10 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/02

Halkların ortak zenginliklerini yağmalama savaşı
Burjuva muhalefetin “tezkere muhalefeti”!
Bölgesel gelişmeler yayılmacı heveslere malzeme yapılıyor
Sermayenin ve AKP’nin “yerli-milli” safsatası
Kanal İstanbul Projesi üzerine Dr. Savaş Karabulut ile konuştuk…
Birleşik Metal Genel Kurulu’nun gösterdikleri
Metal işçisi kuru gürültü değil, somut ve sonuç alıcı mücadele programı istiyor!
Metal İşçileri Birliği Merkez Yürütme Kurulu Ocak ayı toplantı tutanakları
Petrol-İş Gebze Şube Genel Kurulu’ndan yansıyanlar
Halk hareketleri, işçi sınıfı ve devrimci parti
Süleymani cinayeti ve Molla rejimi
Ortadoğu’da yeni bir dönem mi?
Kadına yönelik şiddete karşı genelge
Müşteri değil öğrenciyiz, parasız yemek hakkımız!
Kapitalizm savaş demektir!
Tarım yapılmayan tarım ülkesi
Özgürlüğün kapısını aralarken…
Bedeli ödenmemiş hiçbir kazanım yoktur!
Birleşik bir mücadele hedefiyle örgütlenen İzmir İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bölgesel gelişmeler yayılmacı heveslere malzeme yapılıyor

 

ABD emperyalizminin Kasım Süleymani ve beraberindekileri katletmesinin ardından gözler bir kez İran ve Amerika’ya çevrildi. Bölgesel çıkarları gereği her iki tarafla kimi anlaşmazlıklara rağmen arasını iyi tutmaya çalışan Türk devleti bu yeni duruma göre politika belirlemeye çalışıyor. Erdoğan ve hükümet sözcüleri, İran’a taziyelerini bildirirken bile ABD ile karşı karşıya gelmemek için özenle seçilmiş cümleler sarf ettiler.

İran halkında büyük bir infial uyandıran böylesine açık provokatif bir saldırı karşısında Erdoğan ve çevresinin ABD’yi sözde bile kınamaması, geçiştiren açıklamalar yapmasının çokça nedeni var. İran’la taktiksel yakınlık sürdürülürken ABD ile olan stratejik ortaklığa zarar gelmemesine dikkat ediliyor.

Suriye, Irak, Libya örneklerinde olduğu gibi bölgesel gelişmeleri kendi yayılmacı hesaplarına manivela yapmaya çalışan Erdoğan AKP’si tüm gelişmeleri dikkatle izliyor. Her yeni gelişmeyi fırsata çevirmeye çalışıyor. Böylece bölgesinde “taşeron” olarak değil menfaatlerine göre müdahale eden bir güç olarak sahneye çıkmaya çalışıyor. Doğu Akdeniz’e yönelik atılan adımlar, Libya’ya yönelik girişimlerde olduğu gibi.

İran ve ABD arasındaki gelişmelerle bağlantılı olarak tüm olası senaryolar da A,B,C planları olarak masada duruyor. ABD emperyalizminin Irak işgali, “kardeş Esad”ın “zalim Esed”e dönüşmesi, Türk inşaat tekelleri için bir dönem cazibe merkezi olan Libya’nın ve Kaddafi’nin akıbeti bölge devletleri için Türk devletinin ne kadar güvenilir olduğunu fazlasıyla gösteren örneklerdendir. ABD emperyalizminin buna cüret edip edemeyeceği bir tarafa ancak olası bir İran işgali için de tüm senaryolar hazırlanmıştır.

AKP’nin dış politikasını işçi ve emekçilere kabul ettirmek için görevlendirilmiş olan yandaş kalemşörlerin Kasım Süleymani öldürüldükten sonraki yaklaşımları yarın olacakların bugünden habercisidir. Devlet aklının siyasetçisi ile değil medya tetikçisi tarafından dillendirildiği bu yaklaşım yayılmacı emellerin dışa vurumudur. Mezhepsel kinlerini kusma fırsatı bulanlar için bu suikastlar oldukça hayırlıdır.

Bölgedeki gelişmelerle ilgili AKP tarafından yapılan açıklamalarda Türk devletinin çıkarlarına vurgu yapılırken, savaşlar dolayısıyla insanların yaşadığı mağduriyette kullanılmaktadır. Tutarsızlıklarla dolu olan gerekçelerini de yine kendileri çürütmektedir. Libya’da yanında saf tuttuğu Trablus hükümetini BM’nin tanıdığı meşru güç olarak nitelendirirken, Suriye’de yine BM’nin bir parçası olan Esad hükümetine karşı gerici çeteleri kullanarak yıkmaya çalışmaktadır. Suriye’de dünyanın farklı ülkelerinden toplanmış bu güruhu “Suriye Milli Ordusu” olarak kutsayanlar Libya’daki Hafter güçlerini göçmenlerden oluşan ve dış güçlerce kullanılan meşru olmayan bir güç olarak tanımlamaktadırlar.

Türk devletinin dış politikadaki bu gibi tutarsızlıklarıyla ilgili elbette daha çok şey söylenebilir. Tüm bunların gerisinde Erdoğan AKP’si ile hayata geçirilen yayılmacı anlayış vardır. Bu hevesler ise hiç de sadece Erdoğan hükümetleri ile sınırlı değildir. Kıbrıs işgali, birinci Körfez Savaşı esnasında Turgut Özal’ın dillendirdiği “bir koyup üç alma” hayali ve Musul-Kerkük’ten Orta Asya’ya uzanan senaryolar hep bu yayılmacı heveslerin ürünüdür.

Bölgesel gelişmeler bu amaçla değerlendirilmeye çalışılmakta ve devletin milli çıkarları olarak kodlanarak dillendirilmektedir. Ancak emperyalist merkezler arasındaki çıkar çatışmaları şiddetlendiğinde bu heveslerin hayata geçirmenin güçlüğü ortadadır.

 

 

 

 

Ölüm saçan santrallere teşvikler!

 

“En çevreci benim” diyen Recep Tayyip Erdoğan, termik santral konusunda da çevreyi ve insanı düşünen hassas cumhurbaşkanı imajı çizmeye çalışıyor. Termik santrallere filtre takma zorunluluğunu 2.5 sene erteleyecek kanun düzenlemesi büyüyen tepkiler sonucunda iptal edildi. Düzenlemeyi veto eden cumhurbaşkanı şu açıklamayı yaptı: “Ülkemizin enerji ihtiyacının karşılanması zarureti, insan sağlığı ve çevrenin korunması amacının önüne geçmemelidir. Günümüz şartlarında çevre kirliliğine yol açmadan, özellikle hava, su ve toprak kalitesini bozmadan da enerji üretiminin gerçekleştirilmesi mümkündür.”

Ancak yapılan tüm icraatlar, sermayeye tanınan tüm kolaylıklar, bu söylenenlerin ne denli samimiyetsiz olduğunu ve sermayenin işlerini kolaylaştırma bakışı ile hareket edildiğini gösteriyor.

Ülkede 52 tane termik santral var. Filtreleme ve baca gazı temizleme noktasındaki sorumluluklar yerine getirilmediği gibi, 9 şirkete ait 15 termik santralin ne kadar zarar verdiği, düzenleme yapılacağının gündeme gelmesi üzerine kamuoyuna taşındı.

2013 yılında yapılan yasal düzenleme ile termik santrallere arıtma konusundaki sorunlarını çözmeleri için zaman tanındı. 31 Aralık 2019 bu süre dolacağı için, yeni bir düzenleme ile 2.5 yıl daha ertelenmeye çalışıldı. Ortaya konulan tepkiler bu düzenlemenin kanundan çıkarılmasını sağladı. Ocak ayının ilk günleri itibariyle en sorunlu santraller mühürlenmeye başlandı. 5 santral mühürlendi, bir tanesinin kısmi çalışmasına izin verildi. Sorunlu santrallerin diğerleri ya evraklarını tamamladı ya da geçici belgelerle belli süreliğine üretime devam etmelerine izni verildi.

Bir yandan mühürleme yapılırken, öte yandan 9 şirkete ait 15 termik santrale 2020 yılında 1.5 milyar TL verileceği açıklandı. Bu şirketler 2018 ve 2019 yıllarında da TEİAŞ’tan bir milyar 100 milyon TL teşvik almışlardı. Görülen o ki, bu teşvikler hiçbir şekilde filtrasyonda, çevreye zarar veren sorunların ortadan kaldırılmasına kullanılmıyor. Ama yine de kaynaklar şirketlere aktarılmaya devam ediyor. AKP iktidarı bir türlü yolunu buluyor, sermayeye hizmetini kusursuz yerine getiriyor.