20 Eylül 2013
Sayı: KB 2013/37

AKP’nin sarsıntılarını
düzenin depremine çevirelim!
Demokratikleşme paketi ve AKP’nin gerici hesapları
Devlet terörüne karşı mücadeleye!
Polis cinayeti düzenin temel bir pratiğidir
Gözaltından “çıkan”lar...
İstanbul forumları
devam ediyor!
“Özgürlük ve eşitlik için ortak mücadele zeminleri yaratmalıyız”
Tuzluçayır talepleri için sokaklarda!
Direniş ruhu her yerde
Kıdem tazminatının gaspına “taşeron” süsü
Feniş direnişiyle dayanışma ve
destek ziyaretleri
Feniş dinenişi kararlılıkla sürüyor!
Ankara İşçi Okulu’nda
ilk gün
Grev ve direnişler sürüyor!
Ulucanlar katliamı ve ötesi
Ulucanlar’ı ulu kılan kavga neferlerine saygıyla...
Emperyalist saldırganlığa karşı
mücadele ve görevler

Emperyalist savaş çığırtkanlığına karşı eylem!

Savaş koalisyonu tehditlerini sürdürüyor!
Irak halkı cihatçı canilerin hedefinde
Eylem dalgası dört yanı sarıyor
Cinsel saldırı
skandalları devam ediyor!
ODTÜ’de gericiliğe yer yok!
Gençlik mücadeleye yasakları delerek başladı!
İstanbul Üniversitesi’nde yasaklara karşı yanıt mücadele oldu!
Eğitimde gerici tavsiyeler
Ruhi Su ve Musa Anter’i saygıyla anıyoruz!
Kavganın sürdüğü her yerde Neruda ve şiiri yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP’nin sarsıntılarını
düzenin depremine çevirelim!

 

Haziran Direnişi, AKP’nin aslında çoktandır kapılmış olduğu sarsıntılar sürecinin en tahrip edici dönemeci oldu. Tüm despotik yapılar gibi muhtemel sonunu belki geciktirebilir ama yaydan çıkmış oku döndürmesi yalnızca ilahi mucizelere kalmış durumda. Bu konuda umduğu desteği alıp alamayacağını ise cemaatin tutumu ortaya koyuyor. Dinci-gerici koalisyonun içten içe yaşadığı sürtüşme, 31 Mayıs patlamasının sersemletici etkisi altında yeni bir sıçrama yaptı ve ciddi çatlaklar olduğunun belirtileri ortaya serildi. Kitle hareketini ezmek ve iktidarda kalmak için karanlığın efendileri yine omuz omuza yürüyorlar. Fakat “hoca efendinin” dediğine bakılırsa, cemaat nazarında Tayyip Erdoğan artık “kümesin emanet edilebileceği bir tilki” değil.

Mucizeler dönemi kapandı

Dünya burjuvazisinin, işçi ve emekçi kitleleri mucizelerle uyutabilecekleri zamanlarda da değiliz. Dünya kapitalizmi çok yönlü bir bunalımın pençesinde kıvranıp duruyor. 30-40 yıldır insanlığı, uygarlığı ve doğayı uçuruma, yoksulluğun, sefaletin, savaşların, bölgesel boğazlaşmaların girdabına sürüklediği halde son büyük çöküşe engel olamadı. Yıkım bu kez emperyalist-kapitalizmin “görkemli kalesinden –ABD’den- patlak verdi. Ekonomik ve mali iflas, 5 yıldan fazladır yeryüzünün hemen her bölgesini avucuna alarak sosyal, siyasal, kültürel, askeri her alanda sonuçlarını üretmeye devam ediyor.

Yeni bir “bunalımlar, savaşlar, devrimler” döneminde olduğumuzun sayısız görüngüsü ortaya çıkıyor. Emperyalistler arası hegemonya krizi derinleşirken, savaş ve saldırganlık yeni sıçramalar yapıyor. Silahlanmaya ayrılan kaynaklar devasa boyutlara ulaşmış durumda.

