18 Aralık 2020
Sayı: KB 2020/Özel-27

Yeni bir mücadele yılına hazırlanalım!
Fetihçi politikaların yansıması
Siyasal mücadele alanı olarak “asgari ücret
Yaşam hakkının ihlali sınıfsal bir sorundur
Diyanetin ‘yağmur duası’ sahtekarlığı
Yeni Maraşlar olmasın diye...
Kapitalizme ve salgının faturasına karşı mücadele!
“14 bin taşeron işçisi adına direniyoruz”
“Mücadele bizi daha da özgürleştirdi!”
Pandemide dünyada kadın eylemleri
100. Yılında Tarihsel TKP... 28 Şubat’ın dümen suyunda “TKP Açılımı” / 1 - H. Fırat
Friedrich Engels - Franz Mehring
Krizi fırsata çeviren haramiler
Hindistan’da sınıf mücadelesi
Fransa’da güvenlik neden ve nasıl bir ihtiyaç?
Güney Kürdistan’da protestolar
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Hindistan’da sınıf mücadelesi

E. Güneş

 

Hindistan’da 250 milyon işçi 26 Kasım’da hükümetin neoliberal ekonomi politikalarına karşı greve çıktı. Bu, 2020’de gerçekleşen ikinci genel grev oldu ve aynı zamanda dünya sınıf mücadeleleri tarihinin en kitlesel grevi olma özelliğini taşıyor.

Genel grev, 10 büyük işçi sendikası konfederasyonu ile çiftçi ve tarım işçilerinin 200 örgütünden oluşan Tüm Hindistan Köylü Mücadelesi Koordinasyon Komitesi tarafından örgütlendi.

Genel grevin talepleri arasında işçi ve çiftçi karşıtı çalışma yasalarının geri çekilmesi, ücretlerde artış, asgari ücretin yükseltilmesi, işsizliği önleyici istihdam yaratmaya yönelik önlemler, sözleşmeli ve geçici işçiliğin kontrol altına alınması, tüm çalışanlar için sosyal güvenlik, emekli maaşının iyileştirilmesi, eğitim ve sağlığa daha fazla bütçe ayrılması, kamuda özelleştirmelere son verilmesi, çiftçilerin borçlarının silinmesi gibi maddeler bulunuyordu.

Grev nedeniyle tüm ülkede üretim durdu, hizmet alanlarında çalışma yapılmadı ya da hizmet sektörü işlemez hale geldi. Ülkenin dört bir yanında büyük bir mobilizasyon yaşandı, işçiler, kır emekçileri, tarım işçileri, kamu emekçileri, öğrenciler, kadınlar, sol grup ve partiler sokaklara çıkarak protestolu gösteriler düzenlediler. Kızıl bayrakların taşındığı gösterilerde sokaklar adeta kızıla boyandı.

Genel grev öncesi salı günü, Hindistan’ın dört bir yanında 5 milyon insan, çiftçi derneklerinin çağrısına uyarak başkente yürüdü. Ülkenin 28 eyaletinin 22’sinde toplam 20 bin protesto düzenlendi. Maruti Suzuki’den, Hero Motosiklet’ten ve Delhi’nin Gurgaon-Manesar sanayi bölgesindeki diğer otomobil fabrikalarından işçiler, çiftçilere destek amacıyla gösteriler yaptılar.

Polisin yolları kapatması, gaz ve TOMA’lı saldırıları, gözaltılar işçi ve tarım emekçilerinin Delhi’ye yürüyüşlerini engelleyemedi. Barikatlar aşıldı ve başkent merkezine giden otoyollar göstericiler tarafından kapatıldı.

Tarım işçileri ve çiftçiler mücadele sahnesinde

26 Kasım’da gerçekleşen dev grevin ardından, günlerdir başkent Yeni Delhi’nin kapılarında bekleyen, büyük çoğunluğu ülkenin kuzeyinden, Pencap ve Hindistan’ın tahıl ambarı olarak bilinen Haryana’dan gelen on binlerce çiftçi, 20 milyonluk metropolün önemli erişim yollarını kapattı.

Tarım emekçileri, hükümetin eylül ayında tarım sektörünü özel sermayeye açmak için çıkardığı üç “reform” yasasının yürürlükten kaldırılmasını talep ederek, iki aydır eylem yapıyordu. Şimdiye kadar, tarım ürünlerinin satışı için devlet asgari destek fiyatı (taban fiyatı) belirliyor ve çiftçiler ürünlerini devlet kooperatiflerine satabiliyordu. Belirlenen asgari destek fiyatı taban fiyatlarını garanti ediyordu ve çiftçiye güven veriyordu. Ancak yeni yasalarla asgari destek fiyatı kaldırılıyor, çiftçilerin ürünlerini süpermarket zincirleri de dahil olmak üzere açık pazarda satmaları gerekiyor. Bu da büyük tarım tekellerine fiyatları düşürebilme olanağı veriyor. Küçük çiftçiler böylece kapitalist tekeller karşısında korumasız kalıyor.

