17 Ağustos 2018
Sayı: KB 2018/32

Kriz derinleşiyor…
Erdoğan ve yancıları
Sermaye ve AKP iktidarının döviz telaşı
“Yeni Ekonomi Yaklaşımı” ve Sabancılar
Dinci faşist iktidarın uşaklık imtihanı
“Döviz krizi” ve Avrupalı emperyalistlerin korkuları
“Avukatlar olarak direnmeye devam edeceğiz!”
“Mücadelemiz nesilden nesle devam edecektir!”
Rant odaklı kentleşme ve doğal afetler
Gre(if)v yargılanamaz!
“Greif’teki işgal, grev, direniş yargılanamaz!”
Cevabımız: İşgal, grev, direniş!
DEV TEKSTİL: Kriz bahane, işten atmak şahane!
Patron zihniyetli sendika bürokrasisine karşı mücadeleye!
Direnişin 3. ayında Flormar işçileriyle artan baskı ve saldırıları konuştuk
İşçi ve emekçilerin kaleminden ekonomik kriz
Almanya “ne pahasına yeniden nükleer bir güç haline gelebilir?”
İran’da kepenk kapatma ve grev
Korku hücresi
Faşizmin demir yumruğu altında şiirler okuyan Federico Garcia Lorca
Kriz, kapitalizmin ve tek adam rejiminin krizidir…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Avukatlar olarak direnmeye devam edeceğiz!”

 

Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatlarının tutuklanmasının üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sona ilk duruşma 10 Eylül’de görülecek. “Avrupa’nın en büyük adliyesi” olarak övünülen Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde yer olmadığı gerekçesiyle duruşma Bakırköy Adliyesi’nde görülecek.

Üstelik 8 ayrı hapishaneye kapatılan avukatlara duruşma salonunda ifade vermek yerine SEGBİS ile ifade dayatması yapılıyor.

HHB’li avukatlara yönelik tutuklama saldırısını ve sonrasında yaşadıklarıyla birlikte yaklaşmakta olan duruşmaya ilişkin gelişmeleri Av. Ezgi Çakır ile konuştuk.

“Muhalefete yönelik baskılardan HHB de nasibini aldı”

HHB’li avukatlara yönelik baskın ve tutuklama saldırısına ilişkin, “Aslında muhalefete yönelik faşizmin yükselttiği bu baskı politikalarından HHB de 2013’te olduğu gibi 2017 senesinde de aynı şekilde nasibini aldı” diyen Çakır, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “2017 senesinde Nuriye, Semih’in uzun süredir devam eden açlık grevi, KHK’yla işten atılan kamu emekçilerinin direnişleri sürüyordu. Yüksel Caddesi’nde tutuklandılar. Açlık grevleri devam ederken duruşma günü verildi. 14 Eylül duruşma tarihleriydi. 14 Eylül’den iki gün önce tam 12 Eylül’de (manidar da bir tarih) evlerimiz, bürolarımız basıldı. Eş zamanlı bir baskınla toplamda 16 meslektaşımız gözaltına alındı. 16 meslektaşımızdan 15’i 21 Eylül tarihinde tutuklandı. Sonrasında devam etti operasyonlar bitmedi. Büromuz bu süreç boyunca bugüne kadar 3 kere basıldı.

Son baskında, bütün apartmanı bastılar. Apartmandaki tüm dairelerin kapısını çaldılar. Kapısını açamayan, duşta olan, evde olmayanların da kapıları kırıldı. Aslında tabi iktidar terör demagojisiyle tüm bunları yapıyor. Halktan koparmaya çalıştırılan bir mücadele var. Ama asıl kendisi tam bir zorba gibi davranıyor. Bunun adı zorbalıktır.”

“Hapishane idareleri ‘sizin buraya geleceğiniz belliydi’ dedi”

Tutuklamaların ertesi gününde hapishane idarelerinin tutuklanan avukatlara “Sizin buralara geleceğiniz belliydi” dediklerini aktaran Çakır, tutuklamanın siyasi olduğuna ve kararın mahkeme dışında verildiğine dikkat çekerek şunları söyledi: “Aslında gözaltındayken tutuklama kararı çıkacağı çok belli. 7-8 ayrı hapishaneye dağıtılacakları çok belli. Zaten bu da çok açık bir politika olduğunu gösteriyor. Ama şunu görüyoruz, hukuktan söz etmek mümkün değil. Hukuktan evet söz ediyoruz ama hangi hukuktan, faşizmin hukukundan söz ediyoruz. Kendi burjuva hukuklarına dahi uymadıkları bir süreçten geçiyoruz. Önce OHAL bahanesi dediler. Şimdi OHAL’in KHK’ları kanunlaştırılıyor ve aslında faşizm de kurumsallaştırılıyor bu şekilde.”

