19 Nisan 2013
Sayı: KB 2013/16

 Kızıl Bayrak'tan
MESS Grup TİS sürecinde kritik gelişmeler ve görevler
Emperyalist barbarlığa ve kapitalist köleliğe karşı 1 Mayıs’ta alanlara!
Direniş, grev ve 1 Mayıs!
Sınıf devrimcileri
1 Mayıs’a hazırlanıyor
Anayasal hayallere karşı sınıfın devrimci programını yükseltelim!
Akil İnsanlar Heyeti
“ikna” turlarına başladı
Kıdem tazminatının gaspına, taşeronluğa karşı mücadeleye!
İş cinayetlerine karşı mücadeleye!
“Bu şiddet sona Ers!n!”
Demiryollarında grev!
“İnşaat işçileri örgütleniyor!”
Daiyang–SK Metal İşyeri Temsilcisi
Ali Rıza Köse’den açıklama

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... /6
Stratejik zaaf içinde kısır döngü - H. Fırat

HDK ve “barış” süreci
Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayları’ndan mücadele çağrısı
Kuluçkaya yatmak, sınıfsal öfke ve kini biriktirmek ve büyütmek - Volkan Yaraşır
Venezuela’da sınıf çatışmaları sertleşiyor!
PYD’den gerici muhalefete katılma sinyalleri
Demiri büken ustalar Leydi’yi uğurlarken - T. Kor
Gerici-faşist çetelerin saldırıları boşunadır!
Faşist-gerici ablukaya kitlesel yanıt
Özgürlük ve gelecek için 1 Mayıs’a!
“Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda”
“Burjuvazi katletmekle devrimcileri yok etmeyi başaramadı!” - H. Eylül
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda”

 

Birkaç gündür ana akım burjuva medyada işlenen, sosyal medyada çığ gibi tepkiler üreten, insanların kendi aralarında konuştuğu; kısacası toplumsal gündeme oturan bir olay var. Hepinizin de tahmin edebileceği üzere bu mesele, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın, Edirne programı sırasında yanına gelerek durumunu anlatmaya çalışan, lenf kanseri hastası genç kadının, eline bir miktar para sıkıştırarak başından savmaya çalışması.

Bayraktar, etrafındaki sayısız koruması ile cuma namazını kaçırmamak için camiye doğru koşar adımlarla yürürken, Dilek Özçelik isimli Trakya Üniversitesi öğrencisi genç kadın bakanın yanına gelerek, hastalığının tedavisi için gerekli olan ilaçları temin etmekte zorluklar yaşadığını anlatmaya çalışıyor. Ama daha bir dakika bile kendini ifade edemeden, Bayraktar’ın “namaz kaçmasın” endişesi ile kadının eline para sıkıştırdığını ve “Al işte bu parayı. Başka ne yapacağım? Onları sen kendin al. Parayı al. Epey para var orada. Cebinden düşürme” dediğini görüyoruz. Korumaların araya girmesi ile geride kalan kadının bulunduğu yere doğru dönen bakanın, korumalarına “Parayı düşürmesin. Dikkat etsin” dediğini duyuyoruz. Belli ki kadının eline para sıkıştırırken kamuoyunda iyi lanse edilecek, vicdani bir hareket yaptığını düşünen bakan, verdiği paranın miktarını çok bulmuş ve para düşecek diye içi yanıyor…

Bu yaşananların ardından bakan, hızlıca Selimiye Camisi’ne teşrif ederek, namazını kılıyor. Namaz çıkışında bakanın yanına tekrar gelen Dilek Özçelik şöyle diyor: “Sadece yanlış anlaşıldım. Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda”  ve parayı bakana geri veriyor. Bu “vicdani ve pek sempatik, bir o kadar da medyatik” yardımının sonrasında işlerin tersine döndüğünü hisseden bakan, halihazırda orada bulunan basın mensuplarının da tedirginliği ile “Kızım, yavrum, yardım edecektik sana, valla” diye bir şeyler geveliyor. Ama Dilek Özçelik ağlayarak oradan uzaklaşıyor.

Bakanın, işçi ve emekçilerin parasını, vatandaşın cebine gram gram sıkıştırarak popülizm yapma gayretini gayet iyi anlasak da şunu anlayamıyoruz: Kanseri para ile yenen “devlet büyükleri”, acaba insan vicdanını ne ile yenmeyi düşünüyorlar? Nitekim insanlar salt vicdani tepkiler göstererek, bu olayı mahkum ediyorlar günlerdir medya araçları üzerinden.

Düzenin “gönül alma” hamleleri

Dönelim bakan ve onun benzerleri cephesine… Medyada haberin yayılmasını engelleyememiş olmalarının verdiği ezici ağırlık ve tedirginlikle, tepkilerin önünü almak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada şunlar söyleniyor:

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Edirne programı sırasında önünü kesen ve ağlayarak yardım isteyen kıza yardım etmiştir. Bayraktar, Edirne Valisi Hasan Duruer’e bu konuyla ilgili olarak talimat vererek konunun çözülmesini istedi. Söz konusu öğrenciyi valiliğe davet eden Hasan Duruer, konuya çözüm bulmak için gerekenin yapılacağını ifade etmiştir. Sayın bakanın yardım sözüne rağmen, konunun basında ‘bakanın cevabı öğrenciyi ağlatmıştır’ şeklinde yer alması üzüntüyle karşılanmıştır. Kamuoyunun bilgisine sunulur.

Bu açıklamanın ardından da şöyle haberler düşüyor medyaya: “Ağlatmadı, yardım etti”, “Dilek Özçelik bakanı affetti”, “Dilek Özçelik hastaneye kaldırıldı”. Ardından SGK’nın, Özçelik ve benzeri hastaların kullandığı Blemisin adlı ilacın Türkiye’deki eşdeğerine karşılık verdiğini duyuruyorlar. Hastaların bu ilacı artık eczanelerden temin edebileceklerini müjdeliyorlar! Yani “Bakın işte düzelttik durumu. Üstümüze düşeni yaptık” mesajı vermek istiyorlar.

Olaydan sonraki bir röportajda “Şifa bulsun gerisi teferruat” diyor bakan, Özçelik için. Bir gazeteci ”gönül koymuş genç kız” dediğinde, bir de mağdur tarafına geçip “Halkın takdirine bırakıyorum. Canı sağolsun” diyor. Canı sağolsunmuş! Bakınız şu yüce gönüllüğe!

Münferit değil; mütemadi

Putperestlik dünyanın hala en büyük dinidir. Bu putda paradır. Ve paraya iman edenlerin düsturu “her şeye rağmen kâr” olmuştur her zaman. Ki bu “her şey”in içinde de en başta işçi ve emekçilerin üzerindeki azgın sömürünün sürdürülmesi ile sağlık-barınma-eğitim vb. gibi temel hakların budanması vardır.

Kendi ilaçlarım için gitmiştim bakanın yanına ama farkına vardım ki birçok kişinin aynı sorunu var. Herkes adına bunu, yani sağlık hakkını talep ediyorum” diyor olaylar sonrasında, medyaya konuştuğu sırada Dilek Özçelik. Yani o da meselenin kendinden ibaret olmadığını ve sağlık politikalarının temelden birtakım sorunları içerdiğinin farkında.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın görme engeli bulunan bir kişiye “Gözlerin görmüyor sana iş vermişiz” diyerek “daha ne istiyorsun!” imasında bulunması, Ömer Dinçer’in “Madenciler güzel öldüler” çıkışı, Faruk Çelik’in 2008 yılında tersanelerde yaşanan iş cinayetlerinin ardından yapılan eylemlere ilişkin “Yatıyoruz Tuzla kalkıyoruz Tuzla” diyerek “İş güvenliği önlemleri alınmadığı için ölen insanlardan bıkkınlığını” dile getirmesi vb. gibi birçok örnek sizce de bu şahısların münferit, bireysel vicdansızlığından mıdır yoksa sınıfsal konumlarının getirdiği mütemadi bir ruh halinden mi kaynaklanır?

Yani şunu kesinlikle vurgulamak gerekiyor ki bu davranış biçimi yalnızca bakan veya bakanların kişisel özelliği ile değil, toplamda kapitalist rejimin karakteri ile açıklanabilir. Ve bugün Dilek Özçelik ile Erdoğan Bayraktar arasındaki olaydan hareketle ortaya saçılan, kapitalizmin muhtevasında var olan kimi “acı gerçekler” ne yenidir ne de şaşırtıcı olmalıdır.

Bu olay karşısında vicdanları doğrultusunda tepki veren on binlerin dönüp şunu sorgulaması gerekir: Olaylar böyle acıtıcı bir şekilde önümüze gelmeden önce refleks geliştirmemiz gerekmez mi?

Vicdani tepkiler – toplumsal hassasiyetler

Günümüz sisteminde hergün onlarca insan, yanı başımızda yaşanan ve Türkiye’nin bizzat öncülüğünü ettiği ve körüklediği savaşta yok oluyor örneğin? Örneğin istisnasız her gün polis, ÖGB, sivil faşist terörü ile karşılaşıyor üniversite öğrencileri? Yine yanı başımızdaki insanların yaşam alanları rant uğruna darmaduman edilip, barınma hakkı ellerinden alınıyor? Daha geçen ay, kâr hırsına ve iş cinayetine kurban gitti 13 yaşındaki çocuk işçi Ahmet? Sağ ve sol eline 4 adet, vücudunun sırt bölgesinden 9 adet olmak üzere, 13 adet merminin isabet ettiği, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı hatırlayanınız var mı peki?

Ve kapitalizmin getirdiği tüm gayri insani ve gayri ahlaki koşulların karşısına tüm varlığını siper eden devrimcilerin, halihazırda yürürlükte olan faşizan yasal mevzuatları kendine kalkan edinen kolluk güçleri tarafından sokak ortasında infazına ne diyorsunuz peki? Tam da Dilek’in yaşadığı meselenin özünü kavradığı ve bununla göğüs göğüse, soluk soluğa mücadele etmeyi tercih ettiği için sokak ortasında katledilmedi mi onlarca devrimci?

Çanakkale’den bir genç komünist

 

 

 

 

Çağlayan E.Ö.Y. öğrencilerinden toplantı

 

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen iki olay yurtta gelinen aşamayı ve faşistlerin pervasızlığını bir kez daha ortaya çıkarmıştı. Yurtta izlenen bir futbol maçı sırasında yabancı uyruklu öğrenciye bir faşist saldırmış ve gerici ırkçı söylemler kullanmıştı. Yemekhanede “burası Türkiye sadece Türk takımlarını destekleyebilirsin, bu yurtta PKK’lıların da olduğunu biliyoruz hepsini kovacağız” gibi söylemler kullanan faşist diğer öğrencilerin araya girmesi ve tepki göstermesiyle yemekhaneyi terk etmişti.

17 Mart’ta Newroz’dan dönen bir öğrenci de yatağına astığı bileklik için faşistler tarafından yurt yönetimine şikayet edilmişti. Faşistlerin şikayeti üzerine yurt müdürü de öğrenciyi tehdit etmişti.

Tüm bu olanlardan sonra biraraya gelen öğrenciler faşistlerin artan saldırganlıkları karşısında bir toplantı yapma kararı aldı. Öğrenciler 14 Nisan günü, kısa sürede duyurusunu yaptıkları toplantıyı gerçekleştirdiler. Duyurusu yeterince yapılmamasına rağmen tüm öğrencilerin haberdar olduğu toplantıya katılım ve ilgi oldukça iyiydi.

Kahvaltının ardından bir öğrencinin söz almasıyla toplantı başladı. Söz alan öğrenci öncelikle yurttaki durumu ve toplantının sebebini açıkladı. Ardından ülke genelindeki gençliğe yönelik saldırılar ve bu saldırıların sermayeden ve onun ihtiyaçlarından bağımsız ele alınamayacağını vurguladı. Bu saldırıları göğüslemenin tek yolunun da örgütlenerek direnmekten geçtiğini ifade ederek örgütlü bir gençliğin asla sindirilemeyeceği ve teslim alınamayacağını söyledi.

Ardından çeşitli üniversitelerden öğrenciler söz alarak kendi okullarındaki saldırıları ve gelişmeleri aktardılar. Çeşitli öneri ve istekler doğrultusunda toplantının bir sonraki hafta sonu daha geniş bir bileşenle tekrar gerçekleştirilmesi kararı alındı.

Çağlayan Erkek Öğrenci Yurdu’ndan öğrenciler