13 Nisan 2012
Sayı: SYKB 2012/15

 Kızıl Bayrak'tan
Siyasal gelişmeler ve 1 Mayıs’ın artan önemi
Saldırganlık ve savaş planlarını bozma kararlılığıyla devrimci 1 Mayıs’a!
TKİP; işçileri ve emekçileri devrim mücadelesini büyütmeye çağırıyor
Uludere katliamı sahiplenildi
Patronlar daha fazla sömürüye “teşvik” ediliyor!
Polis terörüne öfke!
Sınıf devrimcileri 1 Mayıs’a çağırıyor!
Tuzla’da 1 Mayıs toplantısı
“1 Mayıs mücadele günüdür!”
Direniş masaya getirdi
Tersane önünde iş cinayeti protestosu
Bursa’da eğitim semineri
MEPA direnişi sona erdi
1 Mayıs V.I.Lenin
1 Mayıs düşüncesi ilerliyor Rosa Luxemburg
Hugo Boss direnişinin ardından
Enerji işçileri 1 Mayıs’a çağırıyor!
Mali’de siyasi kriz ve çatışmalar derinleşiyor!
Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlık kızışıyor
Mısır’da değişim yok!
Özgürlüğümüze sahip çıkıyoruz!
Denizler’in yolunda düzene başkaldırıyoruz!
Ekim Gençliği’nin
çalışmalarından
DTCF’de Sokak Üniversitesi
Liseli gençlik
işçi sınıfının saflarına!
Hoşçakal Özge yoldaş
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 


Hugo Boss direnişinin ardından...

Direnişin hezimete uğramasının sebebi icazetçi anlayıştır!

İzmir’de Hugo Boss, Savranoğlu ve Billur Tuz işçilerinin direnişleri, son birkaç aydır İzmir’in sınıf hareketinin gündeminde yer alan başlıklar arasındaydı. Her biri ayrı ayrı eksiklik ve zaaflar barındırmakla beraber, işçi sınıfının lokal eylemleri olarak önem taşıyor, ilgi ve desteği hak ediyordu. Ancak bunlardan Hugo Boss, direnişin 173. gününde, sessiz sedasız sona erdi. Bir süredir pek çok sorunla boğuşan ve kendi sınırlarını aşmakta zorlanan direnişin sona ermesi, hem tek tek mevzi direnişler için, hem de genel olarak sınıf hareketi, sendikal bürokrasi ve devrimci mücadele açısından önemli dersler içeriyor. Bu nedenle direnişi başından itibaren ele almak ve sorunlara işaret etmek önem taşıyor.

Ege Serbest Bölge’de bulunan ve dünyanın sayılı tekstil tekelleri arasında yer alan Hugo Boss’un yapısına ve çalışma koşullarına dair bugüne kadar pek çok yazıya basınımızda yer verdiğimiz için bunları yinelemek gerekmiyor. Yalnızca 3600 kişinin çalıştığı bu tekstil fabrikasının, tekstil gibi dağınık ve informal çalışma biçimlerine açık bir işkolundaki az sayıdaki örnekten biri olduğunu hatırlatabiliriz.

Çalışma koşullarının ağırlığına ve “Japon çalışma” biçimi adı altında uygulanan katı kurallara rağmen Hugo Boss’un bu kadar revaçta bir fabrika olması buradan geliyor. Zira yıllarca tekstil atölyelerinde her tür hakkı gasp edilerek çalışan, tacize, hakarete uğrayan, ücretlerini ne zaman alacağı belli olmayan pek çok işçi, HB gibi düzenli bir işyeri ile karşılaştığında doğallığında bu durumu bir sempati ile karşılıyor. Bu nedenle HB, içeride uzun yıllar aynı işçilerin çalıştığı ve işçi kimliğinin tekstilin genelinin aksine gelişebildiği bir fabrika.

Kolaycılığın sonucu erken doğan direniş

Fabrikada Öz İplik-İş Sendikası’nın uzun süredir sınırlı sayıda üyesi olduğu biliniyor. Ancak sendika yıllardır herhangi bir çalışma yapmıyor. TEKSİF ise, kendi beyanına göre, birkaç yıldır fabrikada çalışma yürütüyor. Ancak somut olarak baktığımızda, çalışmanın direnişin başladığı Ekim 2011’e doğru yoğunlaştığını söyleyebiliriz.

Örgütlenme çalışmasının öznesi olan TEKSİF’in örgütlü olduğu esas alan birkaç yıl öncesine kadar TARİŞ’ti. Ancak TARİŞ’in kapatılması ile birlikte binlerce üyesini kaybeden TEKSİF bu süreçte şubesini kapatarak temsilciliğe dönüştürdü. Varlık-yokluk savaşına dönüşen bu süreç, geçmişte binlerce üyeye sahipken pek de örgütlenme çabası harcamayan sendikayı harekete geçirdi.

Hugo Boss da sendika için bir hedef olarak gündeme girdi ve çalışmalar başladı. Sendika, HB’nin diğer ülkelerdeki fabrikalarının sendikalı olması ve olası bir direnişte kamuoyunun desteğini alarak şirketi sıkıştırabileceğini de gözönüne alarak rahat davrandı. Büyük bir dikkat ve gizlilikle yürütülmesi gereken böylesi bir çalışma daha baştan açıktan yürütüldü. İçeride üyelikler henüz hayli sınırlıyken, çalışanların cep telefonlarına topluca atılan mesajlarla üyelik çağrıları yapılması, fabrika önünde “sendikaya merhaba” eylemi düzenlenmesi, henüz zayıf olan örgütlülüğün patron tarafından farkedilmesine yolaçtı.

HB gibi bir tekelin Avrupa normlarına bakarak hareket etmesini beklemek naiflik olurdu. Zaten Türkiye gibi ülkelere kendi ülkelerindeki yüksek maliyetleri düşürmek için kaçan bu tekellerin sendikayı rahat karşılamayacağı açıktır. Hugo Boss da böyle davranarak tensikata girişti. Önce 75 kişiyi işten atan HB, ardından başvurduğu çıkarmalarla sayıyı 250-300’e kadar çıkardı. Bu süreçte, sendika tarafından verilen bilgilere göre, 50 kadar sendikalı işçi işten atıldı ve bunların 20’si Serbest Bölge girişinde direnişe geçeceğini ilan etti. Böylece direniş henüz sendikal çalışmanın çok zayıf olduğu bir dönemde zorunlu olarak başladı.

Kuşkusuz bu durum direnişi baştan zayıf düşürdü ancak bu hiç de sürecin bugünkü duruma gelmesinin tek sebebi değildir. İlerleyen günlerde sendika direniş ruhunu öldüren icazetçi bir anlaşıyla hareket etti.

Ufku beklemekle sınırlı bir direniş!

Direniş başlangıçta ilgiyle karşılandı. Çeşitli sendikalar ziyaretler düzenlediler, yerel basın haberlere yer verdi, işçiler bir biçimde direnişten haberdar oldular. Zaten 3600 kişilik bir fabrikada yaşanan bir olayın ne kadar hızla yayılabileceğini düşünmek zor değil. Ancak direniş bir süre sonra kendi kabuğuna hapsolmaya başladı. Direniş alanına çadır kuracak bir irade baştan beri gösterilemedi.

Kuşkusuz çadır bir direnişin başı-sonu değildir. Ancak bu simgesel eylem çoğu direnişe ruhunu verir, zira bir kararlılık simgesidir. Onlarca direnişte çadır kurabilmek için polis ve zabıta ile yaşanan çatışmalar bu nedenle boşa değildir. Ancak bırakın çadır kurmayı, sendika ceza kesildiği için direniş alanına pankart asmaktan dahi vazgeçti. Direnişte atılan her geri adıma ileri bir adım ile karşılık veren sermaye ise, işi işçilerin direniş alanına evlerinden yemek getirmelerini ve direnişin sonuna doğru çimlerde gezmelerini yasaklamaya kadar vardırdı.

Direniş alanına adeta hapsolan direniş, Gaziemir ESBAŞ önünden bir adım öteye gidemedi. Bir-iki eyleme katılım dışında Hugo Boss direnişinin sesi merkezlerde yankılanmadı. Hatta sınıf devrimcilerinin yaptığı dağıtımlar dışında sendika bir afiş ya da bildiri dağıtımı dahi gerçekleştirmedi. Sabahtan akşama kadar ESBAŞ önünde, hayli soğuk ve zor koşullarda bekleyen işçiler ise günden güne morallerini yitirdiler. 20 kişi kadar başlayan direniş sonlara doğru 6 kişiye kadar indi.

Bu sırada fabrikada estirilen cadı avı ise çalışan işçilere tam bir kabus yaşatmaktaydı. Sürekli baskı altındaki işçilerin doğal tepkisi sendikaya sempati ile bakmak olmalıydı ancak sendikanın ve direnişin içerideki işçilere gerekli güveni verememesi bu ilişkiyi tersine çevirdi. Bir süre sonra fabrikadaki işçiler direnişçileri başlarına gelenlerin sorumlusu olarak görmeye başladılar. Böyle olunca üyelikler azaldı, sendika ise üyelikleri bir süre durdurduğunu açıkladı.

Fabrikadan kopuş beraberinde direnişin de marjinalleşmesini getirdi. Başlangıçta içerideki işçileri örgütlemek amacıyla hareket eden sendika ve direniş, bir süre sonra tek amacını Avrupa sendikaları üzerinden Hugo Boss’a basınç oluşturmaya endeksledi. Fabrikanın önünde sadece Almanca pankart açılması, bu bakışın en açık göstergesi.

Sendikal tecrit ve reformist ayak oyunları

Direnişin bu denli olumsuz bir atmosferde seyretmesi ve kamuoyunun desteğinden uzak kalması, bir süre sonra diğer sendikalar tarafından geliştirilen tecrit ile perçinlendi. Türk-İş bünyesindeki Tek Gıda-İş ile Deri-İş tarafından yürütülen Billur Tuz ve Savranoğlu direnişleri Hugo Boss direnişini görmezlikten gelme yoluna gittiler. “Sendikal Güçbirliği” bünyesinde bir araya gelen sendikalar, belli ki TEKSİF ile yaşadıkları sorundan kaynaklı, direnişi ortada bırakarak birlikte hareket etme yolunu tuttular. Öyle ki, bir sendikanın şube başkanına Hugo Boss direnişini sorduğumuzda, “direniş mi belli değil, hala sürüyor mu ki” gibi sözleri rahatlıkla sarf edebildi.

Kuşkusuz direnişin niteliğine dair pek çok şey söylenebilir ancak böylesi bir tecriti hak etmek için işin içinde açık bir sınıf düşmanlığının olması gerekir. Kaldı ki Hugo Boss’u direniş olarak görmeyen sendikaların yürüttükleri direnişlere dair de yazılabilecek çok şey var. Şimdilik, tüm bu direnişlerin ortak özelliğinin sendikal bürokrasinin dar görüşlü, icazetçi bakış açısı olduğunu söylemekle yetinebiliriz.

Burada liberal reformist EMEP’in oynadığı role de yeri gelmişken değinmek gerekir. EMEP Hugo Boss’taki örgütlenmede başından beri rol oynamıştır. Ancak sendikal bürokrasi ile girdikleri ilişkiler onları da hayli zor durumda bırakmış, bundan çıkmak için çeşitli ayak oyunlarına başvurmuşlardır. Açmak gerekirse, EMEP, Sendikal Güçbirliği içerisinde belli bir etkiye sahip olarak Hugo Boss direnişinin tecrit edilmesinin bir parçası olmuştur. Hugo Boss işçilerine sözler veren, ahkam kesen EMEP’liler, Savranoğlu ve Billur tuz eylemlerinde/çadırlarında Hugo Boss’un adını dahi anmamaktadırlar.

Sözgelimi Savranoğlu ve Billur Tuz işçileriyle yapılan dayanışma gecesi büyük ölçüde bu çevre tarafından örgütlenmiştir. Ancak Hugo Boss’u bu ortak dayanışma gecesinden tecrit ederken, bir yandan da göstermelik olarak Hugo Boss işçileriyle dayanışma gecesi düzenlenmiştir. Sürekli olarak Savranoğlu ve Billur Tuz direnişlerinden görüntülerin gösterildiği bu göstermelik etkinlik tam bir fiyaskodur. Zira etkinliğe sadece 50 kişi katılmış, etkinlik direnişçi işçilerin müdahalesiyle yarıda kesilerek bitirilmiştir. 

Direnişe devrimci müdahale!

Sınıf devrimcileri Hugo Boss’ta süren örgütlenme çalışmasını ve ardından başlayan direnişi başından beri ilgiyle karşıladılar. Özellikle tekstil alanında yürütülen bülten çalışması geçmişten beri önem verdiği bu fabrikadaki direniş ve örgütlenme sürecini ileriye taşımak için bir dizi anlamlı girişimde bulundu.

İlk olarak, direniş süreci başlar başlamaz TEKSİF Temsilcisi Faruk Aksoy ile görüşüldü ve destek için neler yapılabileceği üzerine görüş alışverişinde bulunuldu. Bu sırada sınıf devrimcileri işin esas önemli yanının içeride sürecek örgütlenme olduğunu belirterek, içeride çalışan okurlarının sendikaya üye yapılması ve bu arkadaşlarla birlikte sendikal örgütlenme çerçevesinde ev-kahve toplantıları düzenlenmesi önerilerini getirdiler. Ancak bu öneriler sendika tarafından “kibarca” reddedildi. Gerekçe olarak ise, şu an üyeliklerin hayli fazla olduğu, yetişemedikleri, eskiden her bir işçinin peşinden koşmalarına rağmen bugün artık ağırdan aldıkları gibi sözler söylendi. Örgütlenme çalışmasının başka güçlerle yürütüldüğü de ifade edildi. Örgütlenme çalışmalarına katılmamızın önü bu şekilde kesildi.

Bu durum ilk başta direnişin etkisiyle çalışmaya katılabilecek pek çok kişinin de katılımını engellemiş oldu. Bu tutuma rağmen HB işçileri ile görüşmelerimiz sürdü, ancak gerek sendikanın güven vermeyen tutumu, gerekse direnişin seyri bu arkadaşları sendikal çalışmadan uzak tuttu. Sendikanın kaygısı belli ki sınıf devrimcilerini direnişten uzak ve destekçi konumunda tutmaktı.

Direnişin başında gerçekleşen bu olumsuz tavra rağmen sınıf devrimcileri direnişe destek için bir mücadele hattı çıkardılar. Bu doğrultuda öncelikle, direnişin sınıfın gündeminden uzaklığı ele alınarak, direnişe dair bir özel sayı çıkarıldı ve başta tekstil fabrikaları olmak üzere pek çok semtte dağıtım yapıldı. Dayanışma kartları satılarak hem maddi katkı sağlandı, hem de pek çok kişi direnişten haberdar edildi. Buna paralel olarak tanışılan HB işçilerine sendikal faaliyete katılma çağrıları yapıldı.

Yine direniş alanı düzenli ziyaret edilerek, direnişçi işçilerle düzenli sohbetler yapıldı ve direnişin sorunları üzerine konuşuldu. Ancak işçilerin karar mekanizması olmaması ve son kararın sendikaya ait olması tüm müdahalelerimizin önünü kesti. İcazetçi-beklemeci tutum işçiler tarafından onaylanmasa da, sendikaya duyulan güven ileri bir çıkışı engelledi.

Başlangıçta sendikayı baskı altına alabilecek bir komite girişimi gerçekleşebilse ve işçilerin direniş sürecinin öznesi olması sağlanabilseydi, belki süreç sendikayı da peşine takarak daha ileri bir düzeye sıçrayabilirdi.

Komünistler dışında devrimci demokrat çevrelerin direnişe uzaklığı da direniş alanında devrimci bir atmosfer yaratılmasını zora soktu. Merkezi noktalardaki direnişleri sıklıkla ziyaret eden pek çok grup ne yazık ki bu desteği Hugo Boss işçilerine vermedi.

Ruhsuz direnişin sessiz sonu!

Gelişme sürecini ayrıntılı biçimde anlattığımız direnişin temel sorunu, bir biçimde ruhunu yani mücadele azmini yitirmesidir. Piyasanın çok üzerinde ücret alan nitelikli işçiler dahi sendikaya inanarak faaliyet içerisine girmişler, işten atılmalarına rağmen direnişe geçerek ortaya bir irade koymuşlardır. Ancak sendikanın beklemeci ve icazetçi tavrı nedeniyle günden güne inançlarını yitirmişlerdir. Bugün ise sendika tarafından direnişin bittiği kendilerine duyurulmuş ve dişe dokunur bir açıklama dahi yapılmamıştır.

Elbette tüm direnişlerin kazanana kadar sürmesi beklenemez. Direnişler bir yere gelip tıkanabilir ve bu tıkanmayı aşamayarak sona erebilir. Ancak esas mesele, bu sürecin olumlu bir deneyim olarak işçi sınıfı hanesine yazılabilmesi, direniş okulunun mezun verebilmesidir.

Hugo Boss direnişinde yapabileceklerin çok azı yapılmış, eylemsizliğin yarattığı ruh hali ile atalet sürekli hale getirilmiştir. İşçilerin deyimiyle, adeta boşa geçmiş 6 ayın sonunda direniş bitirilmiştir.

Örgütlenip yetki almanın yerini fabrikayı Avrupa’dan sıkıştırmak aldığında, elde edileecek sonuç bu olacaktır. Bu konuda UPS örneğini kısaca hatırlatmak bile yeterlidir. UPS örgütlenme sürecinde uluslararası desteğe çok şey borçludur ama TÜMTİS hiçbir zaman içerideki örgütlenmeyi bir kenara bırakıp işi ITF ile çözme yoluna gitmemiştir. İçeride süren örgütlenme ve ortaya konan militan duruş ITF’yi de, diğer uluslararası sendikaları da harekete geçmek durumunda bırakmıştır. Sonuçta zafer UPS işçilerinin ve TÜMTİS’in olmuştur.

TEKSİF ise bu ilişkiyi tersten kurarak mücadeleyi ikinci plana itmiş, işçileri nesneleştirmiş ve kendisi çeşitli adımlar atarak uluslararası sendikalardan çözüm beklemiştir. Bunun sonucu tam bir hezimet olmuştur. Burada kaybeden hiç de direnişteki birkaç işçi değildir. Daha önemlisi, Hugo Boss gibi büyük bir fabrikada örgütlenme imkanının heba edilmesidir. Böylesine olumsuz bir deneyim, burada yeniden bir örgütlenme girişimini alabildiğine zora sokmuştur.

Dahası, serbest bölgedeki Kapadokya, Roy-Rob Son ve daha pek çok fabrikadaki işçilerin gözü de bu direnişteydi. Ortaya çıkan olumsuz tablo bu büyük işletmeleri de etkileyecektir.

Direnişin ileri çıkmasına engel olan, daha başından bu direnişi dar bir alana hapseden sendika ve dar grupçu bakışaçısıyla hareket eden reformist EMEP ile diğer sendikal ve siyasal güçler, ortaya çıkan bu tablonun sorumluluğunu taşımaktadırlar.

İzmir’den sınıf devrimcileri

 

 

 

 

Lastik patronları eşitsizlik dayatıyor

Kocaeli ve Adapazarı’nda kurulu Pirelli, Brisa ve Goodyear fabrikalarında çalışan 4 bin lastik işçisi adına toplu iş sözleşmesi görüşmelerini sürdüren Lastik-İş Sendikası, önümüzdeki 17 Nisan günü fabrikalara grev kararlarını asacak.

Son toplantıda lastik patronları yüzde 3,4 oranında verdikleri zam teklifini yüzde 4,5’e çıkarttıklarını ve sosyal haklara ise yüzde 5,23 yerine yüzde 7 zam yapacaklarını belirttiler.

Patronların, işçilerin eşit işe eşit ücret hakkı olan işe giriş ücretini yarıya düşürmek istemesi ve bireysel emekliliği sözleşmeye koymayacağını söylemesi üzerine sendika ücret pazarlığına girmedi. Görüşmenin ardından açıklama yapan Lastik-İş Genel Başkanı Abdullah Karacan, eşit işe eşit ücret maddesini kıskançlıkla koruduklarını ve asla geri vermek gibi bir niyetlerinin olmadığını ifade etti. Karacan, işverenin görüşmede işe giriş ücretinin kendileri için olmazsa olmaz olduğunu söylediğini belirtti. Kendileri için grev maddesi olan işe giriş ücretini işverenin yarıya düşürmek istediğini ifade eden Karacan, bunun kabul edilebilir olmadığını söyledi.

Karacan, yapılan görüşmenin seyrinin grev uygulamasının zamanı açısından büyük önem taşıdığını ifade etti.