10 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/02

Halkların ortak zenginliklerini yağmalama savaşı
Burjuva muhalefetin “tezkere muhalefeti”!
Bölgesel gelişmeler yayılmacı heveslere malzeme yapılıyor
Sermayenin ve AKP’nin “yerli-milli” safsatası
Kanal İstanbul Projesi üzerine Dr. Savaş Karabulut ile konuştuk…
Birleşik Metal Genel Kurulu’nun gösterdikleri
Metal işçisi kuru gürültü değil, somut ve sonuç alıcı mücadele programı istiyor!
Metal İşçileri Birliği Merkez Yürütme Kurulu Ocak ayı toplantı tutanakları
Petrol-İş Gebze Şube Genel Kurulu’ndan yansıyanlar
Halk hareketleri, işçi sınıfı ve devrimci parti
Süleymani cinayeti ve Molla rejimi
Ortadoğu’da yeni bir dönem mi?
Kadına yönelik şiddete karşı genelge
Müşteri değil öğrenciyiz, parasız yemek hakkımız!
Kapitalizm savaş demektir!
Tarım yapılmayan tarım ülkesi
Özgürlüğün kapısını aralarken…
Bedeli ödenmemiş hiçbir kazanım yoktur!
Birleşik bir mücadele hedefiyle örgütlenen İzmir İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Özgürlüğün kapısını aralarken…

 

Her yerde işten atmalar yaşanıyor, fabrikalar kriz nedeni ile kapılarına bir bir kilit vuruyordu. Yöneten bezirgânlar, kriz yok, ekonomi dimdik ayakta deseler de, patronlar çoktan krizi fırsata çevirmişlerdi. Her yerde daha fazla baskı ve kölelik dayatılıyor, kabul etmez isen kapı gösteriyordu. Daha az işçi ile daha fazla üretmek istiyordu patronlar.

Mert servisin fabrikaya gidene kadar sanayi içinde dolaştığı süre zarfında dışarıyı izliyordu. Dışarda kadınlı, erkekli sabahın köründe işçiler iş aramaya koyulmuştu. Kendi durumundan endişe duyuyordu. Yeni bir eve taşınmışlar, masraf yapmışlardı. Ayağını yerden kesecek kadar borçla bir araba da almışlardı, masraflar çoktu. Babası ve kendisi eve kıt kanat bakabiliyorlardı. Abisi yeni evlenmişti, eve bakmakla zorlandığında ona da destek çıkıyorlardı. İşyerinde hem mutsuz hem de memnuniyetsizdi yaptığı işten. İşten çıkmayı düşünüyordu ama bunu iş bulmadan yapma ihtimali yoktu. Çalıştığı yerde kalmamakta kararlıydı. Ustası uçak fabrikası var, ışın tabancası yapıldı, memleket gelişti diyor; başka birisi iktidar partisine sövüp sayıyor ama kendisi işleri başka işçilerin sırtına yıkmayı seviyor diye içinden şikâyet ediyordu. Ne yapacağını bilmiyordu, bu yalanlar dünyasında nefes alamaz olmuştu. Zaten istediği bölümde de çalışmıyor, fabrikanın tüm angarya işleri ona yaptırılıyordu.

Tam çıkmayı kafasına koyuyor, ama hayatın ona dayattığı sorumluluklar bu cesaretini bir çırpıda elinden alıyordu. Bir iç çekme eşliğinde eline çapak aletini alıp demir parçalarının başına dönüp işine devam ediyordu.

Mert hafta sonun gelmesine bu iç çatışmalara takılmadan seviniyor, arkadaşları ile ne yapacağını düşünüyordu. Bölüm amiri bu hafta sonu mesaiye çağırmıştı ama o yok diyordu. Amir daha fazla ısrar etmeyi bırakmış diğer işçilerin yakasına yapışmıştı. Ne mesai ne de para umurundaydı. Paraya ihtiyacı vardı ama nefes almaya daha fazla ihtiyacı vardı.

