21 Ekim 2017
Sayı: KB 2017/41

Sömürü, baskı ve zorbalığa karşı mücadeleye!
Evrimi içinde burjuva cumhuriyeti ve dinsel gericilik
Baskı ve zorbalık artarken…
ABD-AKP gerilimi farklı mecralarda sürüyor
2018 bütçesi: Emekçilere yıkımı dayatan savaş ekonomisi!
Özakça’ya tahliye, Gülmen’e tutukluluğa devam kararı
Sermayenin can simidi: Kiralık işçilik
TİS sürecinde satışa hazırlanılıyor
CSUN fabrikasında neler oluyor!
Şişecam’da direnişin muhasebesi
“Buz kırılmış, yol açılmıştır!”
1917-2017… Yüzyılın kadınlara çağrısı
Dinci gericilik ve kadın
Gerici yasalara karşı mücadeleyi büyütelim!
Eğitimde yeni değişikliklerin amacı
YÖK’ten yapısal “reform”
Kapitalist sistemin krizi ve iki yol
Güney Kürdistan dersleri
Avrupa’da Ekim Devrimi seminerleri
Otuz beşinci yaş gününde, suskunlukla geçen yirmi bir yıl
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Otuz beşinci yaş gününde, suskunlukla geçen yirmi bir yıl

 

Bu bir çocuk gelin hikâyesidir...

Benim adım Yeter. Sekiz çocuklu, geçimini hayvancılık ve çiftçilik yaparak sağlayan uzak ülkenin, uzak köyünde doğmuş ve karşı köye gelin gitmiş Satıgül ile doğduğu köyden askerlik hariç birkaç istisna dışında neredeyse hiç çıkmamış Musa’nın beşinci kızıyım. Adımı “eee Yeter ulan! Bu kaçıncı kız” diyen babam koymuş ve yetmiş artık. Sonrasında doğan üç kardeşim de erkek olmuş.

Ben Yeter! On üç yaşımın ikinci haftasındayım. Ben bugün kadın oldum. Sadece Aslı’ya anlattım bunu. Zira “kimse bilmesin”i de ekledim anlatmaya başlarken ve sözüm bittikten sonra “kimse bilmesin…” Aslı bacaklarımın bittiği ve belimin başladığı yere bir çaput sardı. O benden beş ay önce doğduğu ve bir yıl önce adet olduğu için bu işleri öğrenmişti. Ondan başkasına da diyemezdim zati. Utanılacak bir şey galiba bu. Yoksa niye utanayım ki?

Bugün karnımın ağrısı geçti. Anneme karnım çok ağrıyor dediğimde; şekerli ılık su içirdi ilkin, sonra geçmedi dediğimde süt kaynattı. Üç gün önce Refik amcamın bahçesindeki üzümlerden yemiştik Aslı’yla, davarları güderken. Acaba ondan mıydı? Aslı’nın karnı ağrımamıştı ve çaput bağladığında ona neler olduğunu bir bir anlattı. Neyse ki bugün geçti ağrılarım. Bu her ay olacakmış. Hiç sevmedim ben, bu kadın olma işini.

Annem elinde bir hediye paketiyle girdi içeri. Kemal Abi bana İstanbul’dan gelişte, hediye getirmiş. Çok güzel bir gömlek, üzerine siyah bir yelek ve uyumunda bir etek ile parlak siyah topuklu bir ayakkabı. Kemal Abi; İstanbul’da deniz kenarında gemiden inen insanların eşyalarını taşırmış. Annem anlattı. Yaptığı işin zorluğu çokmuş ama parası da iyiymiş hani. Belli zaten, baksana ben ta amcasının kızıyım, bana bile hediye almış. Annem yaptığı işin adına hamallık diyorlarmış, dedi. Gidip teşekkür edip, göreyim Kemal Abimi…

Babam, Refik amcam ve Kemal abi, amcamların evinin balkonunda oturuyorlardı. Koşar adım gidip, Kemal abiye sarılasım geldi ama...

- Kemal abi, hoş…

- Ne abisi kız, biz amcanla karar verdik, Kemal’i de İstanbul’dan o karar için çağırdık. Sizi evlendireceğiz!

Kemal abi hiç kafasını kaldırmadı. Benim gözümde babam bir domuza, amcam da sığıra dönüşmüştü. Kemal abiyi ise doğru düzgün tanımıyordum bile. Yirmi sekiz yaşında, iri gövdesi, hafif dökük saçları ve nefes alıp vermek için açtığı o koca ağzından gördüğüm kadarıyla sigara içmekten sapsarı olmuş dişleriyle hiçbir şeye benzetemiyordum. Bu sessizliği ve çoktan kabullenişi birazcık koyunu andırıyordu ama yok yok koyuna da benzemiyordu. Kemal abi neydi?

- Kemal’in getirdiği nişan elbiselerini git, dene. Haftasonu nişanlayacağız seni. 3 ay sonraya da düğününüz var.

Ben Yeter! İstenmeyen, mülk olarak görülen, Musa ile Satıgül’ün beşinci kızı. Bugün Kemal abi ile düğünüm var. Sabahın şu kör vaktinde, geceden yatakta dönüp dolanmam, uykusuzluğumun sebebi olan düğün tam da bugün öğlen vakti başlayacak.