Çiftçi örgütleri ve hükümet arasında 6 görüşmede de uzlaşma sağlanamadı. Hükümet, üç yasada küçük düzeltmeler yapma yönünde önceki tekliflerini yinelerken, çiftçiler her üç yasanın geri çekilmesi talebini, “asgari destek fiyatı”na ilişkin devletten resmi bir garanti getirilmesini tekrarlıyor.

Hükümet bu üç yasayı geri çekene kadar eyleme devam edeceklerini söyleyen tarım emekçileri 8 Aralık’ta yeniden greve gittiler. Çiftçileri yalnız bırakmayan demiryolu işçileri, kamyon şoförleri, öğretmenler ve diğer sendikalardan işçiler de greve destek verdi. 15 Aralık’ta da çiftçi örgütleri ve yüzlerce tarım işçisi 9 saatlik sembolik bir açlık grevi yaptı.

Çiftçi örgütlerinin önderleri yasanın geri çekilememesi durumunda eylemlerini yoğunlaştıracaklarını söyleyerek, hükümeti tren seferlerinin durdurulması için harekete geçmek, plazaları işgal etmekle tehdit ediyor.

Son yılların en büyük protestoları olma özelliği taşıyan eylemler karşısında hükümet şaşkın. Yasadaki ufak değişiklerle tarım emekçilerinin protestolarını bastıramayacağını anlayan sermaye devleti göstericileri “vatana ihanet”le suçlarken, protestoları hedef tahtasına oturtmaya çalışıyor. Sermaye iktidarı, tarım emekçilerinin süren kararlı ve militan protestolarını şiddet ile bastırma yoluna gidebilir. Sermaye uşağı ırkçı-şoven rejimin bu tarz saldırıları şaşırtıcı olmayacaktır.

Neoliberalizmin yoksullaştırdığı çiftçiler ve tarım işçileri

Tarım sektörü, Hindistan’ın 2,9 trilyon dolarlık gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 15’ini oluştururken, ülke nüfusunun yüzde 60’ından fazlası geçimini topraktan sağlıyor. Yıllardır süren neoliberal tarım politikaları tarım emekçilerini ödeyemeyecekleri bir borç yükünün altına sokarak, onları yok oluşun eşiğine getirdi. Neoliberalizmin yoksullaştırdığı, düşen gelirleri nedeniyle kredilerini ödeyemeyen, ağır borç yükü altında ezilen ve ailelerinin karnını doyuramaz hale gelen çiftçiler çaresizlik içinde intihara sürükleniyor. Çiftçi intiharlarında birinci sırada olan Hindistan’da 1997 yılından bu yana 300 bin çiftçinin yaşamına son verdiği ifade ediliyor.

Covid-19 krizi çiftçilerin durumunu daha da kötüleştirdi. Sermaye hükümeti, pandemiyi işçi düşmanı politikalar için gerekçe yaparak, tarım “reform”larını bu süreçte yasallaştırdı. Ürünlerinin yüzde 10’unu bile satamayan çiftçiler, tohum ekecek ve ailelerine bakacak para bulamadıkları için büyük bir yoksulluk ve yok oluşla karşı karşıyalar. Resmi kayıtlara göre karantinanın başlamasından bugüne her gün çaresizlik girdabında iki çiftçi intihar ediyor. Gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğu söyleniyor. Keza Uluslararası Çalışma Örgütü pandemi nedeniyle 200 milyonun üzerinde işçinin de geçim kaynağını kaybedeceğini, 400 milyon insanın yoksulluğa itileceğini açıkladı.

Yaşanan sorunlardan çıkış yolu arayan kır emekçileri ve tarım işçileri son yıllarda döne döne yüzbinleri bulan grevleriyle, daha iyi bir fiyat, ücretlerde artış, tüm borçların silinmesini talep ederek sokağa çıkıyorlar.

Giderek büyüyen genel grevler

Hindistan’da neoliberal uygulamaların başlatıldığı 1991’den bu yana işçi sınıfı 20 kez genel greve giderek olağanüstü gücünü ve birliğini gösterdi.

