2 Kasım 2018
Sayı: KB 2018/41

Ekim Devrimi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor!
Ortadoğu, Kürt sorunu ve “çözüm masası”na çağrı
Gerici-faşist koalisyondaki çatlak ve reformist sol
Saray rejimi din istismarında ölçü tanımıyor!
Kıdem tazminatını gasp etme planı devrede
Kriz içinde debelenen düzene karşı fabrika örgütlenmelerinde birleşelim!
Hidromek’te “arabulucu” oyunu
Türkiye’den Filistin’e iş sağlığı ve güvenliği eğitimi(!)
KESK yöneticileri şiddete son vermelidir!
İşçilerin kaleminden ekonomik kriz
Ekim Devrimi üzerine - V. İ. Lenin
“Gerçek insan” Karadayı!
“Amerikan rüyası”na yürümek ya da kabustan kaçmak
Savaşın acı sahneleri
Dörtlü Zirve gerçekleşti, sorunlar devam ediyor
İdlib’de kimyasal provokasyon hazırlığı
Almanya-Hessen’de eyalet seçimleri
Frankfurt’ta ‘Marksizm ve işçi sınıfı’ konulu seminer
Greif işgalini yargılayanların karşısında, grev hakkını kullanan Greif işçilerinin yanındayız!
Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için YÖK’e ve YÖK düzenine karşı mücadeleye!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Gerçek insan” Karadayı!

 

Hegel, Homeros’un Troya destanındaki Akilleus’u, karakteristik özellikleri üzerinden “işte gerçek bir insan” olarak tanımlar. Akilleus bir kahramandır, eylemler içinde geçen hayatı bir eylemle sonlanır.

Annesi Thetis’i çok sever. Yine çok sevdiği Briseis elinden alındığında ise kahrolur. Kırılan onurunu savunmak için Agamemnon’un ordusunda savaşmayı reddeder. Sadık dostu Patroklos’un bu savaşta ölümü onu derinden etkiler ve yeniden savaşa katılmasına yol açar. Ateşli, korkusuz, kendinden büyüklere saygıda kusursuz, ama çabuk kızan, kendinden geçen, düşmanına karşı acımasız...

Eylem, bir bireyin güttüğü amaçların dışa yansımasıdır. Bireyin davranışlarında, eyleminde tutkuya bürünen amaç, onun gerçek karakterinin temelini oluşturur. Dik halayı coşkuyla oynayan, “Haydar haydar”ı kalbinin derinliklerinden süzen, müthiş espri yeteneği ve sevecenliği ile gerçek bir insan ve büyük dava adamı... İşte bizim Sinan yoldaş!

“Bizden biri”

Sinan yoldaşı tanıyan hemen her kesimden insan, onu ikirciksiz, olduğu gibi görünen, son derece sade ve davasına büyük tutkuyla bağlı bir devrimci olarak tanır ve tanımlar. Mücadelede küçük-büyük iş ayrımı yapmamak gerçek bir devrimci önderin özelliği değil midir zaten? Önder olmak ne akademik bir unvan ne de dışarıdan atfedilmiş bir özelliktir. İşçi sınıfının kurtuluş davasına bağlı, alt sınıfların yaşam tarzını, yaşadığı güçlükleri, mücadele motivasyonunu ve sınırlılıklarını günlük yaşam içinde büyük bir titizlikle gözlemleyen, bundan politik sonuçlar çıkaran ve pratiğinde hep gözeten bir önder tipiydi Sinan yoldaş. Bu yönüyle devrimci hareketin “önderlik geleneğine” yabancıydı, kitlelerin doğal önderiydi.

Sade püriten yaşam tarzı, uğruna mücadele ettiği sınıfsız toplum felsefesinin bilinçli bir sonucuydu. Devrimcilik anlayışından dolayı kendisi ve ailesi için her türlü ayrıcalığı reddetti. Yurtdışında devrimcilerin yaşadığı yabancılaşma ve çürüme onun hep uzağında kaldı. Karadayı bu yozlaşmış kapitalist dünyanın yüzüne, “işte meydan, sen kaybedeceksin” diyerek, sol yumruğunu sıkarak meydan okudu.

Rusya’da işçiler Plehanov’un bilgisine ve kişiliğine saygı duyduklarını söyler, Lenin’i ise “o bizden biri” diye anarlar. Evet, Sinan yoldaş da bizden biriydi!

Sol harekete dönük hassasiyeti

Süreklilik ve kopuş bir bütündür. Sürekliliği barındırmayan bir kopuş diyalektik değildir. Geçmiş devrimci hareketin ideolojik, politik, örgütsel pratiğini reddetmek, inkarcılık değil, onu aşarak, niteliksel olarak yeni bir düzeyde devam ettirmektir. İleriye sıçramayı amaçlayan her kopuş olumsuzlamayı zorunlu kılar. Bunu başaramazsan, özellikle de politik mücadelede mevcut olanı bile koruyamaz, geriye düşersin.