Amir zaten kısa sürede listeyi doldurmuştu. Listede mesaiye gelmek için amire baskı yapan işçiler de vardı, zorla gelmek zorunda kalanlar da. Paydos zili çaldığında hiç vakit kaybetmeden soyunma dolabında aldı soluğu. Ne elini doğru dürüst yıkadı, ne de yıkaması gereken iş elbisesini poşete koydu. Kafasında sadece buradan kurtulmak vardı. Merdivenleri koşarak hapishaneden kurtulmuş, servis aracında yerini almıştı. Kulaklıkla müzik dinlemeye koyuldu. Serviste hiçbir arkadaşının sesini duymak istemiyordu. İşyerinde de kimseyi duymamak için kulak tıkacı takardı. Bununla sadece kulağını değil ruh sağlığını da koruyordu.

Hafta sonu çok çabuk geçmişti. Sabah kalktığında yine sinirliydi. İki koca gün su gibi akıp gitmişti. Şimdi her çalışma günü bir ömür gibi uzun sürecekti. Bu ruh hali ile elini yüzünü yıkayıp üstünü giyinmesi on dakikasını almamıştı. Servise doğru isteksizce yola koyuldu.

Bu hafta içi biraz olsun daha rahattı. Çünkü hafta sonu yeni bir iş için adım atmıştı. Daha önce beraber çalıştığı Vedat abisi ile görüşmüştü. Vedat, kendi çalıştığı işyerinde bir iş ayarlayacağını ve mesleki olarak da gelişebileceğini ifade etmişti. Mert, Vedat abisini sever ve sayardı. Daha önce beraber çalışırken onunla sohbet etmekten, yan yana çalışmaktan zevk duyardı. Vedat diğer işçiler gibi değildi. Yalanı dolanı yoktu, kimseye iş yıkmaya çalışmaz, boş boş konuşmazdı. Bu iş kesin olacak diye düşünüyordu. Bunun verdiği rahatlıkla servis durağına varmıştı bile.

Mert durağa biraz erken gelmişti. Havadaki hafif serin esinti uykusunu almış, etrafını izlemeye koyulmuştu. Dikkatini tüm işçilerin suratlarının asık olması, kimsenin kimseyle konuşmaması çekti. Herkes somurtuyordu. Sonra düşündü bugün Pazartesi günü dedi. İşçiler haftanın ilk günü hep böyleydi. Sonra kendini düşündü, o işe her gittiği gün böyleydi. Başkası için gecesini gündüzüne katarak çalışmaktan mutlu olmuyordu. Çalışmak onun için bileklerine takılmış olan bir zincirdi, ama çalışmak zorunluluğunu hissediyordu. Bu karmaşalarla boğuşurken imdadına servis yetişti. Durağa yanaştı araba. Servise aynı duraktan bindiği arkadaşını henüz tanımıyordu. Aylardır karşılaşıyorlardı ama bir kez olsun konuşmamış, sohbet etmemişti. Hal hatır sormak da içinden gelmemişti. Çalışma yaşamında tanıştığı işçiler onda derin küskünlükler yaratmıştı, o nedenle diğerlerine karşı önyargılı davranıyordu. Servise bindiğinde her zamanki gibi kulaklığını taktı, müzik dinlemeye koyuldu. Ancak müzik onu düşüncelerden uzaklaştırmaya yetmemişti. Kafasında hep aynı düşünceler. Neden insanlar duyarsız, her şeyden memnun, neden hiç ses çıkarmıyor, nasıl olur da insan kendi sorunlarının nedeni olanları savunur vb. düşüncelerle boğuşuyordu. Kulaklığı sayesinde duymadığı sözcükleri hissediyordu. Bu huzursuzluğu yol boyunca devam etti. Fabrikanın önüne geldiğinde hapishane önüne gelmiş gibi hissetti. Hisleri derinleşmeden hızla iş elbiselerini giyip makinesinin başına geçmişti bile.

Üç gün boyunca bu ruh hali devam etti. Ama Vedat abisi onu aramış ve işini ayarlamıştı. Hiç vakit kaybetmeden iş görüşmesi için fabrikaya gitti. O gün herşey istediği gibi gitti. İşe almışlar, hatta beklediğinden daha fazla para vermişlerdi. İşim vardı diyerek izin istemişti iş görüşmesine gelirken ve öğleden önce orada olma sözü vermişti. Ama işi ayarlamıştı ve işe gitmeye hiç niyeti yoktu. Hızla eve geçti.

