18 Aralık 2020
Sayı: KB 2020/Özel-27

Yeni bir mücadele yılına hazırlanalım!
Fetihçi politikaların yansıması
Siyasal mücadele alanı olarak “asgari ücret
Yaşam hakkının ihlali sınıfsal bir sorundur
Diyanetin ‘yağmur duası’ sahtekarlığı
Yeni Maraşlar olmasın diye...
Kapitalizme ve salgının faturasına karşı mücadele!
“14 bin taşeron işçisi adına direniyoruz”
“Mücadele bizi daha da özgürleştirdi!”
Pandemide dünyada kadın eylemleri
100. Yılında Tarihsel TKP... 28 Şubat’ın dümen suyunda “TKP Açılımı” / 1 - H. Fırat
Friedrich Engels - Franz Mehring
Krizi fırsata çeviren haramiler
Hindistan’da sınıf mücadelesi
Fransa’da güvenlik neden ve nasıl bir ihtiyaç?
Güney Kürdistan’da protestolar
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Diyanetin ‘yağmur duası’ sahtekarlığı

 

Pandeminin tablosu günden güne ağırlaşıyor. Algı yönetimi ile geçiştirilen pandemi sürecinin en ağır yükünü işçi ve emekçiler taşıyor. İşçiler, ücretsiz izin saldırısı ve işsizlik sopası altında günde 39 TL’ye yaşamaya mahkûm ediliyor. Sağlık emekçileri ise her gün ağırlaşan çalışma koşulları altında tükeniyorlar. Esnaf, müzisyen, kafe-bar çalışanları göstermelik kısıtlamalar nedeniyle geçinemiyor. Alınan önlemler ise salgından korunmanın çok uzağında. Ekonomik kriz ve salgın toplumun her kesimini fazlasıyla etkisi altına almış durumda.

Toplum salgının çok yönlü sonuçları ile boğuşurken diyanetin gündemi ‘yağmur duası’ oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı, son dönemde ülke genelinde yaşanan kuraklık sorununa karşı cuma namazı sonrası bütün camilerde yağmur duası okunması kararı aldı. DİB’in zamanlaması ise manidar oldu. Zira DİB, meteorolojinin hava tahminlerini fırsata çevirerek bir kez daha dini istismar etmeyi amaçlıyordu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı! 81 ilde camilerden yapılan ‘yağmur dua’sı sırasında doğa DİB’in fırsatçılık yapmasına izin vermedi. Yağış hesaplanandan bir gün önce başladı ve yağmur duası şemsiyeler altında okundu.

Diyanet İşleri Başkanlığı, rejimin istekleri doğrultusunda gündemi oyalama ve hedef saptırma konusunda her zaman sağlam ve kullanışlı aparat olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda din istismarı ve Ortaçağ’dan kalma ideolojinin yayılmasında da AKP’nin fetva kurumu olarak özel bir rol oynamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yağmur duası için harekete geçmesi ise, Ortaçağ artığı zihniyetin içine düştüğü sefaleti bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Bu sahtekarlık, diyanetin ilk kepazeliği değil elbette. Daha önce DİB Başkanı Ali Erbaş, İzmir depremi ile ilgili ilahi çözümlemelerde bulunmuş ve şöyle demişti: “Esasında deprem afeti bize hem dünya için, hem de ahiret için bir uyarıda bulunuyor. Deprem, kıyametin bir örneğidir, alıştırmasıdır.”

İktidarın baroları bölme saldırısı da yine Erbaş’ın baroları hedef göstermesi ile başlamıştı. Erbaş’ın LGBTİQ+ bireyleri hedef göstermesine tepki göstererek açıklama yapan Ankara Barosu hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açılmıştı. Bunun üzerine baroların bölünme sürecinin startı verilmişti.

AKP iktidarının doğanın dengesini alt üst eden rant/talan projeleri, ağaçların ve ormanların kontrolsüz biçimde yok edilmesi kuraklığın asıl nedenleridir. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından çözüm olarak gündeme getirilen yağmur duası ise iktidarın talan politikalarının maniple edilmesini amaçlamaktadır. DİB’in son pespayeliği rejimin ne denli kokuşmuş bir noktaya geldiğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

 

 

 

 

 

19 Aralık’ta kırıldık ama eğilmedik!

 

Habip yoldaş Ulucanlar Katliamı’ndan önce bir yazısında saldırılara karşı dik durup belki kırılacak ama asla eğilmeyeceklerini yazmıştı. Söz belki başkasının ama ben ilk olarak Habip yoldaştan duydum ve pratiğiyle de birebir örtüştüğü için onun sözü olarak değerlendiriyorum.