Ellik, delale, horon, misket, Romen havası, üçayak bin türlü saçma halay ve düğünlerde birkaç yıl önce etrafta koşuşan çocuklardan biriyken etrafımda koşuşuyor çocuklar.

Ben Yeter! Geçen hafta tecavüze uğradım. Bu tecavüz bir haftadır sürüyor. Tek kelime olsun etmiyorum amcamın oğlu Kemal’e.

Benim adım Yeter! Tecavüzle geçen suskun günlerimden bir çocuğum oldu. Bir kız. Refik sığırı ona benimle aynı kaderi yaşamış olan annesinin adını koydu. Annesi gibi olacak kızımın kaderi. Annesinin de kaderi annesi gibi miydi?

Kızımın babası, yazları İstanbul’a çalışmaya gidip, kışın beş parasız geliyordu köye. Keşke gelecek yaz yine çalışmaya gitse ve gelemese bir daha. Bu kaçıncı duamdır kabul olmayan. Bu köy sınırlarının dışında bir hayat var mı? Koca yaratıcı, bu köyde dua eden tek ben iken, çok mu yoğun da kabul etmiyor duamı? Bu köyden bir gün çıkma ihtimalim var mı? Köyün dışındaki hayat nasıl acaba?

Bugün Aslı’nın kocasının ölüm haberi geldi. Çalıştığı inşaattaki asansör boşluğuna düşmüş. Ama patron esaslı adammış. Mağdur olmasınlar diye Aslı’ya bir daire verecekmiş, inşaat bitince…

Ben Yeter! Bugün dördüncü çocuğumu aldım kucağıma. Aslı da geçen hafta, ölen eşinin kardeşinden ilk çocuğunu doğurdu. “Ortada kalmasın diye” kaynı Murat’la evlendirdi kayınbabası onu. Kendisi ve iki çocuğunun yanına bir de kaynından olma çocuk geldi.

Ben Yeter! Bugün benim otuz beşinci yaş günüm. Suskunlukla geçen evliliğimin yirmi birinci yılı…

B. Mahir

 

 

 

 

Okumuş bir işçinin notlarından...

 

Geçenlerde bir kitap okumuştum, adı, “Herkes Tek Başına Ölür”. Yazarı, Hans Fallada. 1940 Almanya’sını anlatan bir kitap. Yazar Almanya’da o tarihte yaşanan buhranı işlemiş romanında. Romanın kahramanı savaş başlamadan önce bir mobilya atölyesinde çalışıyormuş, işte bizim gibi. Bir gün Hitler ağır vergiler koymuş ve halkı aynen şu şekilde kandırmış, “Bir gün çok zengin olacağız, hem de çok zengin.” Kahramanımız da bir Hitler hayranı, ta ki, çocuğunun künyesi eve gelene dek. “Biz çok zengin olmayı hayal ettik, bir oğlumuz vardı onu da bu savaş aldı, niçin? Ben bir zamanlar mobilya yapardım, şimdilerde tabut yapıyorum. Hitler’in bize reva gördüğü zenginlik bu mudur?”

Okuduğumda bizleri düşündüm. Belki beş altı ay önce okumuştum bu kitabı. Geçenlerde yapılan zamlarla ve bakanın açıklamasıyla karşılaştırdım. Bakan zamlar hakkında konuşurken “savunma sanayisi için gerekli” demişti. Kimin için gerekli silah? Bakanlarımızın ve vekillerimizin servetlerine servet katmak için. Zam oranları açıklandığı zaman hepsinin fotoğrafını çektim. Motorlu Taşıtlar Vergisine %40 zam geldi, Gelir Vergisi %27’den %30’a çıktı. Kurumlar Vergisi %20’den %22’ye çıktı.

2020’de Türkiye 13 bin dolar kişi başı Milli Gelirde üst gelir grubuna çıkacak.” 10 yılda 120 bin, bir yılda 21 bin üniversite mezunu yoksullaştı. Metal işçileri, MESS’ten bir kerelik %40 zam alabilir mi? Patronların vergi zammı %22. Onlar bu vergiyi ödüyorlar mı, okuduğum kadarıyla iktidara yandaşlık edenler ödemiyor, diğerleri de “şunu, bunu, onu yaptım” diyerek ödemiyor. Geçen yıl fabrikalara %27’lik vergi zammının düşürülmesi için imza föyü gönderilmişti. Madem vergi diliminin düşmesini istiyorsunuz, sadece imza ile olmaz, eylem, yürüyüş yapın, sesinizi duyurun. Aradan bir yıl geçmeden %3’lük bir artış geldi.

Biz savaş istemiyoruz, insanca yaşamak istiyoruz. Bize kendi milli gelirlerinden bahsetmesinler. “Şu kadar okul yaptık, şu kadar bilim insanı yetiştirdik” desinler. Artık ana haber bültenlerinde “şu kadar kişi çatışmada öldü” demesinler. Merak ettiniz biliyorum, üniversite öğrencilerini neden buraya koydun diyeceksiniz. Çünkü onlar bizim çocuklarımız, ne Amerikalarda ne Avrupalarda okuyabiliyorlar... Şimdi milli gelir için ben mahkemeye versem TÜİK’i ne olacak? Bıraksınlar yalanı, biz çocuklarımıza gelecek pırıl pırıl bir ülke bırakmak istiyoruz. Biz sadece insanca yaşamak istiyoruz.

Kocaeli’den bir işçi

 
§