mahkemesi de cezaevinde kalmaları uygun olmadığı tespitine rağmen tutukluluk durumuna devam kararı verdi. ATK’na atıf yaparak hastaneye kaldırılmalarına karar verdi.

Burada 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yanlış bir hukuki değerlendirilmesi söz konusu. ATK, bir tespitte bulunuyor yalnızca. Hastanede tedavi edilmeleri gerekiyor ama bu kararı verebilecek olan merci 37. Ağır Ceza Mahkemesi değil. Meslektaşlarımızın bir tedavi talebi söz konusu değil. Meslektaşlarımız bilinçleri kapanması halinde dahi herhangi bir tetkikten, tedaviden ya da müdahaleden uzak olmak istiyor. Böyle bir talepleri yok. 37. Ağır Ceza Mahkemesi sadece tutukluluk durumunun devamına ya da tahliyeleri yönünde karar verebilecekken ‘adli kontrol tedbirleri yetersiz kalırsa cezaevinde kalmaları gerekir ama şu süreçte hastaneye yatırılmaları gerekir’ diyerek kendi yetkisini aşan bir kararı ortaya koydu.

Hastaneye kaldırıldılar. Her ikisi de pandemi hastanesindeler, her ikisi de Covid-19 hastalarının tedavi gördüğü hastanedeler ve hapishaneden çok daha kötü şartlar ve hayati risk altındalar. Refakatçilerinden ve avukatlarından edindiğimiz bilgiler, hapishanede bile daha steril ortamda bulunduklarına dair. Yanlarına sürekli temizlik görevlileri, sağlık çalışanları, kapılarında bekleyen jandarmalar maske, galoş, eldiven gibi en ufak tedbir dahi almaksızın gün içinde odalarına sürekli girip çıkıyor. Ölüm orucunda geride bıraktıkları gün itibariyle ısı, ışık, koku gibi duyarlılıkları artmış durumda ve 24 saat yanan ışık sebebi ile gece de uyuyup dinlenemiyorlar. Aytaç Ünsal için ışığın kapatılması kazanıldığında, gece yarısı gelip tuvaletin kapısı açılıyor bu sefer kokudan kaynaklı zorlanıyor. Bunlar çok basit şeyler ancak ölüm orucunun 220 gününü geride bırakan biri için bunlar hayati önemde. Kokular, sesler ve ışık onları daha fazla yıpratan ve dirençlerini kıran etkenler.

Arkadaşlarımızın bilinçleri açık, taleplerinin arkasındalar. Tedavi talep etmediklerini ısrarla söylüyorlar. Her ikisi de hastane koşullarının cezaevinden daha ağır olduğunu söylüyorlar. Sağlıkları ATK raporundan sonra çok büyük hızla daha da kötüye gitmiş durumda.

 

-Son olarak yapmak istediğiniz bir çağrı var mı?

Öncelikle meslektaşlarımıza çağrımız var. Meslektaşlarımızın şunu bilmesini istiyoruz, yargılanan avukatlık faaliyetiydi. Onlar sol, sosyalist, demokratik alanda mücadele edenlerin, haklarını arayan işçilerin, katledilen işçilerin avukatlıklarını yaptıkları için yargılanıyorlar. Onlara yöneltilen suçlama bu.

Bugün meslektaşlarımızın maruz kaldığı suçlamaya gösterdikleri dirence, eylem biçimlerini destekleyip desteklememeyi tartışmadan, ses olmamız gerekiyor. Çünkü yarın adliyede karşılaştığımız en ufak sorun bugünkü kazanımımızla alakalıdır. Avukat olarak yetkililerin bize bakış açısıyla alakalıdır. Avukatlık yapmamızı engellemeye çalışıyorlar. Tüm kamuoyuna, aydınlara, sanatçılara, gazetecilere, öğrencilere, müvekkillerimize meslektaşlarımızın bu çağrısına ses olmalarını, destek olmalarını istiyoruz.

Arkadaşlarımızın ne yazık ki ölüm orucu yapmak zorunda oldukları bu talebin mimarı bir yanıyla da biziz. Biz onların uğradığı bu hukuksuzluğa birebir tanık olmamıza rağmen yeterli sesi yükseltemediğimiz için arkadaşlarımız bu kararı vermek zorunda kaldı. Avukatlık mesleğine dönük saldırılar aynı şekilde devam etti. Geçtiğimiz haftalarda baroların karşı karşıya kaldığı saldırıyı biliyoruz. Bunların tamamı savunma mesleği ile alakalı.

Eğer bugün sesimizi güçlü çıkaramazsak yarın biz avukatlar mesleğimizi yapamayacağız. Hak ihlaline uğrayanlar da kendilerini savunacak bir avukat ve avukat örgütü bulamayacaklar. Bugün kadın cinayetlerine, çocuk istismarına, işçi katliamlarına, Kürt ve Alevi halkının uğradığı ayrımcılığa karşı ses çıkartabilecek, haklarını savunabilecek avukatların mesleklerini yapabilmeleri için herkesi ses olmaya çağırıyoruz.

 

*Röportaj gazete için kısaltılmıştır. Tamamına Kızıl Bayrak web sitesinden erişilebilir.