19-22 Aralık saldırısında 20 hapishanede devrimci tutsaklar kırıldı ama eğilmedi. Sermaye devletinin hedefi tutsaklara boyun eğdirmekti, teslim almaktı. Saldırıyı tutsakları F Tipi “5 yıldızlı” hücrelere koymakla sınırlandırmak, siyasal miyopluk olur. Kuşkusuz sermaye devletinin ilk hedefi tutsakları hücrelere koymaktı. Bu yanıyla başarılı da oldu. Ama asıl hedef tutsakları, tutsaklar şahsında devrimci mücadeleyi teslim almaktı. Devrimci tutsaklar sermaye devletinin saldırısındaki asıl hedefine ulaşmasını canları pahasına engelledi.

Saldırının üzerinden 20 yıl geçti ama sermaye devleti bu hedefine ulaşamadı, ulaşamayacak da...

Saldırıya içerde hazırlıklıydık ama dışarısı hazırlıklı değildi

19 Aralık öncesi taleplerimiz büyük bir oranda karşılanacakmış gibi bir hava estiriliyordu. Televizyondaki, gazetelerdeki haberlere baktığımızda biz ölüm orucu direnişçileri bile sorun bugün yarın çözülür diye bir beklentiye girecek durumdaydık. Ama sürekli uyarılıyorduk: Rehavete kapılmayın, her an saldırı olabilir!

20 hapishaneye eş zamanlı saldıracaklarını düşünmüyorduk. Ama her hapishane kendi özgülünde saldırıya hazırlıklıydı. Bu hazırlık elbette moral açıdandı.

Dışarıda ise saldırı beklenmiyordu. Ne moral ne teknik olarak hazırlıklı değildi dışarısı. 19 Aralık sabahı sadece 20 hapishaneye değil, dışarıda da eylemlerde öne çıkan isimlerin kaldıkları yerlere saldırılar gerçekleştirildi. Geniş bir kitle üzerinde gözaltı terörü estirildi. Bu yüzden saldırıya karşı yapılan eylemler yine devlet terörüne uğradığı gibi, eylemlere katılım da sınırlı kaldı.

Belli bir süre sonra aynı kitlesellikte olmasa bile aynı yoğunlukta eylemler gerçekleştirilebilseydi 19 Aralık’ta dışarıda yaşanan sıkıntıyı sadece teknik bir sorun olarak değerlendirebilirdik. Ama 21 Mart 2001’de Cengiz Soydaş ölümsüzleşene dek dışarıda neredeyse hiç eylem yapılmadı diyebiliriz. Cengiz’in ölümsüzleşmesiyle birlikte eylemler artacağı yerde, neredeyse sönümlendi. Bu da moral olarak saldırıya hazırlıksız yakalanıldığının göstergesi sayılabilir.

Bu moral erozyonu içeriye de yansıdı. Ama asla devrimci tutsaklar genel olarak teslim olmadı. Evet kan kaybı, dökülmeler oldu. Ama devrimci irade teslim alınamadı.

19-22 Aralık saldırısı hala devam ediyor

19-22 Aralık saldırısının esas hedefi tutsakları teslim almaktı. Tutsaklar teslim olmadı; kırıldı ama eğilmedi. Aradan 20 yıl geçmesine karşın sermaye devleti tutsakları teslim alamadı. Bu yüzden hapishanelerde tutsaklara dönük saldırılar artarak devam ediyor.

Pandemi sürecinde AKP-MHP iktidarı salgını hak gasplarının bahanesi haline getirdi. Hapishanelerde de hak gaspları tüm mahpuslara yönelik arttı. Bununla beraber mide bulandırıcı bir tüccarlık söz konusu. Hijyen ve temizlik malzemeleri kantinde fahiş fiyatlarla mahpuslara satılıyor.

Hapishanelerdeki bu genel saldırı söz konusu devrimci-ilerici tutsaklar olduğunda daha da yoğunlaşıyor. Tutsakların tedavi hakkına erişimini engellemek, sürece yayılan bir katliamdır. Pandemi sürecinde tutsakların hastaneye götürülmeleri bile engelledi. Daha önce de olan ters kelepçe, kelepçeli muayene, tek kişilik ring dayatmaları devam ediyor. Tutsaklara yönelik bu dayatmaların tek bir anlamı var: Ya bu dayatmalar karşısında eğil, en azından muayene ol, ya da muayene dahi olamadan kırıl.

Tutsaklar bu dayatmalar karşısında da teslim olmuyor. En insani ihtiyaçlar bile teslim olmayan tutsaklara sağlanmıyor.

Özcesi 19-22 Aralık’taki saldırı biçimi ve şiddetiyle aynı olmasa da hala devam ediyor. Saldırının devam etmesi bile tutsakların teslim olmayıp, direndiğini gösteriyor.

2000 ölüm orucu direnişçisi
Muharrem Kurşun