5 Ağustos 2016
Sayı: KB 2016/29

Emperyalizme / NATO’ya muhalefetin yolu, kapitalizme ve dinci-gericiliğe karşı mücadeleden geçer
“Demokrasi nöbetleri”; gösterdikleri ve görevler
‘Demokrasi’ masallarına karnımız tok!
Her daim OHAL koşulları
AKP’ye karşı mücadelede devrimci perspektif yaşamsaldır
Paralel yürüyüp dikey kesişenler...
Düzenin iç krizine karşı, devrimci sınıf mücadelesi!
Türkiye’de dinsel gericilik - H. Fırat
Tarih işçi sınıfını iktidara, sınıfın öncülerini göreve çağırıyor!
Kamu emekçilerine dönük saldırılar boyutlanıyor
OHAL ile “sözleşmeli öğretmenlik” geri geldi!
“OHAL”de mücadeleye!
Emekçi kadınların özgürlüğü gerici çıkar çatışmalarında değil, mücadelede
DGB II. Yaz Kampı iptal edildi!
Dışarıda emperyalist saldırganlık ve savaş, içeride polis devleti uygulamaları
Körfez şeyhleri “AKP atı”na oynamaktan vaz mı geçti?
Sürgün edilen devrimci tutsaklara işkence
İşçi sınıfının “General”i
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Her daim OHAL koşulları

R. U. Kurşun

 

Olağanüstü Hal (OHAL) dönemindeyiz. Burjuva medyanın sonuçlarını yayınladığı anketlere göre toplumun %80’i OHAL ile hayatında bir değişiklik olmadığını söylüyor. Anketleri tarafsız kabul etsek bile bu OHAL’i normalleştirmez, aksine OHAL ilanından önce de zaten OHAL koşullarında yaşadığımızı gösterir.

OHAL: 12 Eylül darbesinin ürünü

Peki, OHAL ne zamandan beri var ve uygulanıyor? 12 Eylül askeri faşist darbesiyle hazırlanan '82 Anayasası'nda tanımlanan OHAL’in, 27 Ekim 1983 tarihinde yürürlüğe giren 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu ile yasal zemini oluşturuldu. Sermaye devleti kurulduğundan beri kendi iktidarını korumak için defalarca sıkıyönetim ilan ederken 12 Eylül darbesiyle beraber sıkıyönetime gerek duymadan OHAL’le devamlılığını sağlayabilmenin imkanlarını yarattı. Uygulamaları ve sonuçları açısından sıkıyönetim ve OHAL arasında özünde bir fark bulunmazken, sıkıyönetimde yönetim orduda, OHAL’de ise yönetim hükümette kalıyor ve bakan-vali-kaymakamlara olağanüstü yetkiler veriliyor. Her iki durumda da iktidarda burjuvazinin olduğunu söylemeye gerek yok. İster normal yönetim, ister sıkıyönetim, isterse de OHAL olsun, iktidarda sömürülenler olduğu sürece bizlerin üzerindeki baskı ve sömürü devam edecek. En demokratik burjuva cumhuriyetinde dahi işçi-emekçilerin payına açlık, yoksulluk ve ölüm düşecektir. Bundan şüphe duymayalım.

Sermaye devletinin vazgeçilmezi: Sıkıyönetimler

Sermaye devleti 12 Eylül darbesi öncesinde defalarca sıkıyönetim ilan etti. İlk olarak Şeyh Said İsyanı üzerinden 24 Şubat 1925 - 23 Aralık 1927 tarihleri arasında 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Devamında ilan edilen sıkıyönetim kararları ise şöyle: İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı ile 20 Ekim 1940-23 Aralık 1947 tarihleri arasında 6 ilde; 6-7 Eylül olayları ile 7 Eylül 1955 - 7 Haziran 1956 tarihleri arasında İstanbul, Ankara ve İzmir’de; 27 Mayıs darbesi ile 28 Nisan 1960 - 1 Aralık 1961 tarihleri arasında İstanbul ve Ankara’da; 15/16 Haziran Büyük İşçi Direnişi üzerine 16 Haziran 1970 - 16 Eylül 1970 tarihleri arasında İstanbul, Kocaeli merkez ve Gebze’de; 12 Mart 1971 darbesinin ardından 26 Nisan 1971 - 26 Eylül 1973 tarihleri arasında 11 ilde; Kıbrıs işgali ile 20 Temmuz 1974 - 2 Eylül 1975 tarihleri arasında 15 ilde; Maraş Katliamı’nın ardından (26 Aralık 1978) 12 Eylül darbesine kadar 22 ilde; 12 Eylül 1980’den 19 Temmuz 1987’ye kadar tüm ülkede sıkıyönetim ilan edildi.