Ertesi gün daha mutluydu. Gitmese ne olurdu, kim ne diyebilirdi? İşi hazırdı. Ama fabrikada sinirini bozanlara birkaç laf söylemek istiyordu. Hemen hazırlanıp yola koyuldu. Daha fazla para kazanacak olmasının rahatlığı içindeydi. Servis bekleyen diğer işçilerde yüzüne mutlu görünmüştü. Onlarda mı benim gibi istediği yeni bir iş bulmuştu diye iç geçirdi. Çok beklemeden servis geldi. Koltuğa oturduğunda bu sefer kulaklığını takmadı, çünkü rahatça herkesle tartışabilir, içinden geleni söyleyebilirdi. İsterse serviste bulunan yalakalar bunları hemen müdüre yetiştirsinler, çünkü bugün çıkışını verecekti. İhbar süresini de çalışmayı düşünmüyordu. Güveni yerine gelmiş, kendini özgür hissediyordu. Bu işin sırrı ne acaba diye düşündü bir an. Atılma korkusu ile içinde birikenler yol boyunca dökülmüş, adres fark etmeksizin ne varsa eteklerinden dökülüyordu. Serviste herkes şaşırmıştı, sessiz sedası çocuk gitmişti, yerinde bir cengâver vardı.

Servis fabrika önüne geldiğinde artık hızlı hareket etmiyordu. Oysa koşup hızlıca iş elbiselerini giymeli, makinesinin başında hazır olmalıydı. Yoksa kapı dışı edilirdi. Atsınlar artık, onun bir işi vardı. Sallana sallana üstünü değiştirdi, hiç adeti olmamasına rağmen bir kahve yaptı kendine. Bu arada işbaşı zili çalalı on dakika olmuştu. Ama o büyük bir zevkle kahvesini yudumluyor.

Işın tabancası yapıldığını iddia eden sahtekar Mustafa Mert’e yanaştı. “Dün neden gelmedin, haber vermedin, bunlar yetmezmiş gibi bugün de makineni halen açmamış, burada kahve içiyorsun” diye çıkıştı.

Mert bu sözcük gruplarına kulak asmadı, sinek vızıltısı varmış gibi davrandı. Sonrasında dayanamayarak döndü, bütün cesaretiyle ustasına karşı konuşmaya başladı. “O kadar acelen varsa git kendin aç. Makine orada. Belki bu yalakalığından kaynaklı ağan sana madalya takar. Yalaya yalaya nereye kadar” diyerek bir anda tüm öfkesini bu sözcüklerle kustu.

Duydukları ile kulaklarına kadar kızaran Mustafa, bu cesaretten korkarak bir şey demeden oradan uzaklaştı.

Mustafa gittikten sonra onun yerinde gözü olan yaveri yalaka Tokatlı Nurettin şansını denemek istedi. “Mert hadi gel, bana bir yardım et.” diye seslendi. Yükselme heveslisi Nurettin’in birazdan duyacaklarıyla makinasının başına dönmesi bir olacaktı. “Hele sen hiç konuşma, yalancı Mustafa’nın yerinde gözün var. Onun yaptığı hataları hep yönetime ispiyonluyorsun. Hem de dibinden ayrılmıyorsun. Senin karakterin de beynin gibi göç etmiş. Sonra gel, sağcılardan bir şey olmaz, sol iktidara gelmeli de. Sen ne biçim bir mahluksun?”

İşbaşı zili çalalı yarım saat olmuş, herkes patron için harıl harıl üretiyordu. Ama Mert özgürdü. Bir an kendini herkese istediğini söyleyen yalaka Osman gibi hissetti. Sonrasında Osman’la kendini aynı kefeye koyma fikrinden vazgeçti. İti anması ile Osman’ın Mert’in yanında olması bir oldu.

Osman’ın bir planı olmalıydı. Yoksa o kimsenin ayağına kadar gelmezdi. Planı Mert’i herkesin içinde yerin dibine sokacak, çıkışını onların önünde verecekti. Hem Mert’ten kurtulacak, hem de diğer işçilere işten atma tehdidini böylece mesaj olarak iletecekti. Ama baltayı taşa vurmuştu. Daha Osman ağzını açmadan Mert konuşmaya başladı.