Irkçı-şoven Modi hükümeti, 2014’te iktidara geldiği ilk günden bu yana, iş kanununda ve sendikalar kanununda değişiklikler yapmayı ajandasına almıştı. BJP’nin giderek derinleşen işçi düşmanı politikaları da grevlere katılımı arttırdı. İlk genel grev 2015’te yaklaşık 80 milyon kişinin katılımıyla gerçekleşirken, 2016’da yapılan greve 150 bin kişi katıldı. 2019’da yapılan iki günlük greve 170 milyon kişi, Ocak 2020’deki iki günlük greve ise 250 milyon kişi katıldı. 26 Kasım’da 250 milyon işçi, işçi sınıfı tarihinin en büyük grevlerinden birini daha gerçekleştirdi. Genel grevler arası dönemlerde de kitleler her zaman hareketliydi. Sayıları yüzbinleri bulan işçilerin, tarım emekçilerinin, kumu çalışanlarının sektörel düzeyde sayısız grevleri yaşandı.

Bu hareketlilikte, Modi hükümetinin ikinci kez seçimleri kazanması ve neoliberal politikaların ırkçı ve faşist bir karaktere bürünmesi önemli bir etken oldu. Sınıfa karşı saldırılarını daha da sertleştiren Modi hükümetinin sınıf düşmanı politikaları işçi ve emekçilerinin öfkesini patlama noktasına getirdi.

Hindistan’da derinleşen kriz

Dünyanın 7. ekonomisine sahip Hindistan’da süregelen kriz, korona salgınının yüküyle ağırlaştı. Ülke resesyona girdi, yılın ikinci çeyreğinde ekonomi yüzde 24 küçüldü, gelir adaletsizliği arttı. Hindu ırkçısı gerici rejim “reform” adı altında işçi sınıfına yönelik birçok saldırı paketini bu süreçte uygulamaya soktu. İş yasalarını kapitalistler lehine değiştirerek, işçi sınıfının kazanılmış haklarını karşı savaş açtı. İşçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları giderek ağırlaşırken, milyonlarca işçiye uzun saatler, düşük ücretlerle çalışma dayatıldı. Diğer taraftan özelleştirmelerle kamusal alanlar yabancı sermayenin talanına açılırken, taşeronlaştırma yaygınlaştırıldı. Ki Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre, Hindistan’da tarım dışı istihdamın yüzde 80’inden fazlası kayıt dışı çalıştırılıyor. Bu arada temel gıda maddelerinde fiyat artışları yaşanıyor. Hükümetin elindeki stoka rağmen, son bir yıl içinde buğdayın perakende fiyatında yüzde 56, buğday unununkinde yüzde 26 ve pirinçte yüzde 14 kadar artış yapıldı. Bu koşullarda insanca yaşamaya yeten bir asgari ücret tüm işçi ve emekçilerin yakıcı talebi haline geliyor.

Bu süreçte servet sefalet arasındaki uçurum da derinleşti. Kapitalistler salgın sırasında bile servetlerini artırdılar. Hindistan’ın en zengin yüzde 1’i, ülke nüfusunun %70’ini oluşturan 953 milyon kişinin sahip olduğu servetin dört katından fazlasına sahip. Bir işçinin üst düzey bir yöneticinin kazandığını kazanması için 941 yıl gerekiyor. Uluslararası kuruluşların raporlarına göre Hindistan’da 270 milyon civarında insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor, 200 milyon insan açlıkla boğuşuyor. Her 8 çocuktan biri daha beş yaşına gelemeden açlık ve hastalıktan ölüyor.

Koronavirüs ve karantina sürecinden en çok etkilenen kesimler ise zaten yoksulluk içinde kıvranan çiftçiler ve tarım emekçileri oldu. İşgücünün yarısı tarım alanında istihdam ediliyor ve buralarda işçiler insanlık dışı çalışma koşullarında çalıştırılıyorlar. Ayrıca mart ayında sokağa çıkma kısıtlamalarının ardından milyonlarca işçi işsiz kaldı, işsizlik daha önce hiç görülmemiş şekilde resmi rakamlara göre %27’ye yükseldi. Kentlerde çalışan milyonlarca göçmen işçi pandemi nedeniyle işsiz kalarak köylerine yürüyerek geri dönmek zorunda kaldı. Dönenler aileleriyle birlikte salgına, açlık ve sefalete terk edildi. Ki zaten nüfusun %65’i kırsal kesimde sefalet içinde yaşıyor.

***

Tüm bu sorunlar işçi ve emekçi kitleler cephesinde hoşnutsuzluk ve öfkeyi büyütüyor. Sermaye rejimine ve onun sınıf düşmanı politikalarına karşı gerçekleşen genel grevler bu büyük öfkenin bir dışavurumudur.