2010’da Tunus-Mısır isyanlarından başlayarak dünya yeni bir sosyal patlamalar, büyük halk hareketleri dönemine de adım attı. Neredeyse eşzamanlı olarak Ortadoğu ile birlikte kapitalist metropolleri etkileyen sosyal çalkantılar, kah yavaşlayarak kah yeni atılımlarla devam ediyor. Emperyalist burjuvazinin buna yanıtı yeni savaşları, özellikle Ortadoğu’da halklar boğazlaşmasını kızıştırmak oldu.

Emperyalist burjuvazi, özellikle ABD için uşaklar içinde kimse vazgeçilmez değil. Aslolan emperyalist egemenliği ve köleliği yeniden organize etmek ve mümkün olduğunca emperyalist hegemonya yarışını başarıyla götürmektir. Bu açıdan şimdilerde Türkiye’de despotik zorbalığın bayrağını gönderde tutmak dışında bir yolu kalmayan Tayyip Erdoğan’ın, dolayısıyla AKP iktidarının, zamanı geldiğinde, daha doğrusu işçi sınıfı ve emekçi kitleler tarafından tepkilerin odağına dönüştüklerinde, artı, yerine düzeni ayakta tutacak alternatifler yaratıldığında hala da sürmekte olan destekten yoksun kalmaları işten bile sayılmayacaktır. Bir başka deyişle, nereden bakılırsa bakılsın emperyalist dünyanın mevcut tablosu dinci-gerici iktidarın umabileceği mucizelere hiç mi hiç uygun değil.

AKP iktidarının öncü sarsıntıları

AKP iktidarının zor dönemi yeni sayılmaz aslında. 2002’de TÜSİAD ve o zaman “kudretli” generallerin şartlı destek verdiği zayıf konumundan bugünlere geldiği iktidarlaşma süreci, salt rejim krizinde zaferler elde etmesiyle şekillenmedi. Bu süreç aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçi kitlelere, gençliğe ve kadınlara, Alevilere ve Kürt halkına yönelik yoğunlaştırılmış iktisadi, sosyal, siyasal saldırılar dönemi de oldu. Bu dönem boyunca dinci-gerici akımın hala da sürmekte olan en büyük avantajı, 2000-2001 krizinin anılarını kitleler içinde taze tutmasına paralel olarak ekonomiyi iyi-kötü rayında götürüyor gibi görünmesidir. Bunun yakın zamana kadar süren sıcak para akışına, dolayısıyla toplam dış borcun 130 milyar dolardan 340 milyar dolara çıkmış olması pahasına gerçekleşmesinin şimdilik bir önemi yok gibi görünüyor. Çünkü halihazırda işçi ve emekçi kitleler nezdinde, iş saatlerinin fiilen 12 saate çıkmasının, çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşmasının, faşist baskı ve devlet teröründeki tırmanışın bununla pratik bir bağlantısı yok. Ne var ki doların birden bire 2 bin TL’nin üstüne sıçramasının gündelik yaşamdaki karşılığı, ya da örneğin TİS’lerde dayatılan sefalet artışları, alım gücü paritesinin giderek düşmesi, işsizlikte yaşanan büyüme vb. gelişmeler ekonomideki gerçek durumun (borçla borç kapatma, tepeden tırnağa sıcak para bağımlılığı, büyüyen cari açık vs.) daha yakıcı hissedilmesinin yolunu düzlemektedir.