“Senin iş ayakkabın, iş gözlüğün, kulak tıkacın yok. İmalata böyle giremezsin, yasak. Kendi kendine tutanak tutmak zorunda kalırsın” diye Osman’a haykırdı. Osman bir anda ağızdan çıkan sözcüklerin hezeyanına kapılmış, kendini komik bir durumda hissediyordu. Bu boşluktan çıkıp mevkisine yakışır biçimde ona yanıt vermeli, bu böceği ezmeliydi. “Sen kimsin benimle böyle konuşuyorsun, bu hakkı nereden buluyorsun? Seninle birkaç dakikalık işim var, sonra zaten gideceğim…” Mert devam etmesine izin vermeden araya girdi. “Siz bize o ucuz iş ayakkabılarını veriyorsunuz. Ayakkabı ayağımızı yara yapıyor. Biz de topuğuna basmak zorunda kalıyoruz. Ucuz, işçiyi rahatsız eden kulak tıkacını ve koruyucu gözlüğü takmıyoruz. Bunlara hemen tutanak yazmayı biliyorsunuz. Daha geçen de terlediğimde çıkardığım gözlüğü fırsat bilerek tutanak tuttunuz. Bunu sizin buraya gelmenizi isteyen yalakalar yaptı. Sen de memnuniyetle karşıladın. Niye mi imzaladın? Bizi böylece korkutacak, zamda da sesimizi korkarak kesecektik. Böylece bizi ucuza kapatmak istediniz.”

Aslında böyle planlamamıştı. Sadece bir iki laf edecek, Osman’a da istifasını verip çekip gidecekti. Her şey sanki onun dışında gelişip gidiyordu. O konuşmuyordu, içinde biri onun yerine duygularını, düşüncelerini dile getiriyormuş gibiydi. “Ben bunlara katlanmak zorunda değilim. Sizin beni işten atmanızı bekleyeceğime ben işten çıkıyorum. Bize her yerde iş var, biz sizin için sadece birer köleyiz. Paramı verdikten sonra bana da patron çok” dedi.

Osman’ın bir şey demesine fırsat vermeden göğsünü gere gere soyunma dolaplarına çıktı. Osman dur deme cesaretini bulamadı. Artık istifa dilekçesini dahi düşünmüyordu. Osman şok olmuş durumda bir grup işçinin arasındaydı, aslanlar arasında kalmış ceylan gibi hissetti. Çabuk bu ruh halinden kurtulmalıyım diye düşündü hızlıca. Ve hemen herkesin işin başına dönmesini emretti. Az önce böcek olarak gördüğü bir işçi tarafından façası çizilen Osman istediği etkiyi yaratamadı. Herkes yavaş yavaş işinin başına geçti. Zaten seyirlik eğlence bitmişti. Osman savaş alanında uğradığı bu hezimet sonrası bir süre kendine gelemedi. Hatta artık üretim alanına bir daha çıkmayı, başka işçi tarafından azarlanmayı düşünmüyordu.

Soyunma dolaplarının merdivenlerinden aşağı inerken Mert kendini hiç hissetmediği kadar cesur hissediyordu. Kendine bakanlardan çekinmiyor, korkmuyor, kendini onlara muhtaç hissetmiyordu.

Minibüse binip eve gideceği yere yürürken içinden zafer çığlıkları atmak geçti. Hayatı boyunca kendini bu kadar cesur ve özgürce ifade etmemişti. Okul hayatı boyunca öğretmenlerine yanlış olduğu düşündüğü şeyleri söylemeye korkmuştu, ya bana takar sınıfı geçirmezse diye. Kuran kursuna gitmiş, aklına takılanları, sırf ateist damgası yememek için içine atmıştı. Korkuları ona sorguladığı yanlışları ifade etmesine izin vermemişti. Baskılar ifade etmesinin önünde hep engel olagelmişti. Bugün farklıydı, bir gün de olsa kendini hiç takılmadan sonuna kadar rahatça ifade etmişti.