Savaş ve darbe dönemlerini dışta bırakırsak -ki onlar da göstermektedir esasında- Şeyh Sait İsyanı, 6-7 Eylül olayları ve 15-16 Haziran’da sıkıyönetim ilan edilmesi sıkıyönetimin kime karşı kimler için ilan edildiğini açıkça ortaya koyuyor. Sermaye düzeni egemenliğini koruyabilmenin yolunu dönem dönem devlet mekanizmalarını askerin eline vererek sistematik baskıyı yoğunlaştırmakta buluyor. Zaten MGK’da alınan kararlarla ülkenin yönetildiğini düşündüğümüzde, sıkıyönetim uygulaması var olandan çok da farklı bir uygulama olmuyor esasında.

OHAL Türkiye’si

12 Eylül’ün ardından 19 Temmuz 1987’de sıkıyönetim son bulmuştu. Ancak sıkıyönetim son bulur bulmaz ilk elden 11 ilde (Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Tunceli, Van, Adıyaman, Bitlis ve Muş), 1990’da Batman ve Şırnak’ın da il olmasıyla 13 ilde OHAL ilan edildi.

Sermaye devletinin Kürt halkına yönelik yürüttüğü imha ve inkar politikasının yasal adıdır OHAL. Kürt illerinde ilan edilen OHAL kararı 30 Kasım 2002 tarihine kadar 46 kez uzatılıyor. OHAL’in bilançosu tam olarak bilinmemekle beraber, binlerce kişinin katledilmesi, gözaltında kaybedilmesi, binlerce köyün yakılması, yüz binlerce kişinin gözaltına alınması, işkence görmesi, tutuklanması, göçe zorlanması, en temel demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması…

3 Kasım seçimleriyle beraber tek başına hükümet kurma olanağı yakalayan AKP, hükümeti kurmasının ikinci günü Kürt illerindeki en büyük seçim vaadi olan OHAL’i kaldırmıştı. 12 Eylül’den beri süren sıkıyönetim-OHAL uygulamalarını göstermelik de olsa kaldırmış olması burjuva liberalleri-demokratları için AKP’ye övgüler düzmek için yeterli olmuştu.

OHAL gerçekten kalktı mı?

Peki, OHAL’in kalkması 2002’den sonra bir şeyleri değiştirdi mi? Çözüm süreci aldatmacasıyla oyalanan, özgürlük mücadelesinden vazgeçirilmeye çalışılan Kürt halkı için değişen bir şeyin olmadığını son bir yılda yaşanan sokağa çıkma yasakları, katliamlar ile gördük. Yasaklanan grevler, eylemler, 1 Mayıslar ile, işçi sınıfının en ufak bir hak arama eylemine yönelik saldırılarla işçi-emekçiler için de değişen bir şeyin olmadığını görmüş olduk. Lise ve üniversitelerde artan baskılarla, tutuklanan öğrenciler ve akademisyenler üzerinden değişen bir şeyin olmadığını görmüş olduk. Polis devleti uygulamalarıyla, adım başı GBT ve üst-çanta araması dayatmalarıyla, polis kurşunuyla ölen insanlarla, “emri ben verdim” diyen Erdoğan ile OHAL’in adı gitmiş olsa da sermaye devleti için işçi-emekçilere yönelik, Kürt halkına ve tüm muhalif kesimlere yönelik OHAL uygulamalarının sürdüğünü hepimiz görmekteyiz.

Son bir yılda Kürt illerinde binin üzerinde insan katledildi. Sokağa çıkma yasaklarıyla, Taybet İnan gibi ölen bedenlerin sokakta bekletilmesiyle, bodrumlarda onlarca insanın vahşice katledilmesiyle, kadın gerillaların çıplak bedenlerinin sergilenmesiyle yürütülen kirli savaş devam ederken OHAL’in olmadığına kargalar bile güler.

Demokrasiden, anayasadan bahsedenler bugün için bunların burjuvazinin emrinde olduğunu anımsasınlar. Sıkıyönetimin de, OHAL’in de, kirli savaşın da burjuva cumhuriyetin “enstrüman”ları olduğunu, onun bir parçası olduğunu görmek zor olmayacaktır.

Bu yüzden sıkıyönetim, darbe, OHAL, Saray, Erdoğan, AKP karşıtlığı yetersizdir, çözüm onları var eden burjuva diktatörlüğünün yıkılmasındadır.

 
§