17 Mayıs 2013
Sayı: KB 2013/20

 Kızıl Bayrak'tan
Reyhanlı katliamının sorumluları emperyalistler ve yerli taşeronlarıdır!
Tayyip Erdoğan Washington’da
Amerikancı gericilerin özlü sözü
Sahibinin sesi medya iş başında
Bu fotoğrafa iyi bakın!
Reyhanlı için emekçiler hesap soruyor!
THY siyonist İsrail’e sponsor oldu
Kargo işçisi geleceği için direniyor!
THY’de baskılara rağmen grev kararlılığı
“Bu işin peşini bırakmayacağız!”
Taşeron cumhuriyeti - Volkan Yaraşır
Anti-emperyalist mücadele ve ulusal etken - H.Fırat
Libya’da çeteler savaşı
Ölümü değersiz gören değersiz yaşayanlara dair... - T. Kor
15-16 Haziran direniş ruhuyla...
“Bedeller ödemeliyiz ki yarın çocuklarımız daha iyi bir dünyada yaşasınlar!”
Üniversitelerden...
Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için
yaz kampında buluşalım!
Faşizmin işkencehanelerinde
devrim savunması!
Nükleer tekellerin çıkarına insan ve doğa sağlığı katlediliyor!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Nükleer tekellerin çıkarına
insan ve doğa sağlığı katlediliyor!

 

Uluslararası İstanbul Akıllı Şebekeler Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmada Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin dünyanın 10 ekonomisinden biri olma yolundaki 2023 hedefinin, nükleer santrallerle daha da gerçekçi bir hal alacağını belirtti. Hatırlanırsa Mersin Akkuyu için Rusya ile, geçtiğimiz günlerde de Japonya ile Sinop’ta nükleer santral inşaatı için anlaşmaya varılmıştı. Sermaye devletinin nükleer santral hevesi öyle kabarmış ki, dinci partinin şefi Erdoğan 3. santrali Türkiye’nin kendisinin inşa edeceğini bile söyledi! Nükleer santrallerin insan ve çevre sağlığına olan tehditi vahim örneklerle yaşanmışken ve çoğu ülke nükleer santrallerini kapatırken Türk sermaye devleti ve sözcülerinin bu hevesi haylice dikkat çekicidir. İnsan ve çevre sağlığını kirli çıkarları uğruna gözden çıkarmaya ne denli hevesli olduklarını göstermekte bir sakınca görmemektedirler.

Bu konuda pişkinliği de elden bırakmıyorlar. Erdoğan o bildik tavrıyla, “Uçağa binme. Niye? Düşebilir. Araba kullanma. Niye? Kaza yapabilir diye uçağa binmeyecek miyiz veya arabaya binmeyecek miyiz, kullanmayacak mıyız? Bütün tedbiri alacağız ama bileceğiz ki, binde bir, milyonda bir hepsinin böyle bir riski vardır” diyerek nükleler santral kazasıyla uçak, araba kazasını bir tutabiliyor. Biliniyor ki, istenildiği kadar güvenli denilirse densin olası bir kaza geri dönüşü olmayan bir şekilde milyonların hayatını, gelecek nesilleri ve doğayı korkunç tahribatlarla yüz yüze bırakıyor. Çernobil deneyiminden sonra yaşanan bir diğer önemli örnek olan ve dünyanın en güvenlikli nükleer santrallerinden addedilen Fukuşima deneyimi nükleer tehditin ne denli ciddi olduğunu gözler önüne sermeye yetiyor.

Başbakanın örnek seçimindeki bu sığlığını yine Mersin Akkuyu’da yapılacak olan nükleer santral vesilesiyle görmüştük. O zaman da Erdoğan, “Riski olmayan hiçbir yatırım yoktur. Yani evinize Aygaz tüpü de koymamak gerekir. Veya bir doğal gaz hattı çektirmemek gerekir” demişti. Tüp patlamasıyla nükleer tesisin patlamasını aynı kefeye koyacak “bilim ve tecrübeye” sahip bir başbakan gerçeğiyle karşı karşıyayız. Onun bu aymazlığında gözünü paradan başka bir şey görmeyen bir tüccar vasfı dışında, mensubu olduğu sermaye sınıfından gelen ayrıcalıklara duyduğu güven de bulunmaktadır. O olası bir tehlike anında özel uçaklarıyla güvenli yerlere gidebilenlerin sınıfındandır. O biliyordur ki, tüp patlaması da olsa, nükleer tesisdeki patlama da olsa etkilenen ve zarar görenler yoksul emekçi sınıftandır. O ve onun gibilerin tuzu kurudur çünkü.

Bundandır ki, insan sağlığını ve doğayı tehdit eden böylesi riskte bir projeyi “enerji ihtiyacının karşılanması”, “kalkınma” söylemleri eşliğinde “sessiz bir devrim” olarak niteleyebilmektedir. Aynı şekilde nükleer santrallerin inşaatında 10 bin kişinin çalışacağını özellikle öne çıkartan haberler yaptırılarak olası tepkiler engellenmek istenmekte, bilinçler bulandırılmaya devam etmektedir.

Sinop ve Mersin’e nükleer santralleri kuracak olan Rusya ve Japonya’nın geçmişinde Çernobil ve Fukuşima örneklerinin olması da dikkat çekici bir diğer konudur. Japonya örneğini ele alırsak, iki yıl önceki Fukuşima nükleer kazasından sonra Japonya, tüm nükleer santrallerini ülkesinde askıya alırken, Türkiye, Suudi Arabistan gibi ülkelerle nükleer santral anlaşmaları yapıyor. Fukuşima’ya rağmen “son Japon teknolojisi” teminatıyla kurulucak nükleer santral ihalesiyle övünen Türkiye gibi ülkeler sayesinde, nükleer tekeller eski kazançlarından mahrum kalmıyor. (Bugüne kadar hiç bir ülkede kabul görmemiş teknolojiye sahip 4 adet orta güç Atmea tipi reaktörüyle nükleer santral Türkiye’ ye 22 milyar dolara mal olacak.)

Ayrıca dikkat çekilmesi gereken bir diğer konu, Akkuyu gibi Sinop santralinin de “Hükümetler arası anlaşma” modeliyle inşa edilmesidir. Yargı denetiminden kaçınmak için “Devlet arası anlaşma formülü” kılıfıyla, ihalesiz, denetimsiz bir şekilde hükümet masaya oturuyor ve kimi beğenirse ona nükleer santrali yaptırıyor.

Mersin Akkuyu Santrali için anlaşma yapan firmaya baktığımızda ise karşımıza Çernobil felaketinin mimarı Rosatom ismi çıkıyor. Rus devletinin tekeli olan Rosatom kendi ülkesinde yeni nükleer reaktör kurmayı ertelerken, Bulgaristan’daki proje donduruluyor, Hindistan ve İran’daki nükleer santral açılışları da erteleniyor. Ancak Türkiye’de kapılar nükleer tekellere her zaman açık!

Nükleer santrallerin çevreye ve insana verdiği zararlar ortadayken ekonomik olarak da oldukça pahalı bir tercih olduğu malum. Ancak sermeye devletinin sözcüleri ısrarla nükleer santrallerin ekonomik açıdan uygun olduğunu iddia etmekteler. Ancak biliniyor ki, uzun yapım süreleri, büyük miktarlarda sübvansiyon gereksinimi, güvenlikle ilgili endişeler ve henüz kanıtlanmamış teknolojilerin yarattığı belirsizlikler nedeniyle nükleer santraller oldukça pahalı bir tercihtir. Ayrıca nükleer santrallerde kullanılacak nükleer maddeler ve atıkların güvenliğinin sağlanması yine ithalatla sağlanacağından ülke ekeonomisi açısından oldukça külfetli bir tercihtir.

Nükleer santraller insana ve doğaya doğrudan bir tehdittir!

Nükleer tekeller ve ondan nemalanacaklarla birlikte bir avuç kapitalistin çıkarına gelen nükleer santrallere hayır demek gerekmektedir. Nükleer santrallerin yapımı için düşünülen yerlerdeki çevre katliamı bile bundan vazgeçme için yeterli sebeptir. Gerek Sinop’ta gerekse Akkuyu’da nükleer santral için düşünülen yerlerdeki orman katliamı, su havzalarının yok edilmesi ve kirletilmesi doğal ve ekolojik dengeyi bozacaktır. Bir kaza olmasa bile nükleer santrallerin atıkları, olası sızıntlar vb. yoluyla yaşanacak radyoaktif zehirlenmelerin etkilerini anlamak için Çernobil sonrası verilere bakılması yeter. Ölümlerin dışında artan kanser oranları, bağışıklık sistemi bozuklukları, kan hastalıkları, omurilik, kemik ve beyinde anomaliler, genetik bozukluklar vb. pek çok sorunla insanlar baş başa bırakılmaktadır. Özellikle dikkat çekilmesi gereken, radyoaktif zehirlenmelerin sonraki nesillerde sorunları artırdığıdır. Gelecek nesiller bugünkü kapitalistlerin sefil çıkarlarının kurbanı olmaktadırlar.

İşte bundandır ki, nükleer santrallere kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Kâr ve çıkar hırsları uğruna, insan ve çevre sağlığını katledenlerden hesap sormak için örgütlü tepkiler büyütülmelidir!

 

 

 

 

ÇED’den zaten muaflar

 

Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen torba yasayla 23 Haziran 1997’den önce yatırım programına alınan ve ihale sürecine girilerek üretimine başlayan projeler, bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapılar Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) kapsamı dışına çıkarılmıştı. Fakat son 10 yıllık ÇED verileri “ÇED gerekli değildir” kararlarıyla zaten muaf tuluyordu. 10 yılda 39 bin projeye “ÇED gerekli değildir”  kararı verilirken sadece 516 proje için “ÇED gereklidir” dendi.

ÇED raporları özel şirketler tarafından sermayenin çıkarlarına uygun şekillenmesine rağmen bu tiyatral prosedürü bile çok gören sermayedarlar yollarını düzlemek için muafiyet istiyorlardı.