Düşüncelerle beklerken araç gelmişti. Hızlı biçimde araca atladı, son boş koltuğa attı kendini. Odasına nasıl geldiğini bile anlamamış, sanki ışınlanmıştı. Düşünmeye devam etti. Sadece iş bulmuş olması bu cesareti vermiş olamazdı. Neydi benim üzerimdeki bu değişikliğin nedeni diye soruyordu kendine. Sonra Dev Tekstil, MİB toplantılarında konuşulanlar geldi aklında. Vedat’ın evinde yaptıkları işçi sohbetlerini hatırladı. Farkına varmadan bu konuşmalar benliğine işlemişti. Yoksa ben nereden bilirim diye düşündü. Bu sihirli düşünceler sadece benliğine işlememiş, ruhumu da özgür bırakmış diye mırıldandı. Nasıl da farkına varmadan dönüşmüştü.

Akşam arkadaşları ile kahvede buluştu. Arkadaşları Mert’i savaş kazanmış bir general gibi karşıladı. Arkadaşları ona daha derin bir saygı duyuyordu. Herkes onun bu cesareti ve gücü nereden bulduğunu merak ediyordu. Kısa zamanda sessiz biri iken nasıl da dönüşmüştü yeni haline. Yatakta düşündüklerini ve yol boyunca kafasından geçenleri, farkına vardığı noktaları arkadaşlarına anlattı. Diğer işçiler bu sendikanın toplantılarından ve işçi buluşmalarından biraz ürktüler. Bir yandan da derin bir merak vardı. Boş birkaç sohbetin ardından Mert yola koyuldu. Acele etmeden iç rahatlığı ile hareket ediyordu. İşbaşı için evrak sorunu da yoktu.

Mert eve varmış salonda oturuyordu. Bugün yaşadıklarını ev ahalisi ile paylaşamıyordu. Oysaki yaşamı için önemli bir günü geride bırakmıştı. Ama ne annesine ne babasına, ne de abisine anlatabilirdi bunu. Çünkü hepsi ona yıllardır itaat etmeyi öğütlemiş, ona göre eğitmişti. Abi ve baba da çalışıyor ama hiçbir zaman maruz kaldıkları haksızlığa karşı isyan etmiyorlardı. Buna da şükür diyorlardı. Kısa bir an paylaşmayı düşündü ama aklına atılacak nutuklar ve çekilecek nasihatler gelince bundan hemen vazgeçti. Odadan ayrılarak kendi odasına geçti. Bugün daha rahat uyuyacağını hissetti. Odayı karanlığa boğarak uykuya daldı.

Sabah kalktığında içinde hem bir heyecan hem de henüz anlam veremediği bir sıkıntı vardı. Tüm bedeni ve ruhu hala dün yaşadıklarının etkisi altındaydı. Yeni bir işe başlayacaktı. Ama orada da aynı insanların varlığını ve benzer sömürünün ağırlığını hissetti. Aslında iş değiştirmenin de sorunlarının çözümü için bir yol olmadığını anlamaya başlamıştı. Hem en önemlisi kendini eski Mert gibi hissetmiyordu. Diğer yandan da ödemek zorunda olduğu borçlar aklına geliyor, ikisi arasında sıkışıp kalıyordu. Nasıl eskisi gibi olabilirim diye kendi kendine isyan ediyordu. İçinde anlam veremediği fırtınalar kopuyordu. Eskisi gibi olursa o iğrendiği işçilere dönüşeceğini hissetti. Hem öyle olursa dün arkadaşlarına anlattıkları yalandan ibaret olacaktı. Ne hak ne hukuk kavramının bir anlamı kalacaktı. Mert şimdi de bu çelişkiler yumağı içinde boğuşuyordu. Karmaşık duygularla yeni servis durağına doğru geçti. Günlerden pazartesi gibiydi, herkesin suratı durakta asıktı. İş değiştirdiğinde her şeyin değişeceğini sanmıştı ama aynıydı. Servis geldiğinde kendi kendine bir karar verme zorunluluğu hissetti. Fabrikaya varmadan net bir karar vermeliydi. Ya eski Mert olacak her şeye kulak tıkayıp işine bakacak, ya da dünün devamını yüreklilikle hiçbir şeyden kaçmadan yerine getirecekti…

Karaçam kardeşler

Tekirdağ 1 Nolu F Tipi

C-90