Saldırılar tecritle sürdürülüyor

Farklı hapishanelere sürülen tutsak avukatlara yönelik saldırıların bitmediğini, baskı ve tecrit saldırılarının hayata geçirildiğini belirten Çakır, “Selçuk Kozağaçlı aylardır tecritte. Yaprak Türkmen aylarca tecritte kaldıktan sonra henüz yeni 3 kişilik koğuşa alındı. Engin Gökoğlu’nun kolu kırıldı ve kendisi fizik tedaviye götürülmedi, engellendi. Yine Engin Gökoğlu ve Süleyman Gökten’in kitapları, çocuk kitapları dahil olmak üzere, klasik dünya edebiyatı dahil olmak üzere hiçbir kitabı, savunmaya ilişkin kitapları dahi verilmiyor. Yine Barkın Timtik’in 50 yılı aşkın bir görüş cezası var” dedi.

“Amaç; mücadeleyi avukatsız ve savunmasız bırakmak!”

ÇHD ve HHB gibi muhalif, devrimci avukat örgütlenmelerine yönelik özellikle son dönemde artan saldırılara değinen Çakır, en önde hak ve özgürlük mücadelesi veren avukatların tutuklanmasıyla diğer avukatlara da bir gözdağı verilmek istendiğine dikkat çekti.

Bu saldırıların diğer nedenlerine ilişkin ise şunları ifade etti: “Sonrasında tabi ki de bu insanların kimlerin avukatlığını yaptığına bakmak lazım. Büromuz, ÇHD aynı zamanda Dilek Doğan’ın avukatlığını yapıyor, Berkin Elvan’ın avukatlığını yapıyor, Hasan Ferit’in avukatlığını yapıyor, Nuriye ve Semih’in avukatlığını yapıyor, mahallelerdeki devrimcilerin, uyuşturucuya karşı mücadele edenlerin avukatlığını yapıyor, hak ve özgürlük mücadelesi verenlerin avukatlığını yapıyor. İşte bu insanları avukatsız bırakmak, mücadeleyi avukatsız bırakmak, mücadeleyi savunmasız bırakmak, bu şekilde insanları sindirmeye yönelik bir politika hem de. Tabi bu avukatlar aynı zamanda bir pratiğin içinden geliyorlar. Sadece hukuku ya da adaleti adliye saraylarında aramak ya da adliye saraylarından çıkarmak niyetinde değiller. Her zaman direnenlerin omuz başında olmuşlar. Her zaman kendileri de direnmişler. Biliyorsunuz Berkin Elvan’ın soruşturması devam ederken Okmeydanı’nda Berkin Elvan’ın vurulduğu yerde bir ay açlık grevi yapan avukatlar bunlar. Günay Özarslan katledildiğinde keşif için içeri alınmadıklarında oturma eylemi yapan avukatlar. Yine müvekkilleri TEM’de işkence gördüğünde 7. katta oturma eylemi yapıp gözaltına alınan avukatlar.”

Çakır ayrıca tutuklanan avukatların İstanbul’dan Ankara’ya “adalet yürüyüşü” yaptıklarını hatırlatarak “müvekkillerimiz için adalet istiyoruz” dediklerini belirtti. Çünkü kapalı kapılar ardından adalet çıkmadığını söyleyerek “Ne kadar kamuoyuyla paylaşırsak, ne kadar bunun için mücadele verirsek, ne kadar birbirimizle dayanışma içerisinde olursak ancak bu şekilde birbirimizin ne kadar adaletsizliğe uğradığını bilirsek, belki daha güçleneceğiz. O yüzden de sokakta olmayı da tercih etmiş avukatlar. Bu pratikten sebeple aynı zamanda tutuklular” dedi.

8 ayrı hapishaneye sürüp ‘şehir dışındasınız’ diye SEGBİS dayatıyorlar

Tutuklamanın üzerinden 1 yıl geçtikten sonra görülecek ilk duruşmada avukatları 8 ayrı hapishaneye sürgün edenlerin SEGBİS ile ifade dayatmasında bulunmasına ilişkin ise Çakır şunları dile getirdi:

“Bir sene sonraya duruşma günü verildi ve sonrasında sanki kendileri sürgün etmemişler gibi ‘siz şehir dışındasınız o yüzden size SEGBİS yazıyoruz’ denildi. Bu insanlar avukat. Avukatlık yaparlarken de her zaman şunu iddia ettiler, dediler ki, ‘Böyle bir yargılama olmaz.’ Yani yüz yüzelik ilkesine aykırı, adil yargılanma hakkına aykırı. Müvekkiller için de bunu savundular; ‘Benim müvekkilim duruşma salonuna getirilmeli.’ Çünkü SEGBİS teknik olarak da çok sağlıksız. Size sayısız duruşma tutanağı gösterebilirim, ‘SEGBİS kesildi, şu güne ertelendi’, ‘SEGBİS bağlantısı yapılamadı.’ Şöyle düşünün 1 metrekarelik bir odada ekranın karşısında bir kişi ve o kişi oradan kimseyi duyuyor mu görüyor mu belli değil. Gerçekten duyamayan bir sürü müvekkilimiz var. Mesela tanık geliyor, tanığı duyamıyor. Ya da diğerini duyamıyor. Avukatı yanında değil. Herkesin 2 avukat tutma gibi bir lüksü mü var? Avukatın yanında mı olsun, duruşma salonunda mı? Ama o anda gelişen bir olaya karşı beraber konuşacaklar, tartışacaklar, ona göre bir strateji belirleyecekler. Ama müvekkillere yönelik de bu iki taraflı bir şey aslında. Hem savunma hakkının ihlali, hem adil yargılanma hakkının ve yüz yüzelik ilkesinin ihlali.

Habeas Corpus ilkesi vardır, 1600’lü yıllarda İngiltere’de... Orada demişler ki sen bu adamı alıyorsun ama aynı şekilde önümüze getireceksin, hiçbir parçası eksilmeden. Bunu şu anda yapamıyoruz. Aslında iktidar teknolojiyi yine kendi lehine kullanmayı çok iyi beceriyor. Berkin Elvan dosyasında salona getirmedi sanığı, SEGBİS’le bağladı. Sanığın böyle bir iddiası yok ben getirilmek istemiyorum diyor. Güvenlik gerekçesi diyorlar vs. Ama tanıklara teşhis yaptıramıyoruz. Neden; fiziki olarak adam yok. Orada bir bıyık, bir gözlük takmıştı. Sanık tarafından olduğunda iktidar. Müşteki tarafından olduğunda biz sanık sandalyesinde olduğumuzda yine kendi tarafında kullanıyor. Neden; çünkü avukatlar oraya gelecek, orada bir dayanışma olacak. Orada duruşma salonunda gerçekten haksızlıkları, hukuksuzlukları yüzlerine vurulacak. Ama SEGBİS’te bu çok daha ruhsuz.

KHK ile SEGBİS’e çıkmayanlar susma hakkını kullanmış sayılıyor

SEGBİS hukuksuzluğunun yanı sıra son dönemde birçok dosyada kişilerin savcı ve hakim karşısına dahi çıkarılmadan tutuklandığına da dikkat çeken Çakır, “Savcılar direkt kağıt üstünden tutuklamaya sevk ediyorlar. Sorgu hakimliği de noter gibi tutuklayıp gönderiyor. Son süreçte 200 müvekkilimiz bu şekilde tutuklandı” dedi.

Tutsakların savunma hakkını gasp etmek için SEGBİS konusunda çıkarılan KHK’ya dikkat çeken Çakır “SEGBİS’e çıkmıyorsan susma hakkını kullanmış sayılırsın” anlamında bir hüküm getirilmesini teşhir etti: “SEGBİS’te de yine duruşmalarımızda KHK hükmü getirdiler, eğer SEGBİS’e çıkmıyorsan susma hakkını kullanmış sayılırsın diye bir hüküm getirdiler. Tamamen bir köşeye sıkıştırma ve ya bizim dediğimiz gibi 1 metrekarelik odada ifade verirsin, duyduğun anlaşılmıyor.”

Çakır, SEGBİS ile duruşmaya bağlanan müvekkillerinin yüzde 70-80’inin verilen hükmü dahi anlayamadığı, bağlantının kesildiğini ve bir tıkla müvekkillerinin duruşma dışına atıldığını söyledi.

Müvekkilleri Dilan Ekin’in davasında SEGBİS’e çıkmadığı için susma hakkını kullandığı gerekçesiyle savunması dahi alınmadan 7 sene “örgüt üyeliği” ve 4 sene de “örgüt propagandası” gerekçesiyle ceza verildiğini aktardı.

“Tabi ki böyle bir süreçte avukatların SEGBİS’i kabul etmesi mümkün değil. Avukatların SEGBİS’e çıkmama kararı var. Böyle haksız, hukuksuz, hakları gasp eden bir uygulamayı kabul etmek mümkün değil” dedi.