AKP’nin ekonomik gerçek konusundaki ikinci bir avantajı, tüm kesimleriyle Türk büyük burjuvazisinin AKP iktidarı arkasında, pek azı sindirilmiş ama genelde büyük bir gönüllülük temelinde saf tutmuş olmasıdır. Haziran Direnişi, sözde toplumsal yaşama müdahaleden hoşnutsuz TÜSİAD burjuvazisinin gerçekte ekonomik çıkarları temelinde her şeyiyle AKP iktidarının arkasında saf tuttuğunu yeterli açıklıkta gösterdi. Burjuva medya, tersi bir görüntü yaratılmaya çalışılsa da korktuğu, sindirildiği için değil, bu nedenle direniş karşısında konumlandı. AKP’nin bu avantajının ne kadar süreceği ise ekonominin gidişatı tarafından belirlenecek, ki durumun pek de parlak olmadığı ortada.

Halklara yönelik saldırganlığın faturası

On yıllık saldırı birikimleri bir yana bırakılırsa, AKP için ilk büyük sarsıntılar, dolayısıyla çözülüş dönemine girildiğinin belirtileri aslen Suriye’deki savaşa paralel olarak yaşanan dış politika iflasıyla ortaya çıktı. Emperyalist-kapitalist dünyanın “bunalımlar ve savaşlar” dönemine girişiyle eşzamanlı olarak yeni-Osmanlıcı emperyal hayaller öne çıkmıştı. Tabi bu nedensiz değildi. ABD’nin bölgeyi yeniden dizayn etme politikaları güncellenirken, Türk sermaye devletine “bölgesel aktörlük” cilasıyla aktif yerel taşeronluk misyonu biçilmişti. Libya’ya acımasız saldırının kolay başarısı, dinci-gerici iktidarı, bu misyonun hakkını verebileceğini varsaydığı yeni hedef konusunda fazlasıyla teşvik etti. Tayyipler’in, hemen öncesine kadar “kardeş” olmakla övündüğü Suriye devleti hedefe çakıldı. Bu aynı zamanda İran’la da iplerin kopması demekti. Dinci-gerici AKP iktidarı, dolayısıyla Türk sermaye devleti payına sonrası tam bir fiyasko olarak yaşanageldi.

İlk şok Suriye’ye saldırının hiç de öyle Libya’daki gibi kolay olmadığının, emperyalist güç dengelerinin henüz (ve hala da) buna müsait olmadığının anlaşılmasıydı. İkinci büyük şok, Kürt hareketinin, tetikçi çetelerle savaşa tutuşmuş kıyıcı Baas rejiminin Kürt bölgelerinden orduyu çekmesini imkana dönüştürerek, Batı Kürdistan’da Kürt halkının özerkleşme inisiyatifini geliştirmesiydi. 2012 yazında yaşanan ve en başta Erdoğan-Davutoğlu ikilisinde karşılığını bulan bu sersemletici şok, paralel biçimde Kürt hareketinin Kuzey Kürdistan’da eylemsel çıkışıyla iyice ağırlaştı. Bunun ardından Kürt siyasi tutsaklarının açlık grevlerinin geldiğini, ardından –resmi açıklamalara göre Ekim 2012’den itibaren- devreye Öcalan’ın konulduğunu, böylece İmralı görüşmeleri sürecinin başladığını biliyoruz. Tasfiyeci bir oyundan başka bir şey olmayan bu aldatmacanın ilk 4-5 ayı büyük bir iyimserlikle, dolayısıyla AKP’nin rahatça soluklandığı bir süreç olarak geride kaldı. Gelinen yerde bunun da miadı dolmuş görünüyor. Geri çekilmenin durdurulması üzerine Öcalan’ın devreye girmesi, artık tümden kaybolduğu açıkça görülen, örneğin KCK açıklamalarına, PKK’nin 11. Kongresi’ne, hatta yakın zamana kadar temelsiz iyimserliğin en büyük yayıcısı olan yasal Kürt siyasetçilerinin konuşmalarına dahi yansıyacak derecede ortadan kalkan inancı-iyimserliği veya beklentileri geri getirmeye yetmiyor. Aslında bunlar AKP’nin bu konudaki limitinin, Kürt halkı nazarında çoktan dolduğunun bariz bir göstergesinden başka bir şey değil. Yani seçimlere kadar oyalayabilmenin koşulları da giderek ortadan kalkmış durumda.

Sersemleten şamarlar dönemi

Yandaşları da dahil herkesin taktir ettiği üzere AKP’nin 11 yıllık iktidarlaşma sürecinde yediği en büyük şamarlar ise Haziran Direnişi’nden geldi. Tayyip Erdoğan ve avenesi Suriye süreci ile birlikte Ortadoğu halkları nazarında çoktan lanetli hale gelmişlerdi. Haziran Direnişi ise başta Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm dinci-gerici güçlerin maskesini tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde alaşağı etti. Dünya halkları artık ondan diktatör, rejiminden diktatörlük olarak söz ediyorlar. Batılı emperyalist efendileri fırsat buldukça Tayyip’i adam yerine koymadıklarını göstermekten çekinmiyorlar. Olimpiyat şehri seçimlerine kendinden emin gidiyor, attan düşmüş halde geri geliyorlar.

Haziran Direnişi’nin etkileri sürerken, AKP iktidarının ve özellikle de şefinin yediği bir öteki şamar ise Mısır’da İhvan’ın devrilmesiydi. Mısır’da yaşanan gelişmeler karşısında denebilir ki Mısır’daki İhvancılardan daha büyük bir çığırtkanlıkla hareket etmesi alınan darbenin etkisini göstermektedir. Hala da Mısır’daki büyük halk hareketinin askeri darbe tarafından sakatlanmış olması sayesinde, 52 milyon seçmenden 6 milyon oy almış Mursi’nin meşruiyetinden dem vurmaya devam ediyor. Ne var ki hiçbir şey ılımlı islam projesinin çöküşüyle etekleri tutuşan AKP’yi kurtarmaya yetmeyecek.

Zira en başta kendi iktidar olduğu ülkede militan gösteriler sürüyor. Haziran Direnişi yaz döneminde geriye çekilmiş halde ülke sathında forum, etkinlik ve irili ufaklı gösterilerle moral gücünü ve politik etkisini bugünlere devretmeyi başardı. Eylül’ün ilk günlerinden itibaren, ODTÜ ve Tuzluçayır üzerinden yeniden alevlenen militan kitle eylemlerinde Haziran direnişinin ruhu dolaşıyor. AKP ve şefi Erdoğan, çıkmaza saplanmış olmanın yarattığı bir acizlik içinde, tüm zorbaların yaptığını yapıyor, giderek saldırganlaşıyorlar. Bilindiği üzere zalimler acizleştikçe zulümleri, zorbalıkları genel bir artış gösterir.

İşçi sınıfı ve emekçiler içindeki gerici denetim

Herşeye rağmen dinci-gerici iktidar için henüz deniz bitmiş sayılmaz. Zira tepeden tırnağa örgütlüdür ve şimdilik işçi sınıfı ile emekçiler içinde hatırı sayılır denetimi var. Ortadoğu’da emperyalizme savaş taşeronluğu yapan, vahşi tetikçi sürülerini kullanarak kardeş halkları boğazlayan, kendi ülkesinde işçilere, emekçilere, gençliğe, kadınlara acımasızca terör estiren AKP iktidarının sonu, bu denetimin kırılmasına bağlı. O yüzden öncelikle bu etki veya denetimin kırılması gerekiyor. Bunun yolu bir yandan işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin siyasal mücadeleye çekilmesi, diğer yandan da adım adım örgütlülüklerine kavuşturulmasından geçiyor. Ufku düzen sınırlarını aşmayan salt AKP karşıtları bunu düzeni kendi içinde ıslah etmeye, yeniden yapılandırma projelerine bağlı yapacaklar, sınıf devrimcileri ise sermaye düzenini-iktidarını kökten yok etmenin verimli bir öğesi olarak ele alacaklardır.

 

 
§