Sermayeye hizmette kusur etmeyen iktidardaki Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi (BJP) ve Başbakan Narendra Modi, grev yapmayı büyük ölçüde yasaklayan ve işgücü piyasasında esnekleşmeyi teşvik eden tarım ve iş hukuku “reform”larını yasallaştırması, yerli ve yabancı sermayeyi oldukça memnun etmiş görünüyor. Bu kesimler, süren protestolar karşısında geri adım atmaması konusunda Modi hükümetini uyarıyorlar. Zira Modi hükümetinin atacağı her geri adımın toplumsal direnişi güçlendireceğini biliyor ve işte bundan da büyük korku duyuyor. Korkmakta haklılar. Çünkü karşılarında dev bir işçi sınıfı duruyor. Bu dev sınıf yıllardır, kendi sınıf kimliği ile ortaya çıkıyor, birliğini ve gücünü ortaya koyuyor, deneyimler biriktiriyor, sınıftan gelen gücünü kullanarak sermayenin karşısına dikiliyor.

Önümüzdeki süreçte Hindistan’da krizin daha da derinleşmesi, çelişkilerin daha da büyümesi muhtemeldir. Toplumsal patlamalara gebe olan ülkede gidişatı, işçi sınıfının kendi üzerine düşen rolü sınıf kimliği bilinciyle yerine getirip getirmemesi belirleyecektir. Bu dev sınıfın örgütlü ve gerçek bir sınıf partisinin olduğu koşullarda burjuvazinin mezar kazıcısı rolünü oynayacağına kuşku yoktur. 

 

 

 

 

 

İklim için sözde “acil durum”

 

Paris İklim Anlaşması’nın onaylanmasının beşinci yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim için acil durum çağrısında bulundu ve “Bu ‘acil durum’ sera gazı salımı CO2 nötralize edilene kadar geçerli olmalı” dedi.

İngiltere ve Fransa tarafından düzenlenen, 70 ülkenin katıldığı ve dijital ortamda gerçekleşen iklim zirvesinde Guterres açılış konuşması yaparak uyarılarda bulundu. Guterres, zengin ülkeleri salgını döneminde fosil yakıtları düşük emisyonlu enerjiye kıyasla yüzde 50 daha fazla kullandıkları için eleştirdi.

Paris İklim Anlaşması’na imza atan ülkelerin sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırma sözünü hatırlatan BM Genel Sekreteri “Kaynakları, gelecek kuşaklara, bozulmuş bir gezegende borç dağı yüküyle bırakacak şekilde kullanamayız” dedi. Avustralya, Suudi Arabistan, Rusya ve Meksika gibi, CO2salımında başı çeken ülkelerden bazıları zirveye katılmadı. Diğerleriyse boş sözlerini tekrarladı. Çin lideri Xi Jinping, 2060 itibariyle “karbon salımını nötralize etme” hedefini öne sürerken ABD ise, 2050 yılına kadar sera gazı salımını sıfıra indireceği iddiasında bulundu.

BM Genel Sekreteri, “bugün sanayileşme öncesinden 1,2 derece daha sıcak bir gezegendeyiz. Rotayı değiştirmezsek, bu yüzyıl içinde sıcaklıkta üç dereceden fazla feci bir artışa doğru gidiyoruz ve dramatik bir acil durumla karşı karşıya olduğumuzu kimse inkâr edemez” dedi. 38 ülkenin şimdiden “iklim acil durumu” ilan ettiğine değinen Guterres, herkesi aynı yönde hareket etmeye davet etti.

“Kurtarma paketleri” fosil yakıtlara akarken...

ABD’nin çiçeği burnunda yeni seçilmiş başkanı Joe Biden’ın “Paris İklim Anlaşmasına geri döneceğiz” diyerek karbon salımını sıfırlamak için 2050 yılını öne sürmesi, Çin’in de bunu 2060’a kadar ötelemesi, kâğıt üzerinde kalacağı baştan beri belli olan Paris Anlaşması’nın, iklim krizine “göstermelik bir çözüm” dahi olamayacağını ortaya koyuyor. Korona salgını bunu bir kez daha gözler önüne serdi. Zira ABD dahil, 20 büyük sanayi ülkesi “kurtarma paketleri” adı altında fosil yakıtlara şimdiye kadar olduğundan daha çok para akıttı.

Krizin sorumlusu kapitalizm

200. yaşını kutladığımız Friedrich Engels’in deyimiyle: “Su ve toprağın alınır, satılır bir mal haline getirilerek bir azınlığın tekeline alınması ve geri kalanların dışlanması ahlaksızlıktan başka bir şey doğurmaz.”

İklim krizinin sorumlusu; doğayı hoyratça yıkıma uğratarak ekolojik dengeyi altüst eden kapitalizmdir. Kapitalist tekellerin “kâr, daha çok kâr” hırsıdır. Soruna yol açanlardan, sorunun çözümü beklenemez. Bu nedenle, doğaya sahip çıkma ve iklim mücadelesi, sermayeden çözüm üretmesini beklemeden, gezegenimizi yaşanmaz hale getiren emperyalist kapitalizmi hedeflemelidir.