Sinan yoldaş EKİM’in oluşumundan itibaren devrimci hareketin o güne kadar yarattığı bütün değerleri önemsedi, ikirciksiz sahiplendi ve her tartışmada bu sürekliliğin altını kalın çizgilerle çizdi. Türkiye topraklarında devrimi başarmak boynumuzun borcudur derdi. Ancak kopuş olmadan bunu gerçekleştirmek olanaklı değildi. İbrahimler, Denizler, Mahirler, Mehmet Fatih Öktülmüşler, Mazlum Doğanlar, Erdal Erenler ve adını anamayacağımız sayısız kahraman, canları-kanlarıyla devrim ateşini bu topraklarda canlı tuttular. Bu omuzlarda büyük bir yük ve ağır bir sorumluluk demekti. Bu sorumluluğun yerine getirileceği inancını her zaman taze tuttu. Çünkü artık bu topraklarda gerçek bir devrim partisi vardı. Bunu yüksek bir bilinç, inanç, özgüven ve gururla her ortamda dillendirirdi.

Devrim için içtenlikle mücadele eden hareketlere yaklaşımının altında da bu özgüven yatıyordu. Sol grupların kendi programları ve kimlikleri temelinde yürüttüğü mücadelenin de sınıf mücadelesini ileriye taşıyan vuruşlar olduğunu söylerdi. Sınıf mücadelesi, farklı grupların, toplumsal kesimlerin ve partilerin de kendi politik kulvarlarında mücadele etmeleriyle ilerleyecekti. Sol harekete bakışına hep bu yön verdi.

Başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamaz!

O Kürt halkının verdiği mücadeleyi büyük bir sorumluluk ve devrimci samimiyetle destekledi ve hep ilişki içinde oldu. Partisinin Kürt sorununa yaklaşımda da sol hareketten köklü bir kopuşu gerçekleştirdiğini büyük bir özgüvenle savundu. Bu yaklaşım, yaşadığı katliamlar ve vahşete karşı Kürt halkını sahiplenme ve dayanışmanın çok ötesindeydi. Ortak mücadele cephesinde birleşmeden, sermaye iktidarını devirmenin olanaklı olmayacağı bir gerçekti. Bu da işçi sınıfı içerisinde şovenizmi alt etmeyi gerektiriyordu.

Sinan yoldaş farklı argümanlar ve sol söylemlerle Kürt halkının mücadelesine burun bükenlerin ince sosyal şovenizmini teşhir etmenin zorunluluğu üzerinde titizlikle durur, bu söylemlerin samimiyetsizliğine, kendi burjuva sınıflarının izledikleri politikaları “hoş” göstermeyi amaçladığına işaret ederdi.

Son görüşme!

Ölümünden iki hafta önce son görüşümdü. Çabuk yorulduğunu söyledi. İnlediğini görünce üzüldüğümü fark etmiş olmalı ki, gülümseyerek, “nenem inlerken gülüyorduk, rahatlıyorum diyordu!” dedi. “Hava güneşli, kısa da olsa dışarı çıkaralım” cümlesini bitirmeden, “yoruluyorum, biraz düzeleyim, daha sonra” dedi. Bir daha düzelemeyeceğini biliyorduk. Ziyaretine gelmek isteyenlere, “biraz kendime geleyim, ondan sonra” dediğini söyledim.

“Ölümden korkuyor musun?” diye sorsaydım, cevabı netti: “Neden? Ben burada olduğum sürece o olmayacak, o geldiğinde de ben olmayacağım” diyecekti.

Hiç şaşırmadım. Telefonda pankartın yerini soran yoldaşına cevap verirken gülümsüyordu. Sevgili hayat arkadaşına ve odada olan eski yoldaşına takılmadan duramıyordu...

Sevdiği bir yoldaşının makalesini illaki okumamı, fikrimi söylememi istedi. “Söz, sonra” dedim. Ağrısı vardı, yorgundu, bu nedenle fazla yoğunlaşamıyordu.

Bu arada, “Marks’ın 200. yıldönümünü yeteri derecede gündemde tutamadık” dedi, çok önemli olduğunu düşünüyordu. Alman Devrimi’nin 100. yıldönümü de öyle, güncel derslerle doluydu...

İdeolojik sorunlardaki hassasiyetini yakından bildiğim için, neden Marks’ı diye sorsaydım, “‘Marks’ı okumanın zamanı’ makalesinde önemi üzerinde yeterince durdum” diyecekti. Ne kadar da içten yazmıştı Karadayı... Daha önce de bu makale üzerine sohbet etmiştik. Marks her şeyden önce büyük bir devrimciydi. Aslolan dünyayı değiştirmekti! 

Alman Devrimi

100. yılında Alman Kasım Devrimi etkinliklerinde, yürütülecek tartışmalarda aramızda olmayı ne kadar istediğini tahmin etmek güç değil. Çok önemsiyordu. Devrimin objektif koşullarının olgunlaşmasına rağmen neden kazanılmadığını anlamak ve dersler çıkarmak önem taşıyordu. Sınıf mücadelesinin inişli çıkışlı süreçlerinde işçi sınıfına önderlik edecek bir proleter partinin nasıl hayati önemde olduğu, bunun bir devrimin kaderini belirlediği görülmüştü. Almanya’da bu başarılamamış olsa da, Rosa ve Karl’ın yaktıkları devrim ateşi sönmeyecek, devrim ateşinde yanmak belki bizim payımıza düşer diyordu Sinan yoldaş...

İyi ki yoldaşın oldum!

Saygıyla...

A. Eren