17 Şubat 2012
Sayı: SYKB 2012/07

 Kızıl Bayrak'tan
Dinci-gerici güçlerin iktidar kavgası
İktidar ve rant kavgası dinci-gerici odakları birbirine düşürdü
NATO Genel Sekreteri
Rasmussen’den açıklamalar
Faşist baskı ve teröre eylemli yanıt
“Saldırıları mücadeleyle aşacağız!”
İşsizlik oranları artıyor, işsizlik fonu yağmalanıyor
“Geleceğimizin iyice
kararmaması için...”.
DİSK’te ruhsuz genel kurul
Taşeron işçileri
Ankara’ya yürüyor!.
Sinter işçileri
mücadeleyi bırakmıyor
Devrimci sınıf çalışmalarından
Parti ve yeni döneme hazırlık!
Suriye üzerindeki
baskıyı arttırıyor
Dört kıtadan grev ve eylemler.
Yunanistan’da Troyka “darbesi”
ve sokakta politika -
Volkan Yaraşır
“Okullar hayat bulsun projesi” ve eğitimde son saldırılar
BDSP’den seminerler
8 Mart’ta alanlara!
Geleceğine sahip çık!.
ÇHD İstanbul Şube Sekreteri
Av. Güçlü Sevimli ile konuştuk.
Emekçi Kadın Platformu toplantısı
Ares’i kıskandıran askerler diyarında
acı olağandır!
Gazi’de çeteleşmeye ve yozlaşmaya karşı yürüyüş
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ares’i kıskandıran askerler diyarında

acı olağandır!

 

ABD birliklerinden biri Kızılderililer için çıkan zorunlu ikamet yasası nedeniyle bir rezervuara zorunlu göçle görevlendirilir. ABD birliği kabileyi önce silahsızlandırmaya girişir. 300 kişilik kabilede av için kullanılan birkaç tüfek vardır. Kızılderililer’den biri silahını vermek istemez, ona çok para verdiğini söylemektedir. ABD birliği önce tabancalarıyla, sonra ise tepedeki iki Hotekins topuyla katliama başlar. Kızılderililer bıçaklarıyla cevap verirler. Bir saat içinde kabilede 120 kişi sağ kalmıştır. ABD resmi tarihi bu katliamı “yaralı bir savaşçı” olarak yazacak kadar utançtan yoksundur. “*

Ümit yoldaş bu sözlerle anlatır karanlık yüzlerin savaşını. Savaş tarihin her sayfasında yer alır. Yer almak zorunda kalınır. Savaşa dair ne varsa hayatın şekillenişine eşdeğerdir. İnsanlık tarihinin her gelişiminde savaş daha da acımasız olarak yer alır. Sanki ters orantılı bir denklemi yaşar insanlık. Tarih ilerledikçe savaşlardaki acı ve vahşet artar. Düşünün ki ilk savaşta amaç hedefi kazanmak için zoru kullanmakken şimdi düşmanın geleceği de yok edilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri ise dünyanın gelmiş geçmiş en vahşi savaşçısıdır. Tüm dünyaya sunduğu kötü ünlü katliamları ile savaşı kirli bir aşamaya taşımıştır. Kızılderililerle başladığı katliam bilincini her zaman açığa vuracak yeni bir alan bulmuştur. Her katliamla kapitalizmin tek başına ekonomi üzerine bir ideoloji olmadığını insanlığı karanlık bir hayvana dönüştürdüğünü ispatlamıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın son anlarında 6 Ağustos 1945’te ilk atom bombası hedefe ulaştı. Hiroşima’nın kaderini 3 gün sonra Nagazaki de paylaşacaktı. Bu iki şehir hiç de ordu karargahları ya da savaş alanları değildi. Amaç Japonya’ya savaştan sonra sanayi ve ekonomi olarak ayağa kalkmasını engelleyecek bir yıkım yaşatmaktı. İşte askeri alan dışında savaşmanın en büyük adımı. İşte savaşın ve ordunun etik değerleriyle varlığının bittiği yer.

Bunları düşündüren bir televizyon haberi. Makarnayı soğuk servis ettiği için komutanından dayak ve hakaret yiyen askerin haberi sırasında bilinç altının yansımaları. Doluyuz bu hayatı sunan sisteme. Ama sitemkarlık değil içimizden geçen. Bir sistem yaratıldı, şimdi sonuçlarını çekiyoruz işte. Komutan soğuk yemek için askerin bacağını kırmasına ne denir ki! Bu sistemin yarattığı ordu ve askerlik algısında olağan durumlara ne tepki verilir? Sonuçta komutan ast üst ilişkisine dokunmamıştır. Ya da daha kötülerini görmediniz mi? Kürtçe türkü söylediği için öldüren polis farklı mıydı? Sokakta yürürken bakmadınız mı hiç belindeki silahla tehditkar bakışlı lacivert üniformalı düzen askerlerine. Ne fark var aralarında. İkisi de aynı sisteme hizmet eden kapı önü köpekleri değil mi?

Elinde pimi çekilmiş el bombası bulunan Er Öztürk, Teğmen Tümer’in bulunduğu mevziiye giderek “25 yaşına geldim. 75 gün askerliğim kaldı. Beni öldüreceksiniz” dedi ve pimi kendisinden istedi. Ama Komutan Tümer, “nöbet yerine git, ben gelip takacağım zamanı biliyorum” karşılığını verdi. Bunun üzerine Öztürk, çevredeki diğer mevzilere, pim aramaya arkadaşlarından yardım istemeye gitti. İkinci kez komutanın yanına geldiğinde yine aynı cevapla karşılaştı. Tekrar mevziler arasında dolaşmaya başladı. Olayın üzerinden çok geçmeden de arkadaşları Mesut Bulut, İbrahim Yaman ve Ali Osman Altın’ın bulunduğu mevziye geldi. Bu sırada Öztürk’ün elleri terlediği için bomba büyük bir gürültüyle patladı. Öztürk ve 3 arkadaşı olay yerinde yaşamını kaybetti.”**

İşte ordu sisteminin tipik sonuçlarından biri. Unutulmuş her hikaye arasında bağ bulamayanlar burjuva medyası her yeni olayla tekrar haber yapar. Ama biz biliyoruz bunun nedenlerini ve bekliyoruz daha vahşi katliamları.

Askerlik yaptığı KKTC’deki birlikte bir arkadaşıyla tartıştığı gerekçesiyle ’DİSKO’ olarak adlandırılan disiplin koğuşuna konulan Uğur Kantar, gardiyan olarak görev yapan erler tarafından yapılan işkence sonucu fenalaşınca GATA’ya gönderilmişti. Yaklaşık 2,5 ay boyunca GATA’da tedavi gören Uğur Kantar, geçen salı yaşamını yitirmişti.” ***

Disiplin koğuşuna “Disko” demek bile bu sistemin bir tezahürü olsa gerek. Trajikomik hikayeler yazılır bu sistemde. Çünkü ağlanacak hale gülmek gözyaşlarının da sınırı olduğunu bilmekten ileri gelir. İkiyüzlülüğü kimliklerinin parçası yapan bir sistemin askerinde acı ve şiddet doğallığın ürünüdür. Ya da Ermeni olduğu için öldürülen Sevak Şahin Balıkçı adlı askerin hikayesi Hrant’ınkinden daha mı az acıdır? Hayır! Biliyoruz ki “Ermeni dölü” diyerek küfür etmeyi öğreten sistem, askerde katletmesini de öğretir.

Türkiye coğrafyasından örneklerle ordunun iç yapısındaki şiddeti vurguluyoruz. Ama bu kültür iddia edildiği gibi ne Türklüğe aittir, ne de Türkiye’yle sınırlıdır. Balkanlar’dan Afrika’ya, Amerika’dan Çin’e kadar dünyanın dört bir yanında ordu tanımı kapitalist sistemin gururunu okşayacak katliam ve işkence örnekleri taşır. Her savaşları bir öncekinden daha kanlı ve daha vahşi olanlar için savaş çoktan vücut değiştirmiştir. Artık cephede daha az öldürmek, cephe gerisinde katliam esastır. Bunun için askerlerin birbirinin yüzünü bile görmeden öleceği füzeleri geliştiriyorlar. Bunun için tek başına metal ve alevle durmayıp nükleer enerjiyi de ölüme çeviriyorlar.

Ve o kazanabilir her savaşı son savaştan gayrı.”****

Savaşa ve askerliğe laf uzatacak değiliz. Yok, askerlikten soğutmanın cezasından korkmayız. Ancak biz de savaş çağrısı taşırken savaşa laf uzatamayız. Komünist düşüncenin ilk tohumları atıldığı andan itibaren insanlığın en büyük çağrısı son savaşı yaratmak üzerinedir. Tüm ustaların kalemi, şiirlerin illa ki bir satırı son savaşı betimler. Biz başka bir alemi isterken bunun savaşsız, sınırsız ve sınıfsız bir toplum olduğunu birçok kez tasvir ettik. İşte bunun için Ares’i bile kıskandıran askerlerin olduğu bir dünyadayız. İşte bu dünyada şiddet olağandır. Barışsa ancak hayallerde ve geleceğin savaşını yürütenlerde bulunur. Bu sistemin, savaşı bile kirleten kimliğine isyanımız var! Savaşı kirleten barışın da adını kullanıyor. Dökülen her kanı barışa atfederek anlamları da katlediyorlar.

Bu yazı son sözsüz bitecek. Zira son söz son savaşa ayrılacak. Sabırsızlık zamanlarında bir kez daha şiirlere sarılarak mezarı kazılmış olanı mezara gömmek için.

Son savaşı bekleyen bir ruh haliyle...

* Ümit Altıntaş

** Radikal 26/08/2009

*** Radikal 17/10/2011

**** Bertolt Brecht

T. Kor