“Duruşmamız 10 Eylül’de tabi biz SEGBİS sorununu çözmeye çalışıyoruz. Görüşmelerimiz devam ediyor. İtirazlarımız devam ediyor” diye ekledi.

“Biz ne kadar geri adım atarsak onların alanı o kadar genişliyor”

Çakır, SEGBİS’e ilişkin düzenlemek istedikleri konser için Şişli Belediyesi’nin valilik baskısı nedeniyle tahsis ettiği yeri vermekten vazgeçtiğini, bunun üzerine etkinliği yaptıkları Sarıyer Belediyesi’ne ait salonda ise elektriklerinin belediye tarafından kesildiğini anlattı.

Herkes açısından çetin bir süreçten geçildiğini belirten Çakır, şunları ifade etti: “Gerçekten süreç çok sert her birimiz için. Basın emekçileri için de, kamu emekçileri için de, avukatlar için de; muhalif her kesim için. Ama şunu görüyoruz biz ne kadar geri adım atarsak onların alanı o kadar genişliyor. O yüzden biz burada, içeride ya da dışarıda, avukatlar olarak direnmeye, adalet ve özgürlük mücadelesini aynı çizgide sürdürmeye devam edeceğiz. Hem müvekkillerimiz için hem de kendimiz için.”

İddianame tamamen mesnetsiz tanık ifadelerinden ibaret

Kendisi de HHB’li avukatlarla birlikte aynı dosya kapsamında yargılanan Av. Ezgi Çakır, iddianamenin tamamen mesnetsiz bir şekilde salt bir tanık beyanı üzerine kurulduğunu söyleyerek; “Ne idüğü belirsiz bir kişiyi getiriyor, yüzlerce kişinin üzerine ifade veriyor, bu yüzlerce insan da bu şekilde tutuklanıyor” dedi.

Çakır tanık beyanı ve dosyadaki çarpıklığı şu sözlerle ortaya koydu:

“Bu insan kim, ne yapmış, ne görmüş, nasıl olmuş, kendisi bu işin neresindeymiş vs. hiçbir şey yok. Kendisi bizim büromuzun müvekkiliydi ve avukatların üzerine de beyanı şu ‘HHB avukatı.’ Yani HHB avukatı olmak ne zamandan beri bir soruşturmaya konu olabiliyor. HHB 1989’dan beri var olan bir büro. Her zaman da açıklıkla mücadele içinde olduğunu, devrimcilerin ve ezilenlerin avukatlığını yaptığını beyan etmiş bir büro. Kendisi de ayrıca hak ve özgürlük mücadelesinde en ön saflarda avukat kimliğiyle olan bir büro. Yani HHB avukatı olmayı kriminalize etmiş, bir suç kapsamı içinde tanık beyanıyla almış ve tamamen hukuku, kanunu alaşağı etmiş bir iddianame aslında.

Birçok arkadaşımız gibi benimle ilgili de çok bir iddia yok. Yani mesnetsiz ya da böyle kökleri olmayan iddialar. Sadece iddia olarak kalanlar. 12 Eylül’de gözaltına alındım. Evde tek başımaydım ve 30 tane polisle evim basıldı. Bu neyin korkusu, o evde tek başıma olduğumu bildikleri halde aslında bir gözdağı, bir korkutma, komşunun, sosyal çevrenizin önünde sizi kriminalize etme amacı bu. Biz buradan onlar adına onursuzluklar çıkartıyoruz. Komşularımız da aynı şekilde aslında. Yapmaya çalıştıklarını başaramıyorlar. Benim 4 yaşında bir kızım var. Babası Süleyman Gökten de aynı dosya kapsamında tutuklandı. O sebeple ben adli kontrol şartıyla serbest kaldım. Ama tabi 10 Eylül’deki duruşmada sanığım.”

“Baro tepki koymazsa daha fazla avukat tutuklanır”

Son olarak İstanbul Barosu’nun da avukatlara ve avukat örgütlerine yönelik saldırılar karşısında sessizliğini korumasını eleştiren Çakır, baronun geri bir tutum sergilediğini ifade etti.

“İstanbul Barosu dünyanın en büyük barosu olmakla övünen bir baro, ama bu büyüklük nerede?” sorusunu soran Çakır, bir meslek örgütü olarak baronun görevini yerine getirmediğini söyledi. Çakır sözlerini şu şekilde sürdürdü:

“22 avukat şu anda tutuklu Ezilenlerin Hukuk Bürosu (EHB), ÖHP’den avukatlar da var. En son Can Tombul tutuklandı. Biz avukatlar olarak, bir meslek örgütü olarak baro tepki koymazsa daha da fazla avukat tutuklanır. Mesleğin onuru, mesleğin saygınlığından bahsederken baronun bu kadar kayıtsız kalması, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranması nasıl açıklanabilir.

Şu da var, iktidarın barolar üzerinde de baskısı çok. Mesela cumhurbaşkanlığı kararnamesinde açık açık kayyım atanabileceğini ifade etti meslek örgütlerine. Baro da bir sürü tehdit altında. Sanırım kendi kafalarında bir uzlaşma zemini ve burada da gözden çıkarılan baskı altındaki avukatlar aslında.”

 

 

 

 

Tutuklu avukatlar ‘savunma haklarını’ savunuyor

 

Yaklaşık 1 yıldır tutuklu olan Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatlarından Ebru Timtik Kızıl Bayrak gazetesine mektup gönderdi.

Gönderdiği mektupta, yayınların kendilerine ya verilmediğini ya da geç verildiğini belirten Av. Timtik, bununla beraber SEGBİS dayatmasıyla savunma haklarının gasp edildiğini ve bu dayatmayı kabul etmeyeceklerini vurguluyor.

Av. Ebru Timtik’in mektubunun tamamı şöyle:

Ve mücadele arkadaşları, yoldaşlar

Emeklerinizin yazın alanındaki ürünlerini bizimle paylaşıyorsunuz. Ve biz çok geriden de olsa gündemi sosyalistlerin bakış açısından öğreniyoruz. Burada adımıza gönderilen Yürüyüş dergisi vermediler. Listede yazılı olmasına rağmen 15 günlük Özgürlükçü Demokrasi siparişimizin ancak 2 sayısına ulaşabildik. Kızıl Bayrak gazetesini de önce alamadık. Daha sonra 2 ay boyunca postalanmış gazeteleri toplu olarak aldık. Ve 3 ay sonra toplu olarak 10 sayı geçti elimize. Aylardır Kızıl Bayrak da elimize geçmedi... Herhalde zamanaşımına uğradıktan sonra elimize geçer. Her ne kadar geç olsa da burjuva basının bombardımanına karşı Kızıl Bayrak’ı elimize almak işçi gazetesini okumak mutlu ediyor insanı.

Bizler gayet iyiyiz. Alnımızın akıyla ve gücümüz yettiğince mücadelemizi sürdürüyoruz.

Duruşma günlerimiz belli oldu fakat bu kez bir başka sorunla karşılaştık. 1 yıl sonra mahkemeye çıkacağımız bilgisi de isabetli değildi. Hakkımızdaki duruşma bizim yokluğumuzda gerçekleşecekti. Biz yokken nasıl yargılayacaklar bizi? Cevap hazır: “Yüzlerce km ötede 9 ayrı hapishanede ekranlarınızın başında olursanız duruşmanızı izleyebilirsiniz.” Ve tabi SEGBİS sistemi bozulmazsa, bağlantı sağlanabilirse ve elektrikler kesilmezse...

55 ekran monitörün 10 parçaya bölünmesi halinde hem mahkeme salonu hem diğer sanıkları görebilecekmişiz...

İşte yargıyı getirdikleri durum bu.

Biz itiraz ettik bu karara. Savunma hakkı olmadan yargılama olmaz. Bu konuda Yargıtay kararı da var. “Sanık duruşmada hazır bulunmak istiyorsa mutlaka bulundurmalısın” diyor. Ama bizim hakimler bir KHK’ya bakıyormuş meğer savunmayı yok etmek için: “KHK var o zaman getirmiyorum” deyiverdiler.

Bu durumda biz “Ne de olsa artık tahliye zamanımız geldi SEGBİS’le de olsa ifademizi verip çıkalım” diyebilir miyiz? Asla... Eğer bize uygularlarsa yol olur, meşrulaşır bu hukuksuzluklar.

SEGBİS uygulamasını kabul etmeyeceğiz. Ne insanlığın kazanılmış haklarını heba ettirebiliriz, ne de avukat olarak meslek onurumuzu çiğnetebiliriz. Aksi halde engizisyonun gizli tanık, gizlenmiş sanık usulünden beter bir duruma düşeceğiz. Mahkemenin bütün üyeleri evlerinden cep telefonuyla bağlanacaklar merkez makinaya...

Nazım “Makinalaşmak istiyorum” şiirini yazar mıydı acaba bugünleri görseydi.

Ancak tarih bilinci zaferi görmektir biliyoruz. Emekçilerin pes etmeyen, hak arayan eylemini, umut verici sözlerini okuyoruz sayfalarınızdan. Zaten bir serçenin yavrusunu uçurma denemeleri bile kitap gibi oluyor buralarda. Karıncaların taşı delen hırsı öğretiyor...”