18 Ocak 2013
Sayı: KB 2013/03

 Kızıl Bayrak'tan
Paris katliamı ve “İmralı görüşmeleri” üzerine
Sermaye iktidarı, Suriye’deki çatışmaları körüklemeye devam ediyor
Kürt halkı tepkili,
AKP pervasız ve pişkin!
Devrimci Kadın Kurultayı’ndan 8 Mart’a
Yeni Akit, eski hikaye!
Devrimci sınıf faaliyetlerinden
Bir direnişin ardından... / Can Şafak
Teknopark işçileri: Ücret hakkımızı gaspettirmeyeceğiz!
Manisalı metal işçileri, birliğin çatısı altında güçleniyor!
Daiyang-SK Metal işçileriyle dayanışma etkinliği
“Eylemlerimizi sürdüreceğiz!”
Türk Metalciler’in gardiyanı olduğu
bir çalışma kampı!
Hatice Yürekli Parti Okulu Açılış Konuşması
Gıdanın jeo-politiği / Volkan Yaraşır
Mali’ye emperyalist müdahale, yalanlar ve gerçekler
Onbinler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i andı
Yeni YÖK Yasa Taslağı’nın son hali hazırlandı
RedHack YÖK’ü hackledi
Emperyalizmin Ortadoğu projesinin faturasını en çok kadınlar ödüyor!
Devrimci Kadın Kurultayı hazırlıklarından
“Sistem değişmedikçe
kadın sorunu da çözülemez!”
Kapitalizm enerji sorununu çözer mi?
Çocuk işçiliği üzerine
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gıda krizi ve açlık ‘salgını’

Gıdanın jeo-politiği

Volkan Yaraşır

 

Kapitalizmin yapısal krizi, multi kriz karakteri göstererek derinleşiyor.

Ekonomik kriz, hegemonya krizi, ekolojik kriz, gıda krizi ve uygarlık krizi şeklinde biçim alan kriz senkronları yapısal krizlerin temel özelliğidir.

Birbirini besleyen, tetikleyen, katastrofik bir döngü biçimde şekil alan bu kriz senkronları kapitalist sistemin doğasından ve onun ontolojisinden kaynaklanır.

Yapısal krizler ya da büyük bunalımlar aynı zamanda bu doğanın çıplak bir tezahürüdür. Kapitalizmin bütün yıkıcılığı, irrasyonelitesi ve yok ediciliği yapısal krizlerde kendini dışavurur. Çünkü, bu süreç kapitalizmin sürdürülebilirliğinin tartışıldığı, sistem olarak çökme ve yıkılma olasılığının arttığı yüksek bir konjonktür dönemidir.

Kapitalist üretim ve tüketim biçimi emeğin metalaştırması yanında doğayı ve ‘herşeyi’ metalaştırır. Herşeyi kârın aracına çevirir.

Sermaye birikimi, sistemin varoluşudur. Sistem bu yıkıcı ve yok edici birikim üzerinden kendini kurar ve kendini yeniden üretir. Muazzam kar açlığı ve güdüsü, kendini meta ve pazar üzerinden gösterir.

Değişim değeri kullanım değeri üzerindeki tahakkümünü, sistemin ‘herşeyi’ metalaştırıcı karakterinden sağlar. Kapitalist sistem, değişim değerinin tahakkümünün sürekliliği olarak da tanımlanabilir.

Gıda tekelleri hayata saldırıyor, katastrofik döngü

Finans kapital yapısal krizin yıkıcı etkilerinden kurtulmak için maksimum kar arayışına yanıt üretecek şekilde yeni metalaşma alanları yaratır.

Doğa özellikle son 30 yıllık dönemde hızlı metalaştırılan bir alana dönüştü. Aynı şekilde yaşamın kaynağı olan tohum ve gıda bu metalaştırma sürecinden şiddetle etkilendi.

Uluslararası tekeller küresel düzeyde, geleceğin gaspı anlamında toprakları, tohumları, gıda üretimini ve pazarını hızla kendi kontrolleri altına aldı. Bu bir anlamıyla yaşamın tüm boyutlarının kontrolü manasına geldi.

Tohum yaşamın başlangıcı olduğu kadar, gıda yaşamın sürdürülebilmesinin vazgeçilmez unsurudur.

Tohum, gıda, su ve toprak gibi yaşamın ana unsurları küresel düzeyde özelleştirildi. Küresel gıda tekellerinin denetimine bırakıldı.

Yaşamın temel unsurları hızla metalaştırıldı ve finanslaştırıldı. Tohum ve temel gıda maddeleri üzerinden muazzam boyutlara varan spekülasyonlar yapılmaya başlandı. Spekülatif sermayenin yeni yatırım alanları emtia piyasaları, gıda borsaları olarak öne çıktı. Özellikle 2008’den sonra bu alanlara yönelik spekülatif aktiviteler yoğunlaştı. 2011 yılında emtia piyasalarına fonların miktarı 450 milyar dolara ulaştı.

Bugün dünya tohum piyasasının %57’si 10 küresel gıda tekelinin kontrolünde bulunuyor. Geleneksel tohumların yok edilmesi, toprağın gaspı, toprağın ölümü ve gıdanın finanslaşması bugün özellikle bazı periferi ülkelerini ve kıta düzeyinde Afrika’yı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Hatta açlık birçok coğrafyada, yaşanan gerçekliğe dönüştü.

Kapitalizmin yıkıcı ve yok edici bir sistem olduğunu, değişim değerinin tahakkümüne dayanan bir işleyişle hareket ettiğini son derece trajik şu verilerden de görebiliriz:

Bugün dünyada 830 milyon kişi yeterince beslenemediği için açlık tehlikesi yaşıyor. Öte yandan 1,3 milyon kişi aşırı kilo ya da obeziteden kaynaklı hastalıklarla mücadele ediyor. Açlık ve obezite kaynaklı ölümler orantısal olarak artıyor.

Bu tablo bir paradoks değil, kapitalist sistemin işleyişine son derece uygun bir gelişmedir. Çünkü kapitalist sistemde, tarihin bazı dönemlerinde yaşandığı gibi kıtlıktan dolayı insanlar ölmez, tam tersine kapitalist sistemde insanlar bolluktan dolayı açtırlar ve bolluktan dolayı açlıktan ölürler. (1)

Yukarıdaki veriler bir paradoksu değil, kapitalist sistemin doğasını göstermektedir. Tablonun bir başka çarpıcı yönü bazı antropologların araştırmalarında vurguladığı gibi açlık ve aşırı kilo tehlikesine en yoğun maruz kalanların aynı yoksul ülkelerin insanları olmasıdır. Özellikle Latin Amerika ve Uzak Asya ülkeleri bu noktada dikkat çekiyor. Ayrıca doğanın tahribi, toprağın ölümü ve denizlerin özelleştirilmesi sonucu 1 milyar insanın gıda güvenliği bulunmuyor ve karşımızda katastrofik bir döngü var.

Dünya tohum piyasalarını elinde tutan Cargill, Dupont, Monsanto ve Bayer gibi uluslararası tekeller aynı zamanda kimyasal ilaç satıyor ve GDO’lu gıdalar üretiyor. GDO’lu gıdaların ve kimyasal ilaçların kanser yaptığı artık tartışılmaz bir gerçek. İşin ilginci aynı küresel şirketler kanser ilacını da üreten ve satan şirketler olarak da dikkat çekiyor. Daha da ötesi finans kapitalin bu taammüden ve son derece soğuk kanlı öldürme operasyonlarını protesto edenlere karşı, polisin kullandığı biber gazını da bu şirketler üretiyor.

Yeni jeo-politik ‘silah’: Tohum ve gıda

Yaşanan katastrofik süreç tohum ve gıdanın üretimini, tedarikini, pazarlamasını kompleks bir boyuta sokuyor. Hızlı tekelleşme tohum ve gıdayı son derece yıkıcı bir jeo-politik silaha dönüştürüyor.

Gıdanın kontrolü, finans kapitale küresel düzeyde ‘yeni’ kontrol ve tahakküm gücü veriyor. Tohum ve gıdadaki tekelleşme bir boyutta finans kapitalin maksimum kar arayışının ifadesi olurken, bir başka boyutta yeni ve tahrip edici ve son derece iyi ayarlanmış tehdit etme ve rafine zor uygulama aracına dönüşüyor.

Gıda artık küresel bir silah. Belki de son derece yok edici ve uzun dönemde etkisini gösteren, tahrip etme gücü çok yüksek organik bir ‘bomba’. Gıda krizi, gıdanın yapay kıtlığı ve gıda fiyatlarının yükselişi bu silahın gücünü arttırıyor.

Gıda fiyatlarının yükselişi kapitalist üretim ve tüketim biçiminden kaynaklanıyor. Ayrıca küresel ısınma fiyatları arttırıcı bir başka faktör olarak öne çıkıyor. Bunun yanında dünyadaki büyük ve verimli tarım alanlarının özellikle son çeyrek asırda kapitalist sistemin yeni enerji ve ham madde ihtiyaçlarına uygun biçimde, etanol-biyo yakıt üretimine ayrılması gıda fiyatlarını etkileyen bir başka faktör olarak dikkat çekiyor. Gıda borsalarının oluşması ve gıda piyasalarının hızla finanslaşması fiyatlarının yükselmesinin bir başka sebebidir.

Süreç gıdayı stratejik bir silaha dönüştürüyor. Gıda krizleri bu silahın tahrip gücünü yükseltiyor.

Kriz ve açlık ‘salgını’

Yoğun spekülatif hareketler, 2000’li yılların başlarından bugüne gıda fiyatlarını olağanüstü artırdı. Önümüzdeki 10-15 yıllık kesitte bugünkü fiyatların katlanması bekleniyor.

Ekolojik kriz, küresel ısınmanın yan ürünü olarak kuraklık, küresel iklim değişimleri, suyun metalaşması, toprağın yaşlanması ve toprağın ölümü, gıdanın finanslaşması, yağmur ormanlarının tahribi, muson yağmurlarında % 40’lara ulaşan düşme, endüstriyel üretimin yok ediciliği, gıda krizini aktüelleştiriyor.

2007 ve 2008’de 30 ülkeyi saran ekmek ya da açlık ayaklanmalarına yol açan etkenler bugün daha da yoğunlaşmış durumda. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde 2008’den daha sarsıcı ve daha yaygın açlık ayaklanmaları yaşanabilir. Özellikle 2013, 2014, 2015 yılları sarsıcı gelişmelere sahne olabilir. Kuzey Afrika, Orta Afrika, Karayip Bölgesi ve Uzak Asya ekmek ayaklanmalarının ve açlık salgınının yaşanacağı coğrafyalar olarak öne çıkıyor.

Bu coğrafyalarda yer alan yoksul ülkeler gelirlerinin %75’ini gıdaya ayırıyor. Kapitalizmin yapısal krizinin yıkıcı etkileriyle sarsılan bu ülkeler, gıda kriziyle büyük toplumsal alt üst oluşlara sahne olabilir.

Açlık salgınının kapitalist krizin yıkıcı sonuçlarıyla birleşmesi büyük toplumsal infilakların önünü açacaktır.

Gıda krizi salt periferinin sorunu değildir. Kriz merkez ülkelerde de yıkım yaratabilir. Son 30 yıllık neo-liberal karşı devrim süreci metropolleri kendi içinde ‘kuzey’ ve ‘güney’ diye ikiye ayırdı. Her ülke, her kent son net bir sınıfsal ayrımla ‘iki ülkeye’, ‘iki kente’ bölündü.

21. yüzyılın ilk çeyreği kapitalizmin çağdaş barbarlığının her yönüyle teşhir olacağı bir dönemdir. 21. yüzyıl kaynak savaşları içinde; en önemli faktörlerden biri tohum, gıda ve sudur. Yaşamın vazgeçilmez bu üç unsuru sermayenin yok edici kar arzusunun nesnesine dönüştürülüyor. Finans kapital yaşama, yaşamın ana maddelerine saldırıyor.

Finans kapital modern barbarlık politikalarıyla tohumu, gıdayı ve suyu tarihin en yıkıcı silahına dönüştürüyor.

Kapitalizmin ‘soluk alıp verişinin’ bir yansıması olan bu işleyiş, çıplak bir gerçekliğin altını tekrar çiziyor: Kapitalizm öldürür...

Evet hem de taammüden, soğuk kanlı bir şekilde ve bin bir yöntemle...

Ancak işçi sınıfının kolektif aksiyonu, bu öldürücü soluk alıp verişi yok edebilir. Emeğin ve doğanın metalaşmasına karşı durabilir. Kolektif karşı duruşlar yaratabilir.

Dipnot:

(1)Çünkü üretilen tüm gıdalar insanlar için değil, piyasa ve kar amaçlı üretilir. Kara hizmet etmeyen gıdanın sermaye için çöpten başka bir anlamı yoktur.

Ayrıca gıdanın pazar için üretilmesi yanında kapitalist sistem bir tüketim terörü uygular. Bunun sonucu olarak bir tarafta yok edici açlık yaşanır, diğer tarafta milyarlarca tonluk gıda çöpe atılır.

Son araştırmalarda dünyada üretilen gıdanın % 30 ile 50 arasındaki kısmı kullanılmadan çöpe atılmaktadır. Bu miktarın 2 milyar tonluk bir gıdayı kapsadığı tahmin ediliyor. Kullanılmadan atılan yiyeceklerin ihtiyacı olanlara ulaştırılmasıyla dünyadaki açlık tehlikesinin ortadan kalkacağı bir gerçektir.

 

 

 

 

Çin’de hava kirliliği:
Kapitalizmin iflasının ilanıdır!

 

Kapitalist sistem ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda olduğu gibi ekolojik alanda da yol açtığı yıkımlarla insanlığa karanlık bir gelecek sunuyor. Kapitalizm yalnız emekçinin emeğini sömürmekle kalmıyor, aynı zamanda doğanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini de fütursuzca tüketiyor. Çarpık ve dengesiz kapitalist gelişme, ülkelerin ve dünyanın bazı bölgelerinin insansızlaşmasını sağlarken, karşıt olarak on milyonluk şehirlerin oluşmasını sağlıyor. Emekçilerin günlük yaşamları trafik, sağlık, çevre vb. sorunlardan dolayı çok daha katlanılmaz hal alıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmasına göre, her yıl yaklaşık 2 milyon insan hava kirliğinin yol açtığı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor. Şüphesiz ki bunların hepsi değilse bile çok ezici bir çoğunluğunu yeterli beslenme ve sağlık olanaklarından yoksun bırakılan emekçi insanlar oluşturmaktadır.

Kirli havanın akciğerlerden girip kan dolaşımına karışarak kalp rahatsızlıkları, akciğer kanseri, astım vakaları ve solunum enfeksiyonlarına neden olduğunu belirten Dünya Sağlık Örgütü, 91 ülkeden 80’inin hava kirliliği konusunda uluslararası örgütün gösterdiği değerlere uymadığını kaydediyor.

Hava kirliliğinin yolçacağı felaketlerin düzeyine, geçen hafta Çin’de yaşanan hava kirliliği bir kez daha gözler önüne serdi. Geçen hafta boyunca başkent Pekin başta olmak üzere Çin’in kuzey ve doğusundaki 30 şehirde yoğun hava kirliliği ve sis nedeniyle görüş uzaklığı 100 metreye kadar düşmüştü. Pekin’de yapılan resmi (ne kadar gerçeğe uygunsa) ölçümlerde, metreküp başına 400 mikrogramdan fazla kirli zerreye rastlandı. Oysa, Dünya Sağlık Örgütü, metreküpte 100 mikrogramdan fazla kirli zerre olmasını sağlığa zararlı görüyor.

Çin’in bürokratik devleti vatandaşlara sokağa çıkmama ya da sokağa maske takarak çıkmaları çağrısı yaparak, bir kısım işletmelerin üretimini geçici olarak durdurarak sorunlar karşısındaki çaresizliğini ortaya koydu. Burjuvazi, dünyanın neresinde olursa olsun yarattığı sorunlar altında ezildiğini ve çare bulamadığını her durumda ortaya koymuştur. Hava kirliliğine kapitalizmin azami kâr temel yasası yol açmaktadır. Bu durumda, kapitalizmi tasfiye etmekten başka her çözüm önerisi de aldatmacadan ibaret olacaktır.

 

 

 

 

Tunus’ta değişim yok!

 

14 Ocak 2011, Zeynel Abidin Bin Ali’nin Tunus’ta emekçi halkın eylemleri sonunda ülke dışına kaçışının tarihi. Arada geçen iki yıllık süreç diktatörü yıkan mücadelenin diktatörlüğü deviremediğini gösteriyor. Tunus’ta kurulu düzen belli iyileştirmeler ve sınırlı haklar vererek varlığını korumayı başardı. Emekçileri sokağa döken talepler ise karşılanmış değil.

Tunuslu emekçiler “devrim” olarak gördükleri mücadelenin bu sınırlı sonuçları karşısında hayal kırıklığı yaşıyor. Emekçi halk hareketi bu atmosferde geri çekilmiş olmasına karşın hala mücadele edenler var. Özellikle işçi eylemleri ve grevler varlığını sürdürüyor.

Tunus’ta hala ekonominin yükü emekçilerin omuzlarında. İşsizlik oranı yüzde 17’ye kadar çıkarak Bin Ali dönemini bile geçmiş durumda. Yönetim yabancı yatırımcıların gelmemesini bahane ederek ekonomik krizin faturasını emekçilere kesiyor. Gıda maddelerinin fiyatı her geçen gün daha da yükselirken, alım gücü azalıyor.

Son üç aydır süt neredeyse lüks tüketim maddesi hale geldi. Patates ve et fiyatları da yükselen fiyatalara sahip iki temel besin.

Tunus ile Libya’yı birbirine bağlayan en önemli geçiş noktalarından Bin Gerdan Sınır Kapısı’nın, sınırdan gıda maddesi kaçakçılığı yapıldığı gerekçesiyle, yaklaşık 2 hafta önce Tunus yönetimi tarafından kapatılmasına karar verilmesi genel grevle karşılandı. Yerel İşçi Birliği Enformasyon Başkanı Hasan el-Vezrini, bölgenin geri kalmışlığı ve sınır kapısının kapatılması üzerine genel grev ilan ettiklerini belirtti. Grev sonrası hükümet geri adım atarak sınır kapısını tekrar geçişe açtı.

Emekçilerin mücadele taleplerinin en başında “eski dikta rejimi yapılarını temelli sona erdirecek yeni bir anayasa” hazırlığı geliyor. 2011 Ekimi’nde kurucu meclis seçimi gerçekleşmesine rağmen anayasa yazımı tamamlanmış değil.

Eylemlere yönelik baskı ve şiddetse aynı pervasızlıkta sürüyor. Polis hak arama mücadelelerine tahammülsüzlüğünü gaz bombası ve gözaltı saldırılarıyla gösteriyor.

Devrimi Korumak İçin İslamcı Birlikler (LPR) adı altında mevcut yönetimin kolluk kuvvetleri oluşturulurken, bu birlikler başta Tunus Genel İşçi Sendikaları (UGTT) olmak üzere birçok sendikaya ve işçi eylemine yönelik saldırılarda başı